Google Play Store
App Store

Uygarlığın dayandığı en temel bölünme, kişiler ile şeyler arasındadır. Kişiler öncelikle şey olmamaları, şeyler de kişi olmamalarıyla tanımlanır. Kişilerin olmadığı, tamamen şeylerden oluşan bir dünya şimdiki dünyadan çok daha yaşanası olabilirdi. 30 bin yıl önce üretilmiş, Venüs olarak adlandırılan kadın heykelciklerinde kişiliğin göstergesi olan yüz boş bırakılmıştı. Demek ki bir yüze sahip olmanın değil, aksine yüzsüzlüğün meziyet olduğu, insanın kendini kişi olarak değil, diğer formlar arasında bir form, şeyler arasında bir şey olarak algıladığı zamanlardı. Kişiliğin göstergesi yüz çok sonra icat edilecekti. Ve o zamanda beri personası olanlara kişi deniliyor. Personalar insanları sınıflandırmaya yarıyor ve insanlar ancak personalar aracılığıyla birbirleriyle ilişkiye geçebiliyor. Latince kişi anlamına gelen persona sözcüğü oyuncunun yüzüne taktığı, ancak tam da bu yüzden onunla asla örtüşmeyen tiyatro maskesine, insanı olduğu gibi betimlemekten ziyade toplumsal rolüne atıfta bulunur. Persona, olduğu haliyle bireye değil, yalnızca onun başkalarıyla olan güç ilişkilerine göre değişen yasal statüsüne gönderme yapar. Romalılar hayattaki rollerinden bahsederken “personam habere” (bir kişiye sahip olmak) ifadesini kullanırlardı (R. Esposito, Kişiler ve Şeyler, Ketebe).  Belirli toplumsal rollere göre sadece bir bireyi diğerinden değil, bireyi kendi biyolojik varlığından da ayırır. Birey taktığı maskeden her zaman başka bir şeydir.

∗∗∗

Mesele nedir, biliyor musunuz?  Persona, sahip olabileceğiniz, aynı zamanda yitirebileceğiniz de bir maskedir. Mesele, toplumun kişi olanlar ve olmayanlar olarak ikiye bölünmesi, personasını yitirenlerin şeylere dönüşmesi ve kişilere boyun eğmesidir. Roma’da olduğu gibi kapitalist toplumda da kişiler ve şeyler arasında sürekli bir geçiş vardır. Bazılarının kişileştirilmesine, onlara tabi olan diğerlerinin kişilikten arındırılması eşlik eder. “Elbette servus’un, yani kölelerin şeyleştirilmesi yalnızca Roma’ya özgü değildi. Daha önce Aristoteles bunu ifade etmişti: ‘Köle, yaşayan bir araç olarak mülktür ve diğer araçları çalıştırmak için ihtiyaç duyulan bir yardımcı gibidir.’” (R. Esposito). Günümüzde de iş akdine bağlı olarak bir taraf personasından vaz geçip şeyleşirken işveren konumundaki diğer tarafın personası daha da güçlenir. İş akdinin unsurları, iş görme, ücret ve bağımlılıktır. Ücret karşılığında personasını kaybedenler, kişilere bağımlı hale gelir ve boyun eğer, araçları çalıştıran bir araca dönüşürler. Her iş akdi kârlı bir alışveriştir, kişiler kârlarını maksimize ederken emeklerini satan köleler ise giderek azalan ücretleriyle ancak hayatta kalmaya çalışacaklardır.

∗∗∗

Mesele nedir, biliyor musunuz? Bireyin, taktığı maskeden her zaman başka bir şey olması, fakat maskesini yitirip şeyleşenlerin bile bunu bilmemesidir. “Bir bedenin nelere muktedir olduğunu bilmiyoruz” (Spinoza). Maskeler, bedenlerin kudretini bastırmaya yarıyor. Fakat maskesiz asla yapamazlar. Maskelerini yitirenler, bedenlerinin kudretini keşfetmek yerine maskelerine yeniden kavuşabilmek için maskesi olanların önünde saygıyla boyun eğeceklerdir. Kudretlenmek yerine maskesi olanların şeyi olmayı tercih edecek ve maskelerin gölgesinde teselli bulacaklardır. Şeylerin kişilere göre çoğunlukta olduğu bir dünya, çoğunluğun kişilere boyun eğdiğinin göstergesidir. Şeylerin kaderi kişilerin iki dudağı arasında; şeyler, asgari ücretin, emekli maaşlarının arttırılması için maskesi olanların ağızlarının içine bakıyor. Bedenleri giderek kudretini yitiren emeklileri anlayabiliyorum, biriktirdikleri maskeleri yitirmek zorlarına gidiyor. Fakat gençlere ne demeli? Gençlere maske eğitimi veriliyor; asla maskesiz yapamayacakları ve maskelerin önünde nasıl boyun eğecekleri öğretiliyor.

Şeyler ve bedenler, kişilere hizmet eden kölelerdir. “Makineler toplum tarafından köleleştirildiğinde biz de makineler tarafından köleleştiriliriz” (Bruno Latour). Ne tuhaf değil mi? Köleler birlikte kudretlenmek ve özgürleşmek yerine birbirilerini köleleştiriyor. Bedenler, şeyler ve makineler aynı kaderi paylaşıyor. Mesele nedir, biliyor musunuz? Kişi olacağım diye bedenlerinizi köleleştirmeniz. Bedeniniz sizin mülkünüz değil, o yeryüzüne ait. Bedeninizi özgür bırakın!