Şeytanın adası Santorini
Bugün irili ufaklı adalarıyla büyüleyici güzelliğe sahip Ege denizi, milyonlarca yıl önce Avrupa ve Afrika’nın henüz bir bütün olduğu zamanda Yunanistan ana karasından Küçük Asya ve Girit’e uzanan ve Aegeis adıyla anılan geniş bir kara parçasıydı. Uzun yıllara yayılan jeolojik hareketlilik sonucunda Aegeis kabaran dalgalarla boğuşarak denizin derinliklerine doğru yolculuğa çıkmış ve bir batığa dönüşmüş. Ana karanın ulu dağlarının tepeleri bugün Ege denizinin bakış seken mavisinde baş veren güzelim adalar. İşte Santorini bu maceranın ana karakterlerinden biri. Jeolojik hareketliliğe bağlı olarak bu adanın başından geçenleri bugün tam olarak bilmek imkânsız olsa gerek. Mitolojiden bilime türlü öykü, teori, yorumla insanoğlu “şetanın adası”nı anlamaya, anlamlandırmaya çalışmış. Denizin dibinde yaşayan ve dönemsel olarak yeryüzüne eziyet eden bilinmez varlığa ilişkin mistik öyküler Atlantis’in batışı gibi nice gizeme ilham olmuş.
80.000 yıl önce patlayan volkanın sesinin dünyanın öbür ucundan duyulduğu varsayılır. Göklerin küllerin isiyle karardığı ve o karanlığın da çok uzun zaman güneşin önüne kalkan olduğu düşünülür. Volkanla birlikte gökyüzüne erişen türlü kaya, toprak, katmanın yeryüzüne dönüş öyküsü de ayrı. Aylarca dinmeyen hareketlilik sonunda kraterin ağzı dairesel bir formla birkaç parça adaya dönüşür. Aegeis artık “kara delik”tir. Milattan önce 1400 yılında ikinci büyük atak gerçekleşir. İki kolunu denizi kuşatırcasına açarak Aspronisi ve Thirassia adalarına kavuşturan Santorini karası işte o zaman şekillenmiş ve söylenceye göre yarım saatten az bir süre içinde tüm Minoan uygarlığı sulara gömülür.
1950’de yaşanana son volkanik hareketle adada yerleşim yine yerle bir olur. 1970’e kadar da bir daha yerleşik düzen kurulmaz. 70’lerde yeniden imar edilen adanın yerleşik kent yaşamına ilişkin geçmişine buna bağlı olarak oldukça yeni denebilir. Coğrafi kaderine bağlı benzersiz konumlanışı Santorini adasını diğer adalardan ayrı ve benzersiz kılarak bir çekim merkezi haline getirse de ada sakinleri için sarp kayaların en üst kıyısında bir kral tacı gibi dizilmiş beyaz kentin yukarıdan aşağıya dik ve dar yokuşlar arasında süren yaşamı pek de kolay değil. En önemli besin kaynağı ve ulaşım olanağıyla denizden oldukça yüksek yerleşim zorunluluğu da işi kolaylaştırmıyor. Evlere ancak eşeklerle yük ve erzak taşınan bu ada da tarım ve üretim de çok çetin koşullarda ve zorlu. Volkanik toprak verim anlamında sınırlayıcı.
Günlerdir Ege denizi bir beşik. Özellikle Kyklad’ları etkileyen bu hareketlilik bizi de endişelendiriyor. Son bir ayda 3500’den fazla deprem oldu. Şimdiye kadar en büyüğü 5,3 olan kimi sarsıntıları İzmir, Muğla, Aydın kıyılarında hissediyoruz. Yakın tarihte yaşadığımız taze ve büyük deprem felaketinin etkisiyle de bilim adamlarının açıklamaları olası bir felaket durumunda risk altında olmadığımızı işaret etse de yüreklerimiz rahat etmiyor. Santorini’ye uzun yıllar önce gitmiş ve herkes gibi büyüsünden nasibimi almıştım. Yunan adaları birbirinden mimari, coğrafi ve kültürel anlamda farklılıklar gösteriyor. Her birinin özgünlüğü davetkâr. Yine de Yunan adası dendiğinde her yerde kullanılan o bembeyaz evler ve mavi çerçeveler, mavi kilise kubbeleriyle klasikleşen görüntünün ana kaynağı bu ada. Görsel anlamda doğasıyla ve estetiğiyle, birçok ada gibi masmavi sulara bakan manzarasıyla etkileyici ama coğrafi geçmişinin mirası olan “ada yayı” üzerinde batan güneş ve volkanik toprağın özgün lezzetini taşıyan şarabıyla buluşan herkes için tüm adalardan farklı ve unutulmaz bir etkiye sahip. Belki de bu yüzden en romantik ada! Romantizm kelimesi adanın gerçeğiyle ne kadar örtüşür derseniz orası tartışmaya açık. Zorluk, yokluk, azla yetinme, kızgın damlar arasında yokuş çıkma, Ege’nin mütemmim cüzü sarsıntılarda geçmişin deneyimiyle endişelenme gibi sayısız unsuru hesaba katmak gerek. Ama ziyaretle sınırlı kaldığında, konforlu koşullarda hizmet alarak gezildiğinde başkasının dramından, yaşamından devşirilen romantizmi tartışamayız. Güzellik tasviriyle dikkat çeken Oscar Wilde; kendisi de güzele düşkündür ama eserlerinde güzelliğin bedelini sorgular. Güzel olanın zorlukla, kötülükle gelen bir bedeli olduğuna işaret eder. Güzel olanın kötücüllüğüne değindiği kadar güzele ulaşmak için de zor olanla savaşarak ödenmesi gereken bir bedel olduğunu da irdeler.
Santorini gezimde beni en çok etkileyen ve düşündüren de bu olmuştu. Bir yere gittiğimde hep “burada yaşar mıydım?” sorusunu sorarım kendime. Santorini’nin zor koşullarına rağmen orada yaşamayı göze alan insanlar ve bu zorluğu da avantaja dönüştüren akıl etkilemişti beni. Deprem riskiyle birlikte bunları yeniden düşündüm. Bu kent öyle sanıyorum ki tüm zorluklarıyla ve ulaşılmaz bir sevgili gibi tutkuyla kendine bağlamış sakinlerini. Bedelini ödemeye hazır oldukları bir tercihle ve her gün o bedeli ödeyerek biraz da aşk sarhoşluğunda yaşıyorlar ve öyle sanıyorum ki bu tercih ‘her anına değer’ bir tatmini de getiriyor. Geçmişin izleri ve öyküleri beni de büyülemişti. Aldığım bir kitapta zamanın gezginlerinin güncelerinden aktarılan alıntılardan çok etkilenmiştim. Bilinmezliğin çaresizliğinde yaşadığı korkunç felâketi yorumlamaya çalışan insanların anıları ürkütücüydü. Denizin günlerce fokur fokur kaynadığı, adanın karşısında bulunan daha küçük adanın ise uzun süre sürekli yer değiştirdiğini hatta bir kaybolup bir belirdiğini düşünün. Simsiyah bulutların altında gün ve gecenin birbirine karıştığı bir zamansızlıkta buna denizin dibinden gelen kükremeyi andıran sesler eşlik etsin. Bulutlar alev alırken göğe yükselen alev topları güneşin aydınlığını esir alsın. Uçan yılanların, gümüş gibi maden parçalarının fırtına gibi sağa sola savrulduğu bir cehennem tasviri. Aklımdan hiç çıkmamış bu satırlar, deprem fırtınasıyla birlikte hatırımda canlandı. Tüm bunlar 1650 yılında depreme tanıklık eden Cizvit rahip François Richard’ın anılarında yer alıyor. Denizlerin yarılmasıyla ortaya çıkan ve günden güne yükselen yeni kara parçasının birkaç gün içinde 12 metre yüksek ve 6 metre yüksekliğe eriştiği anlar ise bir başka Cizvit Tarillon’un anılarında yer alıyor. Tüm bu ilginç ve ürkütücü bilgilere Santorini’den 227 km uzaklıkta Çeşme Bağarası kazılarında o patlamanın tsunamisiyle Çeşme kıyılarına ulaşan 25 yaşlarında bir erkek iskeletinin bulunmasını ekleyelim. Bu arkeolojik keşif tarihin gizemiyle günümüze bilgiyi taşıyor ve bu da kendi içinde büyüleyici değilse nedir?
TARİH TEKERRÜR MÜ EDİYOR?
Uzmanların büyük çoğunluğu bir aydır gündemi meşgul eden deprem fırtınasının tektonik olduğunu söylese de kimi bilim insanları 3600 yıl önce yaşanan volkanik patlamayla günümüzdeki sismik faaliyetler arasında benzerlikler olduğunu aktarıyor. Bu sürecin daha önce de 4 aya yakın süre benzer hareketlilik sonucunda yatışan depremler gibi sonuçlanmasını diliyorum. Öte yandan az önce bilimsel bilginin eksikliğinde yaşanan korkuya bugün bilimin öngörüsü ve önlem geliştirme kapasitesi ile yaklaşmanın önemine dikkat çekmek isterim. Sosyal medya üzerinden yalan yanlış bilgiler aktaran “fenomen”lerin felaket tellâllığı Ege’de kıyısı olan her iki ülkeyi de esir almış görünüyor. Pandemi sürecinde de ‘adalar ülkesi’ olarak belki birçok ülkeden daha büyük risk altında olan Yunanistan’da süreç yönetiminin başarıyla kotarılmasını izleyerek bilinçli ve planlı yönetim kararlarının olumlu sonuçlarını gözlemlemiştim. Bugün de benzer bir anlayış görüyoruz. Hareketliliği gün be gün izleyen uzmanlar ne olursa olsun hazırlığı da elden bırakmıyorlar. Afet toplanma alanları belli, deprem çadırları kurulu, müdahale ekipleri ve alanları hazır, eğitimler veriliyor. Yaşamın en zor olduğu adalardan birini geçmişin ürkütücü söylencelerinin gölgesinden kurtarıp özgün koşulları üretimle teşvik ederek Santorini’yi markalaştıran akıl tehlikeyi sorguluyor. Yine François Richard’ın anlatımından kaynakla; yağmur yağmadığında sarnıçları dolmayan, arpa dışında üretimi olmayan bu adanın durmak bilmeyen çalışkan insanları mucizeler yaratarak Santorini’yi ve kendilerini hakettiği yere taşımışlar. Santorini şarabını markalaştıran, dünyaya sadece bu lezzeti değil Santorini’nin mitini, büyüsünü ve ihtişamını da pazarlayan, tarihi/kültürü ve doğayı koruyarak benzersiz bir turizm cazibe merkezi yaratan akıl bugün de sağduyuyla buluşarak bilimin ve bilginin sunacağı güvene sığınıyor.
Biz mi? Biz hep aynıyız. Erken seçim ne zaman? Kim aday olsun? Hangi toprak parçasını kime satalım? İktidar sömürsün, muhalefet elinde havanla aday avına çıksın. Sorun, çözüm, önlem, öngörü, eylem, program, güven, güvenlik kimin umurunda ?! Sahi şimdi olur da bir afet yaşanırsa şu tsunami bize gelir mi? Gelmez mi? Tamam o zaman; gâvur da ne bileyim, kendi kaderini yaşasın işte. Bizden sonrası tufan!