Seçim günü kurbağa hikayeleri anlattığım yazıyı “Haydi sıçrayalım!” diye bitirmiştim. Bu yazıya da “sıçramaya devam” diye başlayayım.

Dünden beri “ah vah” ile arayıp, kapatırken de “Nasıl bu kadar iyi olabiliyorsun?” diyenlere hayat felsefemi özetliyorum: “Benim dışımdaki koşullar ne kadar kötüyse ben o kadar iyi olmalıyım ki başedebileyim!

Şimdi seçime dair bir değerlendirme yapacaksam, ilk şunu söyleyeyim: Geriye dönük değerlendirmelerde başarıyı ya da başarısızlığı “ben demiştim abi”ye bağlayıp söylediklerinizin yapılması veya yapılmaması ile açıklamak epey yaygındır. Sonra bardağın dolu ya da boş tarafına bakarak bir şey söylersiniz.

Ben bardağın boş tarafını daha da boşaltarak bakmaktan ve benim sorumluluğum ne diye sormaktan yanayımdır.

O yüzden; aslında kazanmadı, ilk defa ikinci tura kaldı, toplam oyları düştü, büyükşehirleri kaybetti, ‘şu bölgelerde ileri bu bölgelerde geri’ gibi değerlendirmeleri, seçim matematiğini pek seven ve bilen siyaset profesyonellerine bırakayım. 

Sonuç ortada, bir seçim oldu ve kazandı!

Kazandı ama nasıl kazandı? Dünyanın en eşit olmayan koşullarda yapılmış seçimdi. Kurşun ve sopa kullanıldı. Yabancılar oy verdi. Devletin tüm imkânları ve medya olanca ağırlığıyla bir adaydan yanaydı. Seçim hileleri gırla gitti…      

Tamam, hepsi doğru! Doğru da, bunlar seçimden sonra ortaya çıkmadı ki. Bunları bile bile, hatta bu noktaya gelen yolun taşlarını döşeye döşeye bu noktaya gelinmedi mi? 

Anayasaya, yasaya, teamüllere aykırı… “ama şimdi itiraz etmeyelim, aleyhimize olur” denilerek onay verilenlerle gelindi bugünlere. Daha ilk yasadışılıkta, ilk anayasa ihlalinde, ilk dokunulmazlık kaldırıldığında, ilk kayyum atandığında, ilk vatandaşlık satıldığında, üçüncü kez aday olmaya yeltenildiğinde “Hayır” denilerek güçlü kitlesel direnişler gösterilse, otoriterlik böyle kurumlaşamazdı!

Şimdi ileri sürülen tüm olumsuzluklar baştan da biliniyordu ve bunlar bilinerek girilen seçim kaybedildi.

Daha beter olsunlar” diyerek ve karikatürize ederek Erdoğan’a oy veren yoksulları hedef almaktan ağır hata yok!

Bir takım gerekçelerle acınızı hafifleterek, ağrı kesicilerle iyileşemezsiniz! Ben acıyan yanıma daha da acıtarak bakarım ki olabildiğince çabuk ve etkin bir tedavi yolu bulabileyim.

Bundan sonrası zor olacak. Daha zor. Ancak, bunu böyle söylemek “eyvah” demeyi değil yere daha sağlam basmayı gerektiriyor! 

Erdoğan hemen Pazar akşamı, başta İstanbul olmak üzere büyükşehirleri alma hedefiyle yerel seçim düğmesine bastı. Zafer konuşması da gösterdi ki, kutuplaştırmaktan vazgeçerek yumuşak ve kucaklayıcı bir çizgi izlemeyecek. Tersine, “Terörist Selo” diye Demirtaş’ı önlerine attığı destekçilerinin “İdam İdam” haykırışlarının yarattığı atmosfer hakim olacak memlekete.

Kimse, yenilgiyi “onunla olmazdı” diye Kılıçdaroğlu’na da bağlamasın. Herkes kendine baksın. Kılıçdaroğlu tarihin gördüğü en geniş siyasal yelpazede bir birlik yaratarak “toplum” olabilme yolunda önemli bir adım attı. İktidar yerel seçimlere kadar bu birliği bozmak için elinden geleni yapacak.

CHP, kendini solda görüyorsa, sağa yaklaşarak kazanamayacağını umarım artık kavrar. İttifaklarını kendisinden vazgeçerek değil daha fazla kendisi olarak kurar.

Sol bilir ki; hedeflenen toplumsal değişim “olgunlaşmış elma gibi kendiliğinden düşmez.” Bu yüzden, toplumun en alttakileriyle gündelik hayat içinde sorun çözme odaklı sürdürülebilir ilişkiler kurarak ve böyle böyle örgütlenerek ilerlemek zorundadır! “Şimdi” başaracağım diyerek “geleceği” unutmadan.

Ve tabii sıçramaya devam! “Hayatı zaferleri kutlayarak değil, yenilgileri aşarak yaşamak!” bizim işimiz.