Google Play Store
App Store

Şiddet, amaca ulaşmak ve istediğini elde etmek için karşısındaki “kendinden güçsüz olana” fiziksel, ruhsal, ekonomik zor kullanımıdır. Şiddetin en uç hali öldürmek. Türkiye’de ölümle sonuçlanan şiddete maruz kalanlarla ilgili sayılar erkeklerin kadınlardan daha çok öldürüldüğünü gösteriyor. Kadına, yaşlıya, çocuğa yönelik şiddet ve cinsel şiddet ise şiddet olaylarının en yaygını. Erkekler daha çok öldürülüyor ama kadınlar (çocuklar, yaşlılar, LGBT’ler, göçmenler, azınlıklar) daha çok şiddete maruz kalıyorlar. Dünyanın çoğu ülkesinde de istatistikler benzer.

Dünyada da rakamlar böyle, hatta Türkiye dünya istatistiklerinde çok yukarılarda değil diyenlerin sayısı da az değil. Soruna böyle yaklaşanlar ülkede giderek derinleşen şiddeti “normalleştirerek” çözüm arayışı getirmek istiyorlar. Normalleştirenler, “içinde yaşanılan koşulların” şiddeti kaçınılmaz kıldığını demeye getiriyorlar. Bu şartlarda şiddetin ortaya çıkması normal denildiğinde şiddeti azaltmanın yolu da söz konusu şartları değiştirmekten geçiyor. Buraya kadar hemen herkes hemfikir olabilir. Madem şiddeti doğuran nedenler var, o nedenler ortadan kaldırılırsa şiddet de bir araç olmaktan çıkar ve şiddet olayları azalır.

TEŞVİK EDİLİYOR

Örneğin, İkbal ve Ayşenur cinayetleriyle ilgili “Eğer bu kızcağız, islam hassasiyeti ile yetiştirilmiş olsaydı kendisine namahrem olan bu katille hiç tanışmayacaktı bile ve şu an hayattaydı” diyen ve üniversite profesörü olduğu anlaşılan Ebubekir Sofuoğlu şiddeti normalleştirenlerden! Siz bakmayın, eleştirildi, tepkiler çığ gibi büyüdü, üniversitesi soruşturma açtı haberlerine. Söyledi ve söylemeye devam edecek. Bu açıklaması nedeniyle herhangi bir bağlayıcı yaptırım içeren ceza almayacak. Ne demeye getiriyor Sofuoğlu? Ülkede kadınların koşulları islam hassasiyetine uygun değil, bu yüzden öldürülmeleri normal. Ülkede kadınlar islam hassasiyetine uygun koşullarda yetiştirilir ve yaşarlarsa öldürülmezler!

İkinci örnek Ahmet Hakan. Ne işe yarıyor bu psikiyatri servisleri celallenmesinden söz ediyorum. Katilin daha önce psikiyatride ayaktan ve yatarak tedavileri olmasından yola çıkarak psikiyatrlara “fırça atıyor”! Tedavi etmeli, öngörmeli ya da “tımarhaneden” çıkarmamalılarmış katili. Hakan da şiddeti psikiyatrik hastalığı olanların uyguladığını, psikiyatri disiplini işini iyi yapmadığında şiddetin (cinayetlerin) olmasının normal olduğunu iddia ediyor.

Üçüncü bir “normalleştirme” daha var. İnsanların istediklerini “yerine getirtmek” için şiddeti araç olarak kullanmalarından başka çarelerinin kalmadığını ve daha önemlisi istediklerini, haklarını ya da hak gördüklerini elde edebilmek için şiddeti araç olarak kullanmalarının cezalandırılmadığını, dahası teşvik edildiğini söylemek.

GAZ ODALARI

Her üç yaklaşım da “devleti” göreve çağırıyor ve bireye de çözüm öneriyor. Ama farklı şekillerde. Sofuoğlu gibilerine göre devlet, kadınların islama göre yaşamalarını sağlamalı, bu gerçekleşene kadar da “errkekler” kızlarının, eşlerinin, annelerinin kısaca egemeni oldukları tüm kadınların islam hassasiyetine göre yaşamalarını sağlamalı. Hakan, toplum böyle kardeşim diyor; devasa bir psikiyatrik gözetim, denetim ve kapatma aygıtı kurularak, deliler ya iyileştirilmeli ya da toplum dışında izole edilmeliler. Tarihte bu “cin fikre” Ahmet Hakan’dan önce Naziler ulaşmıştı. Psikiyatrik hastalık tanısı olanları hastanelerden toplama kamplarına almış daha sonra da komünist, Yahudi ve Çingenelere yer açabilmek için önce bu hastaları gaz odalarına doldurmuşlardı. Üçüncü normalleştirmenin tipik bir örneği ise görüntüleri medyaya düşen Büyükçekmece Savcısının makamında maruz kaldığı tehdit. “Devletle” yakın bağları olduğunu söyleyip, bu bağları sosyal medyasında paylaşmaktan kaçınmayan bir kişi var. Bu kişi savcıya sözcülüğü üstlendiği insanların önce kimler olduklarını anlatıp, istediklerini yapmazsa öldürüleceğini haber veriyor! “Başka çareleri yok, istediklerini bu yolla yaptırıyorlar, şiddetten korunmak istiyorsan yasalara göre değil, onların istediği gibi karar vermelisin” diyor. Savcı öldürülmek istemiyorsa yasaları değil daha güçlü olanın isteklerini yerine getirmeli. Öldürülmek şiddet aracının en uç hali; sürülme, rütbe düşümü, hakkında soruşturma açılması gibi tehditler ise daha hafif şiddet araçları.

Zaten ülkede de yaygın kanı adalet sisteminde kararların yasalara göre alınmadığı, daha güçlü olanın istediği kararları ama tehditle ama şiddet yoluyla aldırdığı yolunda. Bu kanı, adalet sistemi istenilen kararı alsın diye rüşvet, siyasi tehdit ve şiddet araçları kullanılmasını normalleştiriyor. Bu normalleştirme, kendi şiddet gücün adalet sisteminde istediğini almaya yetmiyorsa, sisteme hiç başvurmadan muhatabına doğrudan “şiddet uygulayabilirsin”i de normalleştirmiş ve çözüm yolunu göstermiş oluyor. Demek ki şiddetten korunmak isteyenlerin ne yapacakları belli. Kendilerinden güçlü olanın her istediğini yerine getirecekler ve kendilerinden zayıf olana da her istediklerini yaptıracaklar. Bu durumda hiçbir şekilde şiddete maruz kalmadan her istediğini yaptırabilmenin yolu en güçlü olmaktan geçiyor. Sistem en güçlüden aşağıya doğru şiddetin normalleştirilmesini sağlıyor. Kendinden güçlü olana boyun eğmek yetmiyor, kendinden aşağıda olana da şiddet uygulamalısın. Çünkü sen şiddet uygulamazsan, aşağıdaki senden güçlü olduğunu düşünebilir ve o sana şiddet uygular.

Siyasetteki normalleşme stratejisi de bu bağlamda daha anlamlı oluyor, değil mi?