Sihirli kalem ve bin arılar
Keşke yazıyla, yani yazı yazarak bir şeyleri değiştirebilseydim. Okuyanın okumasıyla olacak tabii. Yoksa yazdığım yerden bir şeyleri değiştirmek istemezdim.
Çevremde gördüğüm yanlışları yazı yazarak düzeltebilseydim keşke. Bunu da gizli bir şekilde herkesin aklına, kalbine girerek yapabilseydim. Bir cümlede hırsızlığı bitirip, iki üç paragrafta adaleti sağlayabilseydim, bir iki paragrafta mutlu olmayı, birkaç sayfada da bir arada yaşayabilmeyi sokarak yapsaydım. Gizli de değil aslında.
Büyülü harflerden, okunmuş cümlelerden, satırlardan ulaşsaydım herkese. Çünkü zaten buraları okuyan insan sayısı belli. Onlar da benden farklı düşünmüyor, biliyorum. Aynı insani tutkularımız ve hayattan dileklerimiz var. Bunların kaçta kaçı olur? Kaçta kaçı sadece hayallerde ve göremediğimiz yerlerin gün batımlarıda kalır, hangi tuzlu ya da tuzsuz suda, sıcak ya da soğukta kalır?
***
Neyse diyeceğim o ki, keşke şöyle süper bir gücüm olsa. Kelimelerle insanları iyileştirebilsem. İyileşmeseler de daha iyi hissedebilseler. Kurgu yapınca roman, hikaye oluyor, öykü ya da kurgu oluyor. Ben ise Teoman’ın o tuhaf şarkısı Nevrozumun Zindanlarında parçasında (Parçada sıkıntılar içinde, ruhunu afacanlar basmış bir Dungeon Master’ın hayatının yaşanan geçtiğimiz birkaç senesi anlatılmakta) dile getirdiği gibi “Kullanıyorum insanları...” Tabii Teoman bunu derken kendinden bahsediyor. İnsanları kullandığından, yani kendi amaçları için insanlardan yararlandığından bahsediyor. Oysa benimn isteğim bu değil. Yazı sayesinde insanları ‘kullanmayı’ istiyorum. Daha iyi bir yola sokmak, dünyayı daha güzel bir yer yapmak istiyorum. Keşke bu harfler ufalsa, düşünce haline gelse ya da ses olsa, kulaktan, gözden içinize girse ruhunuza yaklaşıp; “Bak burada çok güzel bir yer var, şimdi seninle oraya gidelim” diyebilse. Keşke oradan kalbinize yaklaşıp “Şimdi daha iyisin değil mi?” diye fısıldasa… Ah nerede vah nerede? Nerede bıraktım kalbimi bilmem. Ah nerede vah nerede? Bir bulabilsem ah derede.
Mesela insanlar keyifleri yoken beni okusalar, sonra keyifleri yerine gelse. Zehe mehe diye kendi kendilerine ya da çaydanlıktaki yansımalarına gülse. Zaten gülmenin ve ağlamanın yaşı yok. Aynı ölmenin olmadığı gibi. Her yaşta ölünebiliyor aslında büyük kolaylık…
***
Neler neler yapmazdım ki! Biraz yaz, hoppacık insanlar trafik kurallarına uysun mesela. Aslında buna kanun deniyor ama bizde o bile yok. Kanunu vicdanımzla yaratmak zorunda kaldığımız tuhaf zamanlar içindeyiz. Çoğumuzun gerçekliği artık tamamen bu olmuş bile olabilir. Kanunun olmadığı, kötünün yaptığı yanına kaldığı kimileri için muhteşem kimileri içinse korkunç yıllar. Hem de ne kadar çok yıl… Böyle böyle artık kanunu da, adaleti de, vicdanı da, insanca davranmayı da kendi kendimize öğretir hale geldik.. Keşke tek hareketimle bilinçlerde güzel kokulu bir çiçek gibi açsam, o çiçeğe bir arı gelse, o arı evine kovanına gidip, diğer arılarla bal üretse, sonra o balı alıp yesem, oradan aldığım enerjiyle biraz daha yazsam, biraz daha fazla çiçek, bazen bir ortman, bazen bir dere, bazen bir kuşun sesi, gözlerinin çevresindeki o kırmızı renk olsam… Bilinçlerde doğsam ya da filizlensem. Kök de salsam ama yukarılarda bulut da olsam. Herkesin aklında tertemiz denize girmenin verdiği o güzel his olabilsem. Daha iyi olmayı tanıtsam yazılarla…
Ama neredeeee? Zaten kim kimeyiz ki şunun şurasında. İyi olmak, iyi olmayı istemekle başlıyor. Bir günde iyileşilmiyor, (BirGün’de iyileşilmiyor yazsa mıydım acaba? Laf şakası gibisinde, hani ‘BirGün’ü okuyanlar zaten iyi’ gibisinden).
Yazımızı Saygıdeğer Cumhurbaşkanımız’ın sözleriyle taçlandırıyoruz “Ama sen engelliye pek benzemiyorsun. Engelli misin? Nasıl?.. Kaç?... Hheheheheh… Numara söyle numara…”