Google Play Store
App Store

O nedenle şiir yalnızca insanları yönettiğine inananların diline yakışmaz. Onlar ne kadar kafiye tutturmaya çabalasalar da, birbirini tutmaz, birbirine yakışmaz sözlerden belagat derleseler de şiir çıkmaz söylediklerinden. Madencilerin yalınayak yürürken söyledikleri acemi sloganlarda, ellerindeki sarı baretleri yere ritimle vurduklarında çıkan sestir şiir.

Şiir külde gizlenen kordur

Siz de olup bitenleri anlamakta güçlük çekiyor musunuz? Birbiriyle çelişen durumların üstünüze üstünüze geldiği hissine kapılıyor musunuz? Siyaset meydanının neredeyse bir karabasana dönüştüğünün farkında mısınız? Sahnenin “deneyimli” aktörlerinin ne yaptıklarını bildiklerini mi sanıyorsunuz? Yoksa siz de benim gibi, öylesine içine girdikleri çıkışı belirsiz labirentten kurtulmak, sizi de hayatın sıkıntılarından en kestirme yollardan “kurtarmak” için karanlık koridorlarda umutsuzca dolaşıp durduklarını mi düşünüyorsunuz? Ne yaptıklarını biliyorlar mı? Bu aktörlerin, deneyimli oyuncularının sundukları çözümlerin pek parlak, umulmaz, beklenmedik ve gerçekten akıl çelici olduklarını kabul edelim mi, ne dersiniz?

Bu yoldan çıkarıcı parlak çıkışlar konusunda epeyce eski ama hâlâ ilginç Rastlantı ve Kaos adlı eserinde fizikçi David Ruelle şöyle bir benzetme yapıyor: “Günlük hayatta patronunuz, sevgiliniz ya da ülkenizi yönetenlerin sizi yönlendirmeye çalıştığını sık sık görürsünüz. Size önerdikleri “oyun” seçeneklerinden birisi kesinlikle daha parlak görünür. Bu seçenekte karar kıldığınız zaman karşınıza yeni bir oyun çıkar ve böylelikle kısa bir süre sonra “akılcı” seçiminizin sizi aslında hiçbir zaman istemediğiniz bir yere getirdiğini görür ve tuzağa düştüğünüzü anlarsınız” (Say Yayınları, s. 55). Böyle durumlarda tuzağa düşmemenin bir yolu var mı? Var aslında. Çekici, parlak, beklenmedik, afaki, mucizevi önerilerden uzak durmayı başarabilirseniz, bir şeyler yitirmiş olsanız bile, o labirente yukarıdan bakabilir, çıkış kapısını kestirebilir, yönetenlerin oyunlarını bozmak için beklenmedik çıkışlar yapabilirsiniz. Pek deneyimli siyaset erbabının sizi hayretler içinde bırakan önerilerine kulak asmadan uzaklaşın o “parlak” fikirlerden, işte o zaman kendinizi daha özgür hissedeceksiniz.

***

Özgürlük en fazla gereksinim duyduğumuz hayat bilgisidir, cansuyudur. Onu kazanmak gerekir. Zorunlulukla aynı anda anılmasının nedeni gerçekliğin başka türlü tezahür edememesindendir. Özgürlük eylemin, eylemenin, pratiğin kendisidir. Zorunluluk ise ona ket vuran, sevgisiyle öldüren, insanı hep durdurmaya eğilimli, geçmişten gelen ve geçmişi sürekli üreten nesnelliğin adıdır. Marx’ın belki de en çok alıntılanan ünlü “insanların tarihlerini kendilerinin yaptığını” anlatan sözlerinde özgürlük ve zorunluluk bir kere daha en özlü bir şekilde karşımıza çıkar. Şöyledir bu sözlerin devamı: “...ama onu özgür iradeleriyle değil, kendi seçtikleri koşullar altında değil, dolaysız olarak önlerinde buldukları, verili, geçmişten devrolan koşullar altında yaparlar” (Fransız Üçlemesi, 18 Brumaire, Yordam Kitap, s. 149). Burada özne, fail “insan”dır; yüklem, fiil ise “yapmaktır”. Koşullar, iflah olması zor alışkanlıklar, zorunluluklar olarak bizi durdurmak için harekete geçer. Bu ünlü tezde vurgu her zaman “insanlar … yaparlar”dadır. Özgürlük zorunluluklar içinde kendine yol açan eylemin kendisi, doğasıdır. Özgürlüğümüzü 21. yüzyılda değişen koşulların cenderesinde yeniden yeniden kazanmaya çabalarken geçmişin yakamıza yapıştığını bizi ölüler diyarına çekmeye çalıştığını anlar gibi oluyoruz; her zaman değil, arada bir, belki de seziyoruz demek daha doğru. Pek karmaşık bilimsel teknolojik gelişimin hızı, rüzgârı, işleri pek de kolaylaştırmıyor ama yine de bu yüzyılın devrimi “kendi öz içeriğine ulaşmak için ölülere kendi ölülerini gömdürmek” zorunda. Şiirini o da tıpkı 19. yüzyılın toplumsal devrimi gibi geçmişten değil gelecekten çıkaracak.

***

Türkiye ise geliştikçe, kimilerine göre sona yaklaştıkça vahşileşen küresel kapitalizmin cenderesinden çıkamıyor. Şiirin gerçekleri fısıldayan sesine karşı piyasa kültürü bizi sürekli geçmişe çekiyor. Modernite ile sorununu çözmüş, onu kendine benzetmiş Batı sisteminin rüzgârına kurtuluştan kısa bir süre sonra kapılan ülkemiz, kapitalizmini Ortadoğu’nun uyuşuk kalıpları içinde sürdürmek, bilimi teknolojiyi ise cehaletin içinde, gerektiğinde ithal edilebilecek mal olarak halktan saklamak istiyor. Başarıyor da. Çokboyutlu bir saldırı ekonomide yoksulluğu derinleştirir tevekkülle gizlerken, kültürde uyuşuk bir rüzgârın savurduğu kumlar üstümüze yapışıyor. Açı genişliyor; yoksulların sayısı artarken AVM’ler boşalıyor, pazardaki alışveriş azalıyor. “Fazla tüketmek size göre değildir azla yetinen cennete gider” diyen azınlık, kendi cennetini yanında taşıdığını gizleme gereği duymuyor bile. Çok mu kaba anlattım, ama öyle, kabadır zaten gerçek. Özellikle bu gerçeğin kendini saklama gizleme yeteneği pek zayıftır. Tamam eğer ülkenin aydınları kendilerini güçsüz hissedip “yitirdik bu savaşı” kaygısıyla köşelerine çekilmeseydiler ya da “her şeyi görmek zorunda mısın?” diyen konformistin izinden gitmeseydiler umutsuzluk bu kadar piyasa yapmazdı.

Yine de şiir tükenmez, kor külün altında bir yerlerdedir.

***

Böyle zamanlarda külün altında gizlenen koru yani şiiri canlandırmak gerekir. İşe yaramaz mı diyorsunuz. İşte orada yanılıyorsunuz. Çünkü şiir sanıldığı gibi kitaplarda, dergilerde görünme şansı bulanların yazdıklarından ya da söylediklerinden ibaret değildir. İyi dinleyin, kulak verin; şiir sokaktaki insanın, büyümenin ve yetmezliğin sıkıntısı içinde hayata tutunmaya çalışan delikanlının, “ben neden bu kadar tutuğum, tutukluyum, çizilen sınırların içinden çıkamıyorum” diyen genç kızın, pazar yerinde satılmadıkça ağırlaşan yükünü şarkılarla, tekerlemelerle bağıra çağıra havalandıran pazarcının, insanlara, hayvanlara, canlılara kötülük edenlere, dile gelmez çocuk düşmanlığına duyduğu derin öfkeyle, eli kolu bağlı olduğu için kendini kara bir bulutun içinde gizleyen ananın babanın söylediğidir, yaktığı ağıttır şiir. Kamyonların arkasına özenle yazılandır. O nedenle şiir sokağındır. O nedenle şiir yalnızca insanları yönettiğine inananların diline yakışmaz. Onlar ne kadar kafiye tutturmaya çabalasalar da, birbirini tutmaz, birbirine yakışmaz sözlerden belagat derleseler de şiir çıkmaz söylediklerinden. Madencilerin yalınayak yürürken söyledikleri acemi sloganlarda, ellerindeki sarı baretleri yere ritimle vurduklarında çıkan sestir şiir.

***

İşte son zamanlardaki yoğunlaşan, birbirini izleyen ve nasıl sonuçlanacağını planlayanların bile bilemediği siyaset manevraları, panik ataklar, felaketi çağıran “ya herru ya merru” diyen çaresiz atıp tutmalar bu nedenle, insandaki şiiri öldürmek için, insanın özündeki iyilikte kendini gösteren sözü silmek için külü savuruyorlar. Bilmedikleri savrulan külün altındaki kordur. Öyle uzun ömürlü, öyle direngendir ki, külün yıllardır gizlediği kor parladığında, şairler de halktaki şiiri yani koru sevinçle keşfederler.

Haydi şair işin zor, yolun açık olsun…