Google Play Store
App Store

Bazı dönemlerde muktedirlerin adaleti askıya alması, zulüm ile devran sürmeyi doğal sayması ve bunları sonsuza dek sürdüreceğini sanması, iktidar hırsının "fıtratında" olabilir. Ancak, şiirsel adalet de içerdiği hak hukuk duygusuyla bu hırsı ortadan kaldıracak, insanın varlığına doğasındaki özgürlük duygusunu yeniden kazandıracaktır.

Şiirsel adalet

Adalet, şiirin temeli. Adaletin “Mülkün temeli” olduğu mahkemelerin duvarlarında, savcı ve yargıçlardan oluşan heyetin tam arkasında, üstte, altın süsü verilmiş, hemen her zaman “majiskül” ve irice harflerle yazılıdır, ama aslında belleklere, gözlere, yüreklere kazılıdır.

Oradaki mülk, kişisel mülkiyeti de imler ama ilk anlamıyla devlettir. Adalet, devletin temelidir. Son 25 yılın devletinden yola çıkarak söylendiği gibi devletin dini olmaz ya da daha yumuşak biçimde söylendiğinde, devletin dini adalettir!

Platon’un devletinden kovduğu şairler, devlete değilse de adalete sahip çıkarlar. Felsefenin başat sorusu özgürlükse, şiirin de yurdu adalettir. Bu bazen sınıfın adaleti olur, bazen barış, bazen toplumsal adalet, fakat istenen şiirsel adalettir.

Belki adaletle olan ilişkisi olanaksız sayıldığı için, şiir işe yaramaz bir “oyuncak” olarak görülür. Devlet yapısı gereği her şeyi sistemleştirmek ister, kederi ve sevinci bile. Standartlar enstitüsünün şiir değilse de roman hali vardır, çok severek okuduğumuz bir romandır: Saatleri Ayarlama Enstitüsü, bir şairden, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan. Şiir ise doğası gereği kurumsallaşmaz, anımsatır.

İnsanın anılarının şiir olduğu kadar, anımsattığı duygular ve kavramlar da şiirdir: Adalet, özgürlük, tanışmak, yoldaşlık, aşk, masumiyet, yalınlık, kardeşlik, doğa, düşünmek, düşlemek...

Felsefe ve şiir ya da özgürlük ve adalet. Edip Cansever’in “İnsan en çok yaşıyorken özgürdür” demesi ve bunu üç kez yinelemesindeki hikmet, adaletin getirdiği erinç duygusudur. İnsan adilse, adaleti inancının, öğretisinin, yolunun üstüne koyuyor ve her dua ettiğinde, her slogan attığında, her yola çıktığında kendini özgür hissediyorsa, hikmet aramaya gerek yoktur, adalet yerini bulmuştur!

Adalet, o şiir gibi okunası, unutulmayası, korunası, kutsallar arasında en başta yer alası ve adaleti olmayanın, o duyguyu örseleyenlerin, önemsemeyenlerin tez elden kovulası!

Adaletin şiirsel olması tam da birlikte söylendiği yoldaşlarıyla, hak hukuk adalet üçlemesiyle bilinmesi, beklenmesi halidir. Üçünün her zaman her koşulda yan yana olma halidir. Hakkını hukukla almak kadar, hakkını hukukla korumaktır. Hukukun seni senden daha çok gözetmesidir. Bireyden başlayan hukuk güvencesinin tüm topluma yayılması ve herkesin bu doğal güvenceyle özgürce yaşamasıdır.

Şiirin bazen eleştirildiği haliyle, kuşla böcekle, ağaçla suyla uğraşmasında da doğallıkla bu özgürlük yatar. Peki, bu her zaman gerçekleşir mi? Şiirsel adaletten nasibini herkes yaşadığı süre içinde alır mı? Ne yazık ki tarih de şiir de hukuk da bunun böyle olmadığını anlatır bize. En başta da Pir Sultan Abdal’ın şu dizesi: “Kalsın benim davam divana kalsın!”

Yeryüzünde her çağda her toplumda, mülkü mal mülk servet olarak görenlerle, hakça yönetim, eşitlik olarak anlayanlar arasındaki, neredeyse sonsuza dek süreceğe benzeyen kavga, adaletin insanlar yaşarken gerçekleşmesi kavgasıdır. Toplumsal adalet isteğidir bu. Nasıl her şey biz yaşarken oluyorsa, en çok gereksinimini duyduğumuz adalet de nefes gibi hep içimizde olsun isteriz ama ne yazık ki olmaz!

Şiirsel adalet kavramı, duygusu bu yazıklanmayı geçersiz kılacak bir umudu gösterir bize, o “Bir gün Mutlaka” isteğinin karşılığıdır. Zamanında okunmayan, değeri bilinmeyen iyi şiir gibi, zamanında gerçekleşmeyen adalet de, gecikmeyle de olsa “Birgün Mutlaka” gerçekleşecek, hak yerini bulacaktır.

Bazı dönemlerde muktedirlerin adaleti askıya alması, zulüm ile devran sürmeyi doğal sayması ve bunları sonsuza dek sürdüreceğini sanması, iktidar hırsının “fıtrat”ında olabilir ama, şiirsel adalet de içerdiği hak hukuk duygusuyla bu hırsı ortadan kaldıracak, insanın varlığına doğasındaki özgürlük duygusunu yeniden kazandıracaktır.