Sıkı maliye politikası: Tehlikeli sular
Asgari ücret görüşmelerini 2-1, hatta Türk-İş’in uzlaşmacı karakteri bakımından 3-0 yenik başlanan bir danışıklı döğüş olmaktan çıkarabilmek, ancak işçi sınıfının meydanlar üzerinden masaya ağırlık koymasıyla mümkündür!
“Maliye politikaları gevşek, dolayısıyla sıkı para politikalarını yeterince desteklemiyor” yaklaşımı çok sorunlu. Bir kere maliye politikaları geniş halk kitleleri açısından çok sıkı. Üstelik 2025’te tarihi olarak çok daha sıkılaştırılmış olacak. Bunu görmezden gelemeyiz. Öbür taraftan faturası giderek kabaran Kamu-Özel İşbirliği (KÖİ) projeleri ödemeleri, saltanat harcamaları/kamunun aşırı savurganlığı ve yolsuzluk ekonomisi sıkılamaz çünkü rejimin yakıtı buralardan sağlanıyor. Demek ki asimetrik bir durum var. Hangisi daha ağırlıklıdır bakmak gerek. Öte yandan sıkı para politikaları o kadar da sıkı mı veya herkes açısından öyle mi? Bu yazının ana fikri bu ama biraz daha açmamız gerekecek.
NEOLİBERALİZMİN ÇEKİM ALANINDAN ÇIKAMAMAK
Enflasyona karşı biricik reçete olarak “sıkı para ve sıkı maliye politikaları” önerisine bağlı kalmak bir defa neoliberalizmin çekim alanından çıkamamak anlamına geliyor. Çünkü uygulanan programın ana yaklaşımını çizen 12. Beş Yıllık Kalkınma Planı (2024-2028) ve Orta Vadeli Program’ın (2025-2027) çerçevesi esasen bu yaklaşım üzerine oturtuluyor. Diğer belgeler de bu eksene bağlı kalıyor. Merkez Bankası’nın son açıklanan Enflasyon Raporu da bu çizgiyi sürdürüyor.
Resmî belgelerin –aralarındaki bazı tuhaf çelişkilere rağmen– ortak bir programa bağlı kalmaları anlaşılır bir şey. Liberal iktisatçıların da bu çizgiden çıkamamaları da sınıfsal konumlarına çok uygun. Ama neoliberal politikalara mesafeli veya eleştirel olmaya çalışan kimi iktisatçıların da “maliye politikaları yeterince sıkı değil, o yüzden enflasyonla mücadele başarılı olamaz” gerekçesini fazla irdelemeden veya rezervler koymadan ileri sürmelerini anlamak daha zor. Üstelik, damardan liberal iktisatçıların bir bölümüyle bu konuda ağız birliği etmelerindeki çelişki de cabası…
MERKEZ BANKASI ENFLASYON RAPORU
Ağız birliği edilen resmî belgeler de var. Örneğin “Merkez Bankası Enflasyon Raporu 2024-IV” de bunu söylüyor. Raporun 62-63. sayfalarında yer alan “Enflasyon Tahminleri Üzerindeki Temel Riskler ve Olası Etki Kanalları” tablosunda “baz senaryoya kıyasla riskler” şöyle değerlendiriliyor: “Para ve maliye politikalarının eşgüdüm içinde olmaması enflasyon ve iç talepteki dengelenme süreci üzerinde risk oluşturabilecektir”. “Takip edilen göstergeler” sütununa bakılınca burada iki şeyin kastedildiği anlaşılıyor: “Yönetilen fiyatlar ve vergi ayarlamaları”. Kamunun yönettiği fiyatlarda beklenen enflasyonun değil gerçekleşen enflasyonun dikkate alınmasının risklerine değinilmiş olunuyor öncelikle. Tabii bunu gerçekleşen ÜFE’ye göre belirlenen Yeniden Değerleme Oranı yani yüzde 43,93 oranında zamlanacak çeşitli dolaylı vergiler, harçlar, resimler vs hizmetler bakımından da düşünmek gerekiyor. Nitekim bu da söyleniyor: “2025 yılı başında yeniden değerleme oranı ve maktu ÖTV artışında belirlenecek oran enflasyon tahminleri üzerinde aşağı ve yukarı yönlü risk oluşturmaktadır.”
Burada enflasyona karşı istikrar programının önemli bir çelişkisi de sergilenmiş oluyor: Bir taraftan sıkı maliye politikası gereği olarak kamu açıklarını daraltmak ve talebi kısmak için yönetilen fiyatlara ve dolaylı vergilere yüklenmek “mecburiyeti”, diğer taraftan bunu yaparken fiyatları artırıcı etkilere yol açmak kaçınılmazlığı! Sıkı maliye politikaları sermaye sınıfına teğet bile geçmedikçe “iki ucu keskin kılıç” ikileminden kurtuluş yoktur!
Nitekim TCMB raporunun vergileme önerileri şöyle: “Doğrudan vergilere ve/veya vergi toplama etkinliğine yönelik reformlar yapılması dolaylı vergilere olan ihtiyacı azaltarak fiyatlar üzerinde düşürücü etkiler yaratabilecektir.” Buna bir “geçmiş ola” değerlendirmesi uygun düşer. Böyle bir reformun son denemesine Maliye Bakanı Zekeriya Temizel tarafından 1998’de girişilmişti. Ama yasanın yürürlüğe girişi sermayenin baskısıyla hep ertelenmişti. Sonunda AKP iktidarı sermayeyle elbirliği yaparak bu reformun ruhuna Fatiha okudu. Şimdi Enflasyon Raporu’nu hazırlayan bürokratlar, arkalarında bir siyasi destek dahi olmaksızın (ve uzun geçiş dönemi gerektiren) temennilerini metne geçiriyorlar! Sermaye sınıfı bunu bir tehdit hatta bir risk olarak dahi algılamaz.
Sıkı para politikaları için de benzer durum geçerlidir. Rapor da bunu ima etmektedir: “Finansal koşullardaki sıkılığın yüksek gelir grubu talebi üzerinde etkisinin sınırlı olması, enflasyon üzerinde talep kaynaklı yukarı yönlü bir risk oluşturmaktadır.” Yani uygulamadaki programın finansal sıkılaştırmasının yüksek gelirli grubu etkilemediği itiraf edilmektedir. Buna karşılık, kredi kartlarına, kredili mevduat hesaplarına (KMH), ihtiyaç kredilerine, otomotiv ve konut kredilerine yüksek faizler ve miktar sınırlamaları üzerinden yapılan müdahaleler, düşük ve orta gelirli kesimleri derinden etkilemektedir. Neoliberal programın sınırlarını, Türkiye’nin katı sınıfsal güç dengeleri çizmektedir. Ama salt emekçi sınıflara yüklenmenin de sınırları vardır.
SIKI MALİYE POLİTİKALARININ SINIFSALLIĞINA DAİR
O halde “maliye politikaları gevşektir ve sıkı para politikalarıyla uyumsuzdur” hükmünü vermeden önce iki kere düşünmek gerekmektedir. Düşünme sürecini kısaltmak için şunları da akla getirmek yararlı olabilir:
■ Asgari ücreti, kamu çalışanlarının ücretlerini, emekli aylıklarını ve çiftçiye dönük tarım desteklerini baskılayan politikalar 2025 için çok daha sıkı olmaya adaydır. Resmî belgeler de bunu söylemektedir.
■ Bütçeden sosyal yardımlar ve sosyal güvenlik sistemine yapılan transferler önemli ölçüde kısılmaktadır.
■ Bütçeden sermaye giderleri (yatırımlar) 2024’e göre yalnızca yüzde 0,8 “artmaktadır”! Sermaye transferleri ise cari olarak bile yüzde 53,3 gerilemektedir! Bunun ve ekonomide genel talep daralmasının doğrudan karşılığı işsizlik artışıdır. Nitekim 2024 sonunda yüzde 9,3 olması beklenen işsizlik oranının 2025’te yüzde 9,6’ya çıkması öngörülmektedir.
■ Personel ödeneklerinin 2025 Bütçesinde 2024’e göre yalnızca yüzde 29,8 artması öngörülmektedir. Oysa 2025 için 12 aylık ortalama enflasyon tahmini (deflatör) yüzde 33,9’dur. Bu, reel bir kısılma anlamındadır. Nitekim bu ödeneklerin GSYH’ye oranının 2024’te yüzde 6,1’den 2025’te yüzde 5,7’ye gerilemesi planlanmaktadır.
■ Daha genel düzlemde, Merkezî Yönetim Bütçesinin GSYH’ye oranı 2024’ten 2025’e yüzde 1,5 daralırken bu daralma Genel Devlet açısından yüzde 2,5 oranına çıkmaktadır. Bu sert daralmanın sıkı maliye politikaları sonucunda elde edileceği ve bedelinin (daha çok vergi daha az hizmet olarak) geniş halk kitlelerine ödetileceği açıktır.
ASGARİ ÜCRET, İTİRAZ HAKKI OLMAYAN EN KAPSAMLI TOPLU SÖZLEŞMEDİR
Bu arada baş edilemeyen veya yeterli hızda düşürülemeyeceği anlaşılan enflasyonun kendisi de bir sıkılaştırma aracı olarak devrededir. Özellikle de gelirler yönetimi ve enflasyon hedeflemesi politikaları bakımından.
Hedef TÜFE aldatmacası ile asgari ücretin kendisi, bölüşüm ilişkilerini emek aleyhine bükmenin belirleyici unsurları haline getirilmiştir. İşçi sınıfını 2024’ün dahi gerisine düşen bir artışa razı etme manevraları şimdiden başlamıştır. Oysa asgari ücrette asgari sendikal talep, öncelikle 2024 enflasyon farkının verilmesi, bunun üzerine 2025 zammının ve refah payının eklenmesi olmalıdır. (Bkz. 27 Ekim tarihli yazımız, Sol Haber). Değerli meslektaşımız Aziz Çelik’in “büyümeye endeksleme” önerisi de (BirGün, 11.11.2024) 2025 için bizim önerdiğimiz 36 bin TL civarını göstermektedir.
Asgari ücret görüşmelerini 2-1 (hatta Türk-İş’in uzlaşmacı karakteri bakımından 3-0) yenik başlanan bir danışıklı döğüş olmaktan çıkarabilmek, ancak işçi sınıfının meydanlar üzerinden masaya ağırlık koymasıyla mümkündür!