Şili: İnsanlığa atılan gol
BirGün yazarı Ali Murat Hamarat’la Şili’de 1973’te yaşananları konuştuk.
Futbol tarihinin unutulmaz günlerinden biri olsa gerek 21 Kasım 1973. Kocaman bir stat, bir takım. Tribünde yerini almış tek tük insanlar. Sembolik bir başlama vuruşunu müteakip havalandırılan ağlar...
Aslında her şey 1974 Dünya Kupası elemeleri kurasında başlamıştı. Son şampiyon Brezilya otomatik olarak vize almıştı. Avrupa'dan sekiz, Güney Amerika'dan da üç takım doğrudan turnuvaya gidecekti. Ayrıca her iki kıtanın birer temsilcisi play-off'ta buluşacak ve iki maç sonunda bir takım daha Federal Almanya'nın yolunu tutacaktı.
Avrupa'da elemeler dokuz, Güney Amerika'da ise üç gruba sahne oluyordu. Bugünkünden farklı olarak alınacak puan değil, çekiliş sırası play-off yolunda rol oynuyordu. Yaşlı Kıta'da ilk sekiz, Amerigo Vespucci'nin adını verdiği anakarada ise ilk iki grubun lideri işi garantilemişti. İşte Avrupa'nın dokuzuncu, Güney Amerika'nın da üçüncü grubu kısa çöpü çekmiş, onların yolu play-off'ta kesişmişti.
Fransa ve İrlanda'nın arasından sıyrılan Sovyetler Birliği adını rahatça play-off'a yazdırmıştı. Öbür taraf deseniz tam bir cadı kazanıydı. Venezüela çekilmiş, Şili ile Peru yalnız kalmıştı. Lima'daki ilk randevuyu 2-0 kazanan ev sahibi avantajını koruyamamış, Santiago'daki rövanş da aynı sonuçla bitince play-off öncesi tarafsız sahada bir play-off maçı daha oynanmak zorunda kalmıştı. Uruguay'daki karşılaşmayı 2-1 kazanan Şili, Sovyetler Birliği'nin rakibi olmuştu. Tarihler 5 Ağustos 1973'ü gösteriyordu...
Kırk gün geçmemişti, Şili'den gelen bir haber tüm dünyada manşetlerdeydi. 11 Eylül'de Salvador Allende devrilmiş, Amerika'nın desteklediği Augusto Pinochet iktidara gelmişti.
Aslında Latin Amerika’da seçimle iktidara gelen ilk Marksist olan Allende'yi ne Şili’deki sağcılar ne de Amerika kabul edebilmişti. Ülkenin en zengin iş adamlarından, medya patronu Augustin Edwards Eastman, ‘Big Brother’larının doğrudan veya dolaylı olarak askeri bir müdahaleye yardımcı olup olamayacağına dair nabız yoklamıştı. Şili telekomünikasyon sisteminin devletleştirilmesinden korkan Amerikan Şirketi ITT, darbenin masraflarını üstlenince düğmeye basılmıştı. Allende'nin 23 Ağustos'ta Genelkurmay Başkanlığı'na getirdiği Pinochet, böylece üç hafta geçmeden devlet başkanlığına terfi etmişti.
Bulutsuzluk Özlemi'nin muhteşem şarkısı Şili'ye Özgürlük'te her ne kadar perşembe dense de günlerden salıydı. Sabah saatlerinde ordu harekete geçiyor, Allende teslim olmayı reddedince başkanlık sarayı bombalanıyordu. Veda konuşmasında teslim olmayacağını söyleyen lider intihar etmişti.
Sovyetler Birliği ile play-off maçına çıkacak milli takım yine 11 Eylül günü kampa girecekti. Kadroda hem sağcılar hem de solcular vardı. O Şili ekibinin en politik simalarından Leonardo Veliz, yürekten bağlı olduğu liderinin veda konuşmasını dinledikten sonra üzüntü içinde mutfağına çakılıp kalırken, tesislere gidenlerden kaptan Francisco Chamaco Valdes ve bazı futbolcular kontrol noktalarını tek tek geçerek evlerine dönebilmişti. Yüzlerine doğrultulan tüfeklere karşı tek silahları milli takımda oynadıklarını haykırmaktı.
Ertesi gün stadyumlar, spor salonları rejim muhalifleriyle dolup taşıyor; işkenceler başlıyordu. Tam da o günlerde Pinochet, Sovyetler Birliği'yle ilişkileri askıya alıyordu. Yoldaşlar artık düşman olmuştu. İşte bu ahvalde Şili maça gidiyordu. Ailelerinden bir süre haber alamayan oyuncular, uzun bir yolculuk sonunda Moskova'ya varmıştı.
26 Eylül'de buz gibi bir havada oynanan karşılaşmadan gol sesi çıkmamıştı. Ülke basını beraberliği zafer olarak ilan etmişti. Sahanın yıldızı savunma oyuncusu Elias Figueroa'ydı. Güney Amerika'nın Beckenbauer'i, askeri cuntaya her zaman destek verenlerden biriydi. Yıllar sonra ismi FIFA Başkanlığı için geçen futbol adamı sonra yarıştan çekilmiş, Sepp Blatter koltuğunu korumuştu.
Rövanş öncesi Sovyetler Birliği FIFA'nın kapısını çalıyordu. Başka bir ülkede oynamak istiyorlar, açık hava hapishanelerinden Nacional’e ayak basmayı kabul edemiyorlardı. Şili Futbol Federasyonu Vina del Mar şehrini alternatif olarak göstermeye hazırlansa da cunta dünyaya Santiago'da barış var mesajını vermek istiyordu. Dünya futbolunun patronu asbaşkanını Şili'ye gönderiyor, yerinde teftiş ettiriyordu. Stat taze boyanmışsa da kan kokusu sinmişti bir kere.
Ve FIFA kararını veriyor, maçın Santiago'da oynanacağını açıklıyordu. Talepleri reddedilen Sovyetlere tek seçenek kalıyordu: Sahaya çıkmamak!
21 Kasım 1973'te Şili milli takımı Nacional Stadyumu'ndaydı. Tevatüre göre o gün stadın dehlizlerinde hâlâ mahkumlar işkence görüyordu. Boş tribünler önünde milli marş çalmış, futbolcular başlama vuruşunu müteakip paslaşa paslaşa sembolik bir gole imza atmıştı. Boş kaleye vuran kaptan Valdes'di. Tabelada 1-0 yazsa da Güney Amerikalılar hükmen kazanmış, skor 2-0 olarak tescil edilmişti.
Takımın her şeyi Carlos Caszely de o gün çimlerdeydi. Ülkenin yıldızı akrabalarının dostlarının öldüğü yerdeydi. Solcu olan forvet, Allende'ye gönül vermişti. Halkın sevgilisi, Pinochet'ye karşı direnebilenlerdendi. O kadar göz önündeydi ki bardağın taşmaması adına ona dokunulmamasına karar verilmişti. Şili'de Pinochet dönemini sonlandıran referandum öncesinde annesiyle kameraların önüne geçen Caszely, hayır kampanyasına da destek vermişti. 1988'de sandıktan çıkan yüzde 56, özgürlük sürecini başlatıyordu...
Futbol tarihinin en unutulmaz maçlarından biriydi bu. Hattâ usta yazar Eduardo Galeano'ya göre en acınasıydı. Yapılan binlerce karşılaşmadan çok daha farklıydı. Oynanamamasına rağmen hafızalara kazınmıştı. Ve evet, o gol insanlığa atılmıştı!
Kutu 1 İlk kırmızı kart!
Şili'nin Dünya Kupası macerası kısa sürmüştü. Turnuvanın favorilerinden ev sahibi Federal Almanya'nın da olduğu gruba düşen Güney Amerikalılar, açılışı Panzerlerle yapıyordu. Tesadüf bu ya karşılaşmanın tek golü, o efsanevi takımın en solcu futbolcusu Paul Breitner'den gelmişti.
Aslında o gün, futbol tarihinde bambaşka bir başlık altında inceleniyor. Milyarları peşinden sürükleyen oyunun olmazsa olmazları sarı ve kırmızı kart çok geç icat edilmişti. 1962 Dünya Kupası'nda adeta bir meydan savaşını idare etmek durumunda kalan Ken Aston, yaşadıklarından yola çıkarak yeni kuralların peşine düşüyordu. İngiliz hakem trafik lambalarından hareket ediyor, sarı ve kırmızı kart uygulamasının başlamasına önayak oluyordu. Çimlerdeki o utancın taraflarından biri İtalya, diğeri ise yine Şili'ydi...
Aslında her şey iki gazetecinin haberiyle başlamıştı. Şampiyona öncesiydi. Şili, 1960'da yaşanan ve 5.000 kişinin canına mâl olan 9.5 şiddetindeki depremin yaralarını sarmaya çalışıyordu. Kimileri turnuva başka bir yere alınsın dese de organizasyon umuttu. Ülkenin başkenti Santiago'da haber yapan iki İtalyan gazeteci Antonio Ghiredelli ve Corrado Pizzinelli, fakirliğin kol gezmesinden dem vurup bazı kadınların icra ettiği “dünyanın en eski mesleği”ne gönderme yapınca, iki ülke arasındaki ilişkiler kopma noktasına gelmişti.
Tarihe sonradan açıkhava hapishanesi olarak geçecek Nacional Stadyumu'nda çalan ilk düdüğü müteakip savaş başlamıştı. Sahanın her karesinde kan gövdeyi götürüyor; yumruklar, dirsekler konuşuyordu. Hakem Ken Aston çaresiz kalmıştı.
Şili, polisin üç kere sahaya girdiği karşılaşmayı İtalya kalesine son 15 dakikada attığı iki golle kazanmıştı. O gün çaresiz kalan Aston sonra sarı ve kırmızı kartlar için düğmeye basacaktı…
1970 Dünya Kupası'nda kartlar gösterilmeye başlasa da kimse kızarmamıştı. Hakemler futbolcuları sahadan atma konusunda biraz çekingendi. İşte 14 Haziran 1974'teki Federal Almanya- Şili mücadelesi bir ilke sahne olmuştu. Berti Vogts'a oldukça sert bir faul yapan Caszely tarihe geçmişti. O ilk kırmızı görendi, Doğan Babacan ise gösteren! Evet, turnuva tarihinin ilk kırmızı kartını 1974'te bir Türk hakem göstermişti.
İkinci karşılaşmada Güney Amerikalılar bu sefer karşılarında Duvar'ın doğusunu bulmuştu. Avustralya'yı yenerek turnuvaya iyi bir başlangıç yapan Demokratik Almanya, Martin Hoffmann'la öne geçmiş, Sergio Ahumada puanları paylaştırmıştı.
Son olarak 22 Haziran'da Avustralya ile buluşan Şili, ağları bulamayınca gruptan çıkma şansını yitirmişti. Sahayı atlayıp askeri cuntayı protesto eden gençler o maçın unutulmazıydı.
Kutu 2 Şili'nin ozanı
Darbeden sonra stadyumlar, salonlar muhaliflerle dolup taşmıştı. Ülkenin ozanı Victor Jara, toplananlar arasındaydı. Tabii ki biricik aşkı, hayatını verdiği gitarıyla. Moraller çökmüşken, onun dudaklarından dökülmeye başlayan marş bir anda tüm salonu kaplıyordu.
O cehennemden kurtulmayı başaranların anlattığına göre askerler müzisyenin ellerini kırdıktan sonra gitar çalmasını istemiş, o da Allende'nin seçim şarkısı Venceremos'u (Kazanacağız) söyleyerek yanıt vermişti.
Askerler baktılar olmuyor, dipçiklerle Jara'nın ellerini kırdılar. Kaburgaları deseniz tuzla buza dönmüştü. Fakat dur durak bilmiyordu devrimci müzisyen. Çektirilen tüm işkencelere rağmen, şarkılarını söylüyordu. Hattâ statta son şiirini yazıyordu.
Beş bin kişiyiz burada
bu ufacık yerinde kentin.
beş bin kişiyiz.
kim bilir kaç kişiyiz daha
kentlerde ve ülkede?
burada yapayalnız
on bin el, tohum eken
ve fabrikaları çalıştıran.
insanlığın ne kadarı
açlıkla, korkuyla, panikle, acıyla
ahlâki baskıyla, terörle ve çılgınlıkla
yüz yüze?
altımız yitip gitti
yıldızlı göğe gidercesine.
biri öldü, bir diğeri dövüldü, aklıma
gelmezdi bir insanın böyle dövülebileceği.
diğer dördü bitirmek istedi yaşadıkları dehşeti
biri hiçliğe attı kendisini
bir başkası kafasını duvarlara vura vura
ama ölüm hepsinin bakışlarında.
ne dehşettir bu faşizmin yüzünün yarattığı!
planlarını bıçak keskinliğinde yürütüyorlar.
hiçbir şey umurlarında değil.
onlar için kan demek madalya demek,
kıyımsa kahramanlık.
ah, tanrım, bu mudur yarattığın dünya
yedi günlük mucize ve emeğin sonunda?
bu dört duvar arasında sadece tek numara var
ki o da ilerlemiyor
ki o da yavaşça daha fazla ölüm istiyor.
ama birden uyanıyor vicdanım
ve görüyorum ki bu akışın yüreği atmıyor
tek atan makinelerin nabzı
ve askerlerin ebe yüzlerini gösterişi
tatlılıkla yüklü.
haykırsın meksika, küba ve
dünyanın kalanı bu vahşete karşı!
on bin eliz biz burada
hiçbir şey üretemeyen.
kaç kişiyiz ülkede?
başkanımızın, yoldaşımızın kanı
bombalardan ve makinelilerden daha sert vuracak!
bizim ilk darbemiz de yeniden!
ne zor şarkı söylemek
dehşetin şarkısını söylemek zorunda kalınca.
yaşadığım dehşetin
ölmeye durduğum dehşetin.
görmek kendimi bunca insanın ve
bunca sonsuzluk anının arasında
sessizlik ve çığlıkların
şarkımın sonunu getirdiği.
gördüğümü daha önce hiç görmemiştim
önce ve şimdi hissettiklerim
doğurtacak anı*
Bildiği yoldan şaşmamıştı Şili’nin sesi, ta ki son nefesini verdiği 16 Eylül akşamına kadar. Sadece o mu; birçokları tarihte donup kalmıştı.
Senelerdir beklenen itiraf 2009'da gelmişti. Jara'yı kevgire çevirenlerden biri olan 54 yaşındaki José Adolfo Paredes Márquez, o gece olanları anlatmıştı. Bir subay silahındaki tek kurşun patlayıncaya kadar Rus Ruleti oynamış, ardından o gün 18 yaşındaki Marquez ve diğer bir askere ateş etmelerini emretmişti. Üç gün sonra mezarlıkta bulunan müzisyenin cesedinde tam 44 kurşun deliği tespit edilmişti.
3 Aralık 2009'da Santiago'da ölümünden 36 sene sonra düzenlenen cenaze törenine yine Pinochet mağdurlarından biri olan Devlet Başkanı Michelle Bachelet'in konuşması pek manidardı. O, şüphesiz bir ulusun kahramanıydı.
Uzun süren araştırmalar sonucunda 3 Temmuz 2018'de Jara'nın işkence ve katlinden sorumlu tutulan sekiz emekli subaya 15'er yıl hapis cezası verilmişti.
Yeri gelmişken, bir karışıklığı da gidermeli. Kimileri Jara'nın katledildiği ve sonradan adının verildiği yer olarak Sovyetler Birliği'nin sahaya çıkmayı reddettiği Nacional Stadyumu'nu gösteriyor. Oysa Jara son nefesini bir spor salonunda vermişti. 2004'ten bu yana ölümsüz ozanın adını taşıyan 6500 kişi kapasiteli Estadio Victor Jara'da konserler de düzenleniyor.