Şimdi de “D” tuşuna bastı
Faşizm acımasız, fütursuz, sorumsuz ve vicdansızdır. Attığı adımın, yaptığı zulmün maliyetini asla hesaplamaz. Kan dökme, yakıp yıkma, mahvetme ve gerektiğinde bir toplumun bugüne değil geleceği üzerinde dahi kara bulutlar oluşturma pahasına, yıkıma yolaçmaktan çekinmez.
Bugünkü iktidarın da, hukuku ayaklar altına almak, adaletin “A”sını bile halka çok görmek, hakları kısıtlayıp engellemek ve özgürlükleri boğazlamaktan çekinmediğini hemen her gün, her saat görmekteyiz.
Geçen hafta bu bağlamda, “M” tuşuna bastığına tanıklık etmiştik rejimin. Medyaya yönelik yeni bir bombardıman gerçekleştirmişti. RTÜK aracılığıyla, muhalif kanallara acımasız cezalar yağdırmış, muhalif TV kanallarını (futboldan benzetme yapmak gerekirse) sarı kart sınırına kadar “itelemişti”. RTÜK akıllara ziyan gerekçelerle verdiği cezaların dibine “bir daha yaptığınız takdirde, ipinizi çeker, şalterinizi indiririm” şerhini düşmüş, yani lisans iptaliyle tehdit etmişti. Bu hafta sıra, klavyedeki “D” yani din tuşuna geldi… Recep Bey Rejimi, daha önce de başvurduğu bir silahı, ancak silahların en tehlikeli ve en ölümcül olanlarından birini ateşledi. Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinden birine, en fazla sahip çıkmamız ve en çok üzerine titrememiz gerekenlerinden birine, “laiklik” ilkesine yönelik bir saldırı içeren eski, bayat ve tehlikeli bir senaryoyu yine sahneye koyuyor.
Zaten bir iki tanesi kalmış ve zar zor ayakta kalmaya çalışan katileli ve omurgalı muhalif basılı dergilerden Leman Dergisi’nde yayınlanan karikatürlerden biri üzerinden, “din sömürüsü” yaparak, toplumu dini değerler temelinde bölmeye çalıştılar yine.
Ortadoğu’nun kan revan içinde çatışmalarında ölen bir Müslüman (tipik bir isimle Muhammed diye tasvir edilmiş) ile bir Yahudi’nin (o da tipik Musa ismiyle tasvir edilmiş) “öteki alemde”, iki melek halinde karşılaşıp selamlaşmalarını çizmiş Leman çizeri. Üstelik de yayın tarihi 26 Haziran.
Bu toprakların tarihinde “D” tuşunun, yani din sömürüsü üzerinden katliama yol açmanın en ölümcül örneklerinden biri olan 2 Temmuz 1993 Madımak Katliamının yıldönümünün ve İstanbul’daki büyük bir CHP mitinginin hemen öncesinde. Malum şeriatçı ve şiddet yanlısı militanların, Leman binasını basıp yakma ve belki de bulsalar içeride bulunabilecek insanları linç etme girişimini, polis de neredeyse kenarda durarak seyretti. 2 kişinin biraraya gelerek gösteri yapmasına yıllardır izin verilmeyen ve o gün özellikle toplantı yasağı konulan Taksim’de aynı gruplar “Şeriat” simgeli bayrak ve aynı içerikli sloganlarla özgürce miting bile yapabildiler.
Maksat, “Kimin ve hangi zihniyetin iktidarda olduğunu” vurgulamaktı.
Ana muhalefetin lideri, partisi içinden bazılarıyla (en başta İmamoğlu ile) ters düşme pahasına, cesur ve yerinde bir tavır alarak “Karikatür Hz. Muhammed’i tasvir etmiyor. Dolayısıyla ortada bir hakaret söz konusu değil” diyerek Leman’a ve karikatüriste sahip çıktı. Özgür Özel’in son zamanlarda attığı en alkışlanası ve cesur adımdı bu.
İktidarın başı, bu yüzden de Özgür Bey’i özellikle hedef alarak “Bakın, o da din düşmanlarının safında” gibilerden bir demeçle lekelemeye çalıştı.
Ama, daha da ileri giderek, “Bu ülkeyi kuranlar da dini temeller üzerine inşa ettiler” gibi bir yalana başvurarak 1920’nin 23 Nisan gününün “Cuma’ya rast geldiğini ve ilk meclisin dua ve salavatla açıldığına” atıfda bulundu. Dahası, “İslam’la müşerref olduğumuz günden beri kurulan devletlerimizin üzerinde yükseldiği değerler” cümlesini kurarak ardından “Elhamdülillah Müslüman’ız, Muhammed ümmetindeniz” deyip, neredeyse “Burası bir İslam Cumhuriyeti’dir” iması yaptı.
Anayasa’nın 2’nci maddesinde emredilen, zaten Mustafa Kemal ATATÜRK’ün de devrimlerle güvence altına almış olduğu “laiklik” ilkesinin ayaklar altına alınıp çiğnenmesidir bu. Türkiye Cumhuriyeti devletinin başı, kendisinin ya da nüfusun önemli (hattâ ezici) çoğunluğunun dini inancını, “Hepimiz” vurgusuyla, söylemlerine alet etmemelidir. Anayasa’ya bağlı kalma üzerine and içmiş bir yönetici bunu yapıyorsa, arkasında tehlikeli ve yıkıcı bir maksat aranması doğaldır.
Bir Cumhurbaşkanı, “Biz, bizim dinimiz, bizim ümmetimiz” ifadelerini ancak ve ancak özel ortamında kullanabilir. Devletin en tepe yöneticisi sıfatıyla bu söylemlerden uzak durmalıdır.
Durmuyorsa, Leman Dergisi’ne haksız yere fiilen saldıranlara adeta arka çıkar bir tavır içinde oluyorsa, karikatürün kasten yanlış yorumlanması gibi bir uygulamaya (bilerek ya da bilmeyerek – bizzat gösterdiler mi merak ediyorum) katılıyorsa, üstelik de Ana muhalefeti, pek çok başka şey gibi bir de buradan “vurmaya” karşılıyorsa, tehlikeli bir iş peşindedir.
Rakip siyasetçileri, partileri, şahıs ya da kurumları doğru – yanlış bir takım iddialarla lekelemeye çalışmak doğru olmasa da anlaşılabilir. Siyasetin doğasında bu tür “açık arayıp oradan vurmak” pratikleri vardır. Ancak işin içine “din, iman, mezhep, kutsal kitap, peygamber” gibi unsurları sokarak “Bizden (benden) olanlar – olmayanlar” çizgisinde siyaset yapmaya başladın mı, bunun halkı ve ülkeyi nerelere götürebileceğine dair yüzlerce binlerce kötü örnek yaşanmış olup, bu ölümcül silahtan uzak durmak gereği ortadadır. Umarız bu “D” tuşundan hızla çekilir parmaklar.