Poliüretan nedir diye sorsanız uzmanları dışında kimse hakkında bir şey bilmez. (şimdiden uykunuz geldiyse, instagram videolarında olduğu gibi bir not düşeyim: “sonu sürprizli”) Poliüretan, 1937’de Almanlar tarafından keşfedilmiş, yaygın kullanımı 1970’leri buluyor. 1990’larda Türkiye gibi “gelişmekte olan ülkeler”de üretimi hızlanıyor. Günümüzde eldivenden merdivene neredeyse her şey poliüretandan. Yataklarda sünger var deriz ya, o sünger denizden çıkmıyor, Kayseri’deki poliüretan fırınlarından çıkıyor.

Bu konu sıktıysa, led lambalardan bahsedeyim. Led 1920’de Sovyetler tarafından keşfediliyor ama yayılması o kadar yeni ki, bu konuda aşama kaydeden Japon bilginler Nobel’i 2014’de alıyorlar. Led ampuller bildiğimiz ampullerden (AKP’nin logosundaki ampullerden) %90 daha tasarruflu ve otuz kat daha uzun ömürlü. Ayrıca normal ampuller gibi ısınmadıkları için kullanım alanları çok daha geniş.

Mermer, yirmi yıl öncesine kadar dağ taş delerek çıkartılan pahalı bir malzemeydi, şimdi Kütahya’da, bildiğiniz fotokopi makinesinde “mermer görünümü” baskısı alınarak “yapay mermer” veya “yapay granit” üretiliyor. “Her yer mermer kaplı” diyoruz, oysa onlar seramik, yani pişmiş toprak... Sunta (suni tahta) var örneğin. Sunta, suntalam, MDF üretimi bir dizi kimyasal madde olmaksızın mümkün değil. Yıldız Entegre, Kastamonu, AGT, Teverpan gibi üreticilerin tamamı doksanlarda yaygın üretime başlıyorlar... Dünyanın en büyük cam üreticilerinden Şişecam, yine doksanlı yıllarda temperli camlar üretmeye başladı. Temperli cam büyük ölçekli ve sağlam cam demek. Bu kocaman camlar, aynı zamanda ısıyı yalıtıyor, kutuplarda manzarayı izlerken şortla gezersin.

Bir de doğalgaz konusu var. Rusya’dan İstanbul’a gelen hattın Nurettin Sözen’in başkanlığı dönemi boyunca altyapı çalışmaları yapılıyor. İnşaat Sözen göreve geldiği 1989’da başlıyor, seçime on ay kala 1993’de açılıyor. Bu muazzam yatırımın meyvesini 1994’de %25 oyla seçimi kazanan Erdoğan yiyor. Mübarek gelir gelmez İstanbul’un havası değişiyor.

2001 kriziyle beraber Türkiye’de bankacılık sistemi çöküyor. Yeni sistemin yüksek teknolojilerle kurulma mecburiyeti vergi sisteminden bürokrasiye kadar her alanda dijitalleşmeyi getiriyor. DSP tarafından başlatılan bu yapısal değişimin, yine DSP tarafından alınan bir kararla dijital veri yönetimine dayalı mali disiplin, paradan altı sıfır atılması gibi sonuçları oluyor... Ve bilin bakalım bu dijital dönüşümün nimetini yemek de kime kalıyor?

Neyse, bir de sevindirici haber. Geçen gün bizim Malatyalı Hacı Hüseyin’in torunu oldu. Hastanede bir yandan torun seviyor, bir yandan “Kılışdar”a saydırıyor. “Ah çocuklar, siz bilmezsiniz... Biz neler gördük. Hastaneler nereden nereye geldi...”

“Bunun Kılıçdaroğlu ile ne ilgisi var?” diyeceğim, hemen “SSK’yı batırmadı mı?” diyecek... “Nereye geldi be Hüseyin Dayı, anlatsana şu eski hastaneleri” diye soruyorum.

“Şimdi muayene randevusu telefonuna geliyor, eskiden sıra beklerdik. Hastanede soğuktan donardık, mağara gibi karanlık, girmeye korkarsın... Bir devrim oldu bu ülkede, devrim.”

Hüseyin Dayı az söylüyor: Bir değil, binlerce devrim oldu. Bu devrimler hayatımız kökten değiştirdi. Türkiye’de mesele şu ki, 2000’li yılların başından beri devam eden bu büyük değişim boyunca ülkede tek parti iktidardaydı. Bu nedenle sanki AKP icad etmiş gibi, iPhone bile jetonlu telefon yıllarıyla kıyaslanan bir siyasi hissin aracı olabiliyor.

2000’lerde tüm dünyada poliüretan devrimi oldu. Poliüratan yalıtım malzemeleri enerji kaybını asgariye indirirken, mimarlara daha önce mümkün olmayan olanaklar yarattı... Aynı dönemde led devrimi de oldu. Eskiden binalar karanlıktı çünkü ampul çok pahalıydı, hem çok yakardı, hem de hemen patlardı. Led aydınlatma ile bina içleri gündüz gibi ışıl ışıl. Önceden bir odayı aydınlatan ampule verdiğin parayla artık bir kat aydınlanıyor.

Günümüzde kamusal kapalı alanlarda her yer mermer. Gerçi sahte mermer ama olsun... Sunta fabrikaları çoğalmadan önce mobilyalar gerçek ağaçla yapılırdı, artık bir masa parasına bir ev döşersin. Temperli kocaman ısıcamlar bile, tuğladan ucuza geliyor.

Doğalgazın sağladığı ucuz enerjiyle büyük mekanların iklimlendirmesi mümkün oldu. AVM’den tutun, hastaneye kadar büyük kapalı mekanlar iklimlendirme teknolojileri, temperli camlar, poliüretan yapı malzemeleri ve led ışıklarla ferah feza.

Hüseyin Dayı’nın 98’de apandisiti patlamıştı, Cerrahpaşa’da sedye üzerinden karda kışta bir oraya bir buraya gitmişti. Hüseyin Dayı apandisti gibi patlak ampullere bakarak, buz gibi soğuk, ölüm kadar karanlık koridorlarda azraili beklediğini hatırlıyor.

Şimdi mutlulukla torun severken, belleğindeki 25 yıllık grotesk imge ile torununun doğduğu “ışıl ışıl” hastaneyi karşılaştırıyor. Sağlık sisteminin dijitalleşmesinin cep telefonuna muayene randevusu olarak inen sonucu onun için AKP’nin başarısı. Dayı için ledin, temperli camın, fotokopi mermerin, zamklı talaşın, iklimlendirilen dev mekanların açıklaması üç sözcük: Recep Tayyip Erdoğan... Her şey Erdoğan sayesinde oldu, çünkü Erdoğan’dan önce bunların hiçbiri yoktu.

Bu hissi bir tek Hüseyin Dayı profiline hapsetmeyin, muhalif bir vatandaş da benzer yanılsamayı yaşıyor. Bilincimiz olmasa da, bilinç altımız çeyrek yüzyılda hayatımıza giren tüm değişimleri “AKP sonrası” olarak sınıflandırıyor. Delme teknolojilerinin gelişimini ve ucuzlamasını görmezden gelerek, “Tüneller yapıldı” diyebiliyor, Yemek Sepeti veya Spotify’ı bile “AKP dönemi” olarak sınıflandırabiliyoruz.

Hüseyin Dayı’ya “O köhne Cerrahpaşa dünyaca ünlü doktorlar yetiştirdi, milyonlara şifa oldu” desem, “Hadi oradan” der. Onun gibi milyonlarca seçmen değişimi görüyor ve yaşıyor. Muhalefet teknolojik devrimi konuşmaya değer bulmazsa, Hüseyin Dayı bu değişimi kime mal edecek? Geçenlerde Onursal Adıgüzel’in Bilişim Vadisi’ni gezdiğini görmek bile iyi geldi. Keşke Kılıçdaroğlu da vaktinin çoğunu şantiye, laboratuvar ve fabrika gezmelerine ayırsa.

Muhalifler seçmenin gördüğünü görmeli ve bunu söylemin bir parçası haline getirmeli. Bu alanda yapılacak konuşmalar, nefret algoritması twitter’da yapılan bir paylaşımdan çok daha faydalı olabilir.