Google Play Store
App Store

Sinemanın ilk yıllarından itibaren Türkiye’de süregelen kuralsızlık, çalışanları koruyacak yasaların yeterli olmaması, hatta halihazırda varolan sinema yasasının işverenleri koruyan bir özellikte olması, emekçilerin yoğun ekonomik kayıplar yaşamasına neden oluyor.

Sinemada da yasalar işvereni koruyor

Emine Uçar İlbuğa - Prof. Dr.

İçinde yaşadığımız gerçeklik ötesi çağ ve siyasal, ekonomik, kültürel koşullar biz insanlar için hakikat ve yalanın kol gezdiği ve otoriter siyasal politikaların daralttığı yaşam alanlarında küçük mutlulukların ardına sığınmaktan ziyade daha çok örgütlenme ve dayanışmayı gerekli kılıyor. 1980’ler sonrası hızla gelişen ve insan yaşamının her alanında etkin bir rol üstlenen hatta giderek yaşamın belirleyicisi olan kitle iletişim araçları ile iletişim karşılıklı bilgi aktarımının ötesine geçti, bugün için etkileşimli ve bilginin iletimindeki düzsel çizgi oldukça karmaşık bir boyuta dönüştü. Bu durum bir yandan dünyada ülkeler arası sınırları kaldırırken, demokratik işleyiş, siyasal yapılanmalar, insan hareketliliği, çalışma koşulları, olanakları/olanaksızlıkları, örgütlenme yapısı gibi birçok alanda radikal değişiklikleri beraberinde getirdi.

Oysa sanayi devrimi ile fabrikalarda ihtiyaç duyulan işgücü ve sonrasında yaşanan köklü değişikliklerle eskiden gerçekleştirilen basit çalışma usulleri yerini sistematik ve seri üretime bıraktı. İşçi sınıfının ağır ve sağlıksız çalışma ortamlarında daha iyi çalışma koşulları ve düşük ücrete karşı hak taleplerinin gerçekleştirilebilmesi için örgütlenme bilinci önem kazandı ve sendikalar bu mücadelenin bayrağını taşıyan en önemli yapılar olarak öne çıktı. Ancak günümüzde küresel sermaye, yeni üretim biçimleri ve çalışma koşulları tüm dünya ülkeleri ile birlikte Türkiye için de sendikalaşma oranlarında bir gerilemeyi beraberinde getirdi. Oysa her daim insanca çalışma koşullarını elde etmek ve hakların koruması adına örgütlü yaşam ve sendikalar büyük önem taşıdı ve taşımaya da devam ediyor. Ne var ki 1980’li yıllardan itibaren ülkemizde de belirginleşen neoliberal politikalar tüm dünyanın hâkim ideolojisi haline geldi, özelleştirme politikaları ile daha fazla kâr daha az iş güvencesi, sosyal devlet anlayışının hızla terk edilerek, yeni üretim sisteminin gerektirdiği işgücü/emek düzenlemeleri, dışa açık, özel sektörü önceleyen yaklaşım, ülke ekonomisinin küresel sisteme entegrasyonu, özellikle örgütlenme biçiminin tabandan gelmediği bir ülke olan Türkiye’de işgücünün hızla güvencesiz çalışma koşullarına tabi olmasına ve “sözde işini kaybetmemek adına” örgütlenmeye ilişkin tutumlarını da olumsuz etkiledi. Neoliberal politikalar ile taşeron, geçici, sezonluk ya da evden proje bazlı çalışma koşulları, savunmasız ve esnek emek pazarında güvencesiz ve istikrarsız çalışmayı olağan kıldı. İşsizlik, yoksulluk, bireyselleşme ve dolayısıyla bireyin çıkarlarının öne çıkarılması gibi, sermayeyi destekleyici hükümet politikaları ile de sendikal örgütlenme ve dayanışmaya daha da ihtiyaç duyulduğu bu koşullarda bilakis örgütlenme ve dayanışmanın önü tıkanıldı, giderek dağılan, küçülen ve gücünü kaybeden dernekler ve sendikaların da mücadele gücü kısıtlandı. Bugünlerde KFC ve Pizza Hut gibi iki küresel sermayenin ülkemizden çekilişi ve bu sektörde çalışan sendikasız, örgütsüz işçilerin emeklerinin göz ardı edilerek, yüzüstü bırakılmaları örgütlülüğün her daim önemini gösteriyor. Çünkü giderek egemen olan taşeron emek bir istihdam biçimi olarak, düşük ücretle, sendikasızlığı dayatıyor ve sosyal hak kayıpları ile insanların daha da sömürülmeleri ve bütün bu sömürü çarkı içinde yalnızlaştırılmalarına da neden oluyor. Sorunlar ve nedenleri belli, peki ne yapmalı?

SİNEMA VE DİZİ SEKTÖRÜNDE GÜVENCESİZ EMEK

Türkiye’de hâlâ endüstrileşemeyen sinema sektöründe 1960’lı yılların özgürlükçü hareketleri ve 1960 Anayasası ile sendika örgütlenmeleri ivme kazansa da 1980 Askerî darbesi ile sendikalar büyük darbe aldı. 1990’lı yıllardan itibaren hem sinema hem televizyon dizi sektöründeki gelişmeler ve sektörün yükselen ekonomik yapısı yanında, bu yıllardan itibaren çok sayıda açılmaya başlayan İletişim Fakülteleri ve radyo, televizyon, sinema bölümleri ile bu bölümlerin giderek popülerleşmesi sonucu sektöre artan işgücü akışının olması, sektöre ilişkin yeniden ivme kazanan sendikal ve mesleki örgütlenmelere karşın, sektörde proje bazlı çalışma koşulları, çok çeşitli işkolları ve her bir işkoluna hatta aynı işi yapan oyunculardan, görüntü yönetmenlerine, reji ekibine farklı ücretlendirme uygulamaları sendikalarda örgütlenme ve hak arayışlarına bir sorun olarak yansımaktadır. Çünkü farklı ücretlendirme, sektörün çoklu yapısı ve ayırıcı özellikleri sendika ve derneklere üyelik, üyelerin mücadeleye aktif katılımları ve dayanışma gibi örgütlü bir yapının gerektirdiği koşulların yerine getirebilmesinde sorun oluşturuyor. Oysa günümüzde sinema ve dizi sektörü sanat, eğlence, iletişim gibi çoklu boyutuyla büyük bir ticari getirisi olan, ulusal ve uluslararası önemli bir ticari faaliyeti de içinde barındırıyor. Bu da sektörün küresel sermayeye açık, çokuluslu şirketler gibi, ekonomik ve ideolojik bağlamda devleti de içine alan çoklu bir matris içinde işleyişini mümkün kılıyor. Bir yandan bir film ya da dizi yapımı için büyük yatırımlar gerekiyor öte yandan yatırımın getirisi için bir garanti sunulamıyor ve endüstrileşemediği için de devletin desteğine ve yapımcıların tekeline muhtaç durumda olunuyor. Sektörde çalışma koşullarına bakıldığında ise proje bazlı çalışanlar bir yandan büyük ücretler kazanabiliyor, ama işin kısa süreli ve çok fazla ekiple birlikte yürütülüyor olması, gelecek projelerde yer alınamaması durumunda çalışanların her an işsiz kalma tehdidi de güncelliğini hep koruyor. Sektör içinde farklı işkolları ve farklı ücretlendirmeler, hatta aynı işi yapanlar arasında bile ücret farklılıklarının olması, film ya da dizi öncesi başlayan ve postprodüksiyonu da kapsayan uzun çalışma sürelerine karşın, çoğu zaman haftalık ödemeler, projenin yarım kalması durumunda yaşanan hak kayıpları, sosyal güvencenin bu süreksizlik/belirsizlik içinde sağlan(a)maması, çoğu zaman ünlü birkaç oyuncunun yüksek ücretler almasına karşın, genel olarak oyuncusundan, teknik ekibe çalışanların genellikle hak kaybı yaşadıkları bir iş ortamında var olmaya çalıştıkları gerçeği bakidir. Diğer yandan sektöre sürekli pompalanan yeni ucuz işgücü ve sektörün kırılgan yapısı, yeni projeler için çalışanların sürekli iletişim ağları içinde yer alma mücadeleleri, yoğun iş doyumu ile işsizliğin paralel ilerlediği iki farklı kutupta hareket etmelerini zorunlu kılıyor. Sinemanın ilk yıllarından itibaren Türkiye’de süregelen kuralsızlık, çalışanları koruyacak yasaların yeterli olmaması, hatta halihazırda varolan sinema yasasının işverenleri koruyan bir özellikte olması, oyuncular ve teknik ekibin emeklerinin karşılığında aldıkları ücretlendirmede belli bir standarttın yakalanamaması ve uzun çalışma süreleri gibi sorunlar yanında, projenin devam edemediği ve erken bitirildiği zamanlarda işsizlik tehlikesi, gelecek için güvencesizlik ve belirsizlik artıyor, sektördeki emekçilerin yoğun ekonomik kayıplar yaşamasına neden oluyor. Ayrıca popüler bir alanda iş yapmanın getirdiği duygusal doyum ve kısa süreli projelerde yüksek kazanç elde edildiği algısı, aslında işlerinin süreksizliği, iş garantisinin olmaması, bazen uzun süren işsizlik dönemi, sosyal güvenceden yoksun olmaları ve daha çok serbest meslek makbuzu düzenleme uygulamaları nedeniyle sigorta primlerini ödeyememeleri, sektöre ilk girenlerin iş güvencesi üzerine uzun vadeli düşünmeden, her koşulu kabul ederek, sektörde tutunma çabaları da sömürünün diğer görünmeyen yanlarını oluşturuyor. Bu koşullarda sektörde her bir işkolunun bir çatı sendika üzerinde örgütlenmeleri, güçlerini birleştirerek dayanışarak bugünün iyi kazananlarının da yarının işsizleri olabileceğinin bilinciyle hareket etmeleri ve farklı işkollarına karşın ortak haklar için mücadele etmeleri elzem. Bugünlerde Sinema ve Televizyon Sendikası’nın sosyal medyadan yaptığı “Film Kamuoyuna” başlıklı duyurusunda vurguladığı gibi, dizi sektöründeki yapımcı firmaların hak ihlali, keyfî uygulamalarla çalışanların haklarını gaspetme girişimleri ve işverenin dayatmalarına boyun eğmeyenleri işi bırakmaya zorlayan keyfî mobbing pratiklerinin önüne ancak güçlü, örgütlü bir sendika ile ve devrimci ruhla karşı koyarak geçilebilir.

Çünkü kurtuluş yok tek başına!