Google Play Store
App Store

Kelimenin düz anlamıyla dört bir yanımızda savaş(lar) sürüyor. Ekonomik kriz derinleşiyor. Çoğu insan elinde avucunda kalanları da tüketmiş, artık borcu borçla da kapayamaz durumda. Yaygınlaşıp derinleşen yoksulluk savaşın tekinsizliğiyle birleşiyor ve varkalım endişesini şiddetlendiriyor. Aynı anda hem birey hem de ülke olarak dağılma, parçalanma riskini yaşantılıyor insanlar.

CHP’nin Bayburt’taki mitingine katılımın yüksekliği bu endişenin yansıması olarak görülebilir. İktidardaki AKP-MHP koalisyonundan umudunu kesenlerin oranı her geçen gün artıyor. İsrail-İran çatışması hakkında Türkiye’nin hiçbir etkisinin olamadığını yandaş medyadan başka hiçbir haber alma kaynağı kullanmayanlar dahi fark ediyor. Yandaş medyada bu konuda verilebilen tek haber RTE’nin telefon diplomasisi yapması. Onunla konuştu, bununla konuştu, duramadı bir de şununla konuştu, dışında bir haber yapılamıyor.

İsrail-İran savaşı, “ne olursa olsun RTE’ye oy veririm, çünkü o Müslüman” diyen sıradan AKP seçmeninin bile zihinsel bir kırılma yaşamasına yol açabilir.

Fanatik AKP seçmeni de Suriye’de Esat düşmeseydi, İsrail’in İran’ı bu kadar rahat vuramayacağının farkında. Önce Gazze, ardından Suriye’deki rejim değişikliği, ardından İsrail uçaklarının Suriye ve Irak hava sahasından rahatlıkla geçip İran’ı vurmaları. İncirlik’ten kalkan “Avacs”lar, tanker uçaklar ve Malatya’daki Kürecik üssünden radar desteği iddialarını sosyal medyada engellemek mümkün değil. Tıpkı, İsrail ile ticaretin hız kesmeden sürmesinin saklanamaması gibi.

Belki Sunni olmadığı için dost değildi İran çoğu AKP’li için, ama onu vuranın İsrail olmasını da sindirmeleri zor. Sokaktaki sıradan dindar ya da siyasal islamcılar arasında ABD-İsrail saldırganlığını Müslümanlara dönük bir batı-kafir saldırısı olarak alımlayanların sayısı az değil.

Bu seçmenin zihni en az iki kuşaktır antisemitizmle biçimlendirildi. “Siyonist İsrail ile Kemalist laikler arası bağ” hikayeleriyle büyüyen insanlardan söz ediyorum. Osmanlıyı da Yahudi tüccarlar çökertti yazan tarih dergilerini, köşe yazılarını okuyarak büyüyen kuşaklar. Aynı kuşakların Mekke ve Medine’yi yönetenleri de sevdikleri pek söylenemez. Daha çok o seçmen grubunun yaşadığı ve aktardığı umre ve hac hikayelerinde Suudi Arabistan yönetimi ve “Araplar” gönül bağı hissedilen insanlar değillerdir.

İsrail-ABD emperyalist savaş makinası Orta Doğu’yu kan gölüne çeviriyor ve “Müslüman” yönetimler elleri kolları bağlı seyretmekten başka bir şey yapamıyorlar. Ortalama Müslüman’ın en çok duyduğu söz “8 milyonluk İsrail’e karşı koyamayan 2 milyar Müslüman” çaresizliği. Bu çaresizliğin kaynağını da yıllarca o Müslüman ülkelerin yöneticilerine bağlayan analizler okuyup, dinlediler. Bu “gerçeğin” farkında olanlar, Türkiye’nin durumunu yönetimde Müslümanların olmamasıyla ve laik Kemalistlerin “Müslüman düşmanlığıyla” açıklıyorlardı. 25 yıldır tek övündükleri de Türkiye’nin de artık bir “Müslüman” tarafından yönetildiğiydi.

Bu sezgisel akıl yürütmenin bir adım ötesi iktidarı “işbirlikçilikle” suçlamak olabilir. Belki zihninde sözcüklere dökemez ama sezgisinin bu yöne evrileceği açık.

Hayırlısı bakalım...