Şirketleştirilen tarım
Sermayenin tarım ve gıdayı birkaç küresel şirketin denetimine bırakacak sürecin en büyük engeli olarak küçük çiftçi ve köylüler görüldü. Çiftçiyi, çiftçi yapan en önemli özelliği bağımsız hareket edebilmesidir.
Ali Bülent Erdem - Çiftçi-Sen Genel Başkanı
Çiftçiler, her yıl bazı ürünlerde maliyetini ancak karşılayabiliyor veya biraz üzerinde gelir elde edebiliyorken bazı ürünlerde zarar ediyorlardı. Bu yıl ise önceki yıllardan farklı olarak, hangi ürünü üretirse üretsin, hasat dönemini zararla kapatıyorlar.
Zor koşullarda üretmeye çalışan çiftçilerin, içine düşürüldükleri borç batağı nedeniyle toprağını ekememesi durumunda, kendi isteklerinin dışında topraklarının kiraya verilmesini zorunlu kılan yönetmeliğin çıkarılmasının ardından “Bitkisel Üretimde Yeni Destekleme Modeli” Kararnamesi yayınlandı.
Tarımda neoliberal politikaların uygulanmaya başladığı günden bugüne kadar, yüzlerce yönetmelik ve kararname yayınlandı. Her birinin ardından tarıma olası etkileri tartışıldı. Oysa, sermayenin tarım ve gıdayı nereye doğru dönüştürmek istediği anlaşılmadan yürütülen tartışmaların kısır kalacağı açıktı. Sermayenin ihtiyaçlarına ve amaçlarına uygun olarak küresel boyutta tarımsal üretim örgütlendirilmekte ve ülkelere dayatılmaktadır. 1974’te ABD Tarım Bakanı Earl Butz, Roma’da düzenlenen Dünya Gıda Zirvesinde yapılmak isteneni, en özlü ifadesiyle açıklamıştı: “Gıda aslında bir silahtır. Gıda pazarlık sandıklarında en önemli araçlardan biridir. İnsanların size güvenip dayanmalarının, size bağımlı olmalarının ve bu şekilde sizinle işbirliği yapmalarının yolunu arıyorsanız, onları gıdaya bağımlı hale getirmek mükemmel bir yöntem”dir.
Sermayenin tarım ve gıdayı birkaç küresel şirketin denetimine bırakacak sürecin en büyük engeli olarak küçük çiftçi ve köylüler görüldü. Çiftçiyi, çiftçi yapan en önemli özelliği bağımsız hareket edebilmesidir. Ona bu özelliği veren binlerce yıl ıslah ederek, geliştirerek bugünlere taşıdığı tohumlarıdır. Kendi tohumuna sahip bir çiftçi, kendi geleneksel bilgisiyle üretme ve şirketlere direnebilme potansiyeli taşır. O yüzden 1960’lı yıllarda onları her yıl tohum satın almaya mahkûm edecek olan hibrit tohumlar geliştirilir, ardından GDO’lu tohumlar gelir. Neoliberal uygulamalarla beraber, ülkelere tohumun kontrolünü şirketlere verecek olan tohumculuk yasalarını çıkartmaları dayatılır. AKP, 2006’da Tohumculuk Kanununu çıkartır. Yerel tohumların satışını yasaklar. Sonrasında, şirketlerin önünü açan onlarca yasa ve yönetmelik çıkarılır.
Şirketlerin gıdayı denetlemelerini sağlayacak son adımlar ise Tarım ve Orman Bakanlığı’nın tarım arazilerine el koyma ve şirketlere kiraya verme yönetmeliği ve “Bitkisel Üretimde Yeni Destekleme Modeli” kararnamesi ile atılmaktadır. Gerekçesi, hiçbir tarımsal alanın boş kalmamasıdır. Her türlü zorluğa rağmen inatla üretmeye devam eden çiftçilerin keyfi olarak üretimden vazgeçmesi söz konusu olamaz. Endüstriyel tarımın başlamasıyla beraber küçük aile tarımı ve köylülerin bitirilmesine yönelik sürecin son aşamaları yaşanıyor. Çiftçinin tohumunun elinden alınmasıyla başlayan süreç, toprağının elinden alınması noktasına geldi. Bakanlığın çıkarttığı yönetmelik; çiftçilerin üretebilmelerini, pazara erişimlerini sağlamak için değil, toprağa erişimlerini zorlaştırıp topraklarına el koymaya; şirketlerin bütün üretimi kontrol etmesinin sağlayabilmesine yöneliktir. AKP döneminde, en uzun süre Tarım Bakanlığı yapmış olan Mehdi Eker, niyetlerini açıkça ifade etmişti: “Ya köylüler şirketleşecek ya da şirketler tarım yapacak.” Çiftçilerin topraklarının çoğunun sessizce ellerinden alındığı, büyük miktarda toprağın ipotekli olduğu bir dönemde çıkarılan bu yönetmelikle tarım topraklarının şirketlerin eline geçmesi daha da hızlandırılıyor. AKP’nin tarım bakanlarının hepsinin istediği model tarımın şirketleştirilmesine yönelik olmuş; planlarında küçük çiftçi ve köylüler hiç yer almamıştır.
Arkadan gelen kararname ile “Tarımsal Planlama”nın yaşama geçirileceği söyleniyor. Tarlalara ne ekileceğine ne dikileceğine artık Bakanlık karar verecek. Bakanlığın istediği ürünleri ekip dikmek bile desteklemelerden yararlanmaya yetmeyebilecek. Kararnamenin amaç bölümünde “çevreci yaklaşımların benimsenmesi”ne vurgu yapılmasına rağmen, daha az su, gübre, enerji gerektiren yerel tohumlarla doğaya uyumlu ekolojik tarım yapanlara hiç destek verilmeyecek. Destekler için sertifikalı şirket tohumları şart.
“Tarımsal Planlama” ile Türkiye’nin ürün deseni şirketlerin taleplerine uygun olarak yeniden düzenlenecek. Gıda, birim alandan en fazla ürünü almaya yönelik, ülkenin ihtiyaçlarından daha çok kâr elde etme amaçlı bir ihraç ürününe dönüştürülecek.
Çiftçiler aleyhine bu kararlar alınırken, çiftçiler ülkenin her yerinde sokaktalar ve iflas ettiklerini haykırarak, çare bulunmasını istiyorlar. Tarım ve Orman Bakanı Yumaklı yapılan eylemleri sözleşmeli üreticiliğin yaygınlaşmamasına bağlayarak; ‘’Bursa’da domates üreticilerinin, sözleşmeli üretim yapmamasından dolayı bir sıkıntı yaşadıklarını, sözleşmeli üretimle alakalı çalışmalarının sonucunda bu sorunların ortadan kalkacağını” belirtti. Oysa, sözleşmeli üretim yapan bir çiftçi tarlasına hangi ürünü ve çeşidini ekeceğine karar veremez. Tohumunu ve girdilerini şirketler sağlar ne zaman ne yapacağına, hangi kimyasalları kullanacağına, ne zaman hasat yapacağına şirketler karar verir. Çiftçinin, çiftçilik bilgileri değersizleşir, yaptığı işe yabancılaşır, kendi toprağında işçileşir, bir köle haline dönüşür. Bir adım ötesi toprağını şirketlere vermektir.
Bugüne kadar hakkında kararlar verilirken sözü alınmayan çiftçilerin, Bakanlık tarafından bu “destekleme modeli” ve “planlama” yapılırken, yine sözü alınmamıştır. Yukarıdan dayatmalarla planlama yapılamayacağı açıktır. Planlama başta gıdayı üreten çiftçilerin, gıdayı tüketenlerin, biliminsanlarının ortak katılımı ve kararıyla olur.
Küçük çiftçi ve köylüleri girdi kıskacından kurtaracak olan agroekolojik üretimdir. Çiftçi bağımsız olabildiği oranda çiftçidir. Her halkın kendi gıda sistemlerini kurma hakkı olan Gıda Egemenliği için mücadele edilmesinden başka çare yoktur. BM Köylü Hakları Deklarasyonunda belirtildiği gibi her üreticinin toprağa, suya erişim hakkı vardır. Yönetmeliklerle, zorlayıcı yöntemlerle gaspedilemez. İktidar tarım topraklarının boş kalmasını istemiyorsa, küçük çiftçi ve köylülerin topraklarında kalmasını sağlayacak Tarım Reformu yapmalıdır. Girdilerin sağlanmasından, pazara erişime kadar çiftçilerin şirketlere bağımlılığı ortadan kaldırılmalıdır.