Sırt üstü
Bir türlü uyanamadığım bir rüyanın içindeyim. Her günüm, her gecem aynı rüyanın içinde geçiyor. Sanki birisi tüm hayatımı özetleyip, ChatGPT’ye yüklemiş ve bir bilgisayar içinde yaşıyor gibiyim. Artık buna yaşamak denirse. İyi hiçbir şey olmuyor, her şey her geçen gün daha karanlığa, daha kötülüğe doğru yol alıyor. Gökyüzü giderek daha grip, daha kirli bir hal alıyor, bulutlar güneşi örtüyor, kuş sesleri yerini dizel motorların homurtusuna bırakıyor, gözlerim günden güne daha zor görüyor, aldığım her nefeste is kokusu ciğerlerime doluyor.
Geleceğe dair umutlarımın tükendiği günlerde, her günü tekrardan yaşamak, her gün aynı hataların tekrarına tanık olup, hiçbir şey yapamayacak gibi çaresiz, kimsesiz ve sevgisiz kalmanın yalnızlığıyla, bir evin içinde mahsur kalmış bir sinek gibi camdan dışarıya bakmakla yetiniyorum sadece. Bilinen doğruların günden güne unutulduğu, toplumun vahşileşip daha da ilkelleştiği, trafiğin cinayet sebebi sayıldığı bir şehirde, bir ülkede, bir bölgede yaşıyorum. Tabii buna yaşamak denirse. Bir yandan da elimizdeki avucumuzdakilerden de minnettar olmak gerekiyor ama sağ olsunlar, ruhlarımızı tutsak alan mengeneler günden güne daha da daraltıyorlar aralıklarını. Hayat için, gelecek için incecik bir aralık, bir ışık görmeyi bekleye bekleye günler birbirinin sırtından atlıyor.
∗∗∗
Düzenli ve organize bir kötülük sarmalının içinde yaşamak o kadar da keyif vermiyor haliyle. Her hareketinizde başınıza bir şey gelebilir. Dikkatli olmak lazım, sokakta yürürken, bankta otururken ya da evde uyurken bile bir depreme bakar her şey. Bunca yıldır kimsenin kimseyi takmamasıyla medeniyetimizi sistematik bir biçimde geriletmeyi başardık. Otobüsün direksiyonunda dedeler var. Normalde kanepede saat akşam 8 dedin mi içi geçecek dedeler sürekli birbirleriyle itişip kakışıyor, otobüsün yolcularına bağırıyor çağırıyor, trafikteki diğer araçlara tebelleş oluyor. Huzur yok, para yok, mecburen otobüse biniyoruz. Otobüsün içi de çöp dolu. Başka bir firmanın çöplerini bizim otobüse atıyorlarmış. Bizim firmaya parasını vermişler. Otobüsün arka tarafı silme çöp. Topkek poşetleri, boş pet şişeler, peçeteler, sigara izmaritleri filan var. Leş gibi her yer.
∗∗∗
Gittiğimiz yol da yol değil. İstediğiniz durakta asla inemiyorsunuz. Şoförle zaten konuşmak yasak. Yol hakkında da söz sahibi değilsiniz. Kelle koltukta, hem de yan koltukta. Gerçekten de kelle var koltukta. Birileri kesip bırakmış. Acayip bir kabusun içinde kabus görmek gibi. Hangisi daha korkunç anlayamıyorsunuz. Orta kapı bir ara açıldı ama sonra tam kafama kapandı.
Diğer yolcular da bıkmışlar yaşamaktan, kimse ne yaptığını bilmiyor. Herkes vahşi hayvana dönüşmüş durumda, otobüs artık ruhlarımızın ve bedenlerimizin kafesine dönüşmüş. Şoför gazladıkça gazlıyor. Yaptığı işi de bizi de sevmiyor. Zaten bir kaptan neden yolcusunu sevsin? Var mı öyle bir otobüs acaba? Belki kuzey ülkelerinde vardır. Kuzey ülkeleri nerede acaba? Otobüsten dışarı adım atmak için de para istiyor kaptan. Binerken zaten bir ton para verdik, is pas, kir, kömür, plastik egzoz ve esrar kokuyor zaten aracın içi. Söylentiye göre birilerinin eşi dostu bir de otobüsle kaçakçılık yapıyormuş, neyse ki arada camları açabiliyoruz. Bir iki tane cam var, klima bozuk, yazları serinlemek için, kışları ısınmak için ayrıca para istiyor kaptan, çıkamıyoruz bir türlü bu kaptan.
∗∗∗
Yolun sonuna doğru inecek var kaptan. Ben inmek istiyorum bu araçtan, sonrasında şöyle kesilmemiş, yanmamış bir orman bulmak istiyorum. Henüz yaşanmamış olan en güzel günlerimi yaşamak, henüz gidilmemiş olan en güzel denize gitmek, ayaklarımı içinde serinletmek istiyorum. Henüz yazamadığım ama yazmak istediğim en güzel yazıları yazmak, gülmek, sonra biraz daha gülüp, mavi bir gökyüzüne ve pamuk kılıklı bulutlara bakıp bakıp durmak istiyorum. Umarım beni sırt üstü gömerler.