Bir dönem Anadolu’da yaygın olan besleme, TDK’nin tanımına göre, “evlatlık olarak alınıp, ev işlerinde çalıştırılan kız, besleme, beslemelik, beslek” anlamlarına geliyor. Tanımdan da anlaşılacağı gibi ‘besleme’ çok sorunlu, karmaşık ve istismara açık bir kavram.

Sistemin dışındakiler ya da “üç nankör” kız kardeşin hikâyesi

EMİNE UÇAR İLBUĞA

Emin Alper Tepenin Ardı (2012) ve Abluka (2015) filmlerinin ardından üçüncü uzun filmi Kız Kardeşler’i (2019) çekti. 2021 Temmuz ayında yine kendi yazıp, yöneteceği Balkaya filminin çekim hazırlıklarına başlayan Alper’in Kız Kardeşler filmi daha önceki filmlerinden biraz daha farklı bir kulvarda. Öncelikle film yönetmenin çocukluğu ve yaşadığı kasabadaki gözlemlerinden esinlendiği bir öyküye dayanıyor. Ekonomik durumları iyi ailelere karın tokluğuna verilen yoksul ya da yetim kız çocukları filmin ana temasını oluşturuyor. Bir dönem Anadolu’da yaygın olan besleme, TDK’nin tanımına göre, “evlatlık olarak alınıp, ev işlerinde çalıştırılan kız, besleme, beslemelik, beslek” anlamlarına geliyor. Tanımdan da anlaşılacağı gibi ‘besleme’ çok sorunlu, karmaşık ve istismara açık bir kavram. Çünkü “istismar birinin iyi niyetini kötüye kullanma, sömürme” anlamına gelmektedir. Evlatlık ya da besleme olarak zorlu aile koşullarından, ekonomik durumu, sosyal statüsü daha iyi konumda olan ailelerin yanına getirilen bu çocukların hiç bir yasal güvence olmadan, getirildikleri evin tüm yükünü taşımalarına karşın söz sahibi olamamaları, kendilerini anne, baba diye hitap ettikleri aileye ait hissetmek isteseler de o duygusal bağdan yoksun bırakılmaları, büyüme çağında yalnız, yabancı ve öteki olarak her an çantaları ellerinde kapı dışarı edilme korkusu içinde yaşamak zorunda olmaları bu yaştaki çocuklar için bir istismar değil de nedir? Bu durumun elbette istisnaları da vardır ama genel olarak Emin Alper’in resmettiği bu gerçeklik çoğumuzun çocukluğuna ilişkin belleğinde de izler taşır. Ankara Film Festivali’nde Kız Kardeşler filmini izlerken yaşadığım taşra kentte komşu evlerde yaşayan o zamanlar koşullarını çok da anlayamadığım yaşıtım iki kıza ilişkin belleğimde bir yolculuğa çıktım. Onların hikayesi Kız Kardeşler filmindeki üç kız kardeşin hikayesinden hiç farklı değildi. Onlardan biri çocukları olmayan bir çiftin yanlarına besleme olarak verilmiş evin temizliğini, alışverişini, daha sonra ailenin dünyaya gelen iki çocuğunun tüm bakımını üstlendiği, sokakta oynayan bizlerin arasına hiç karışamadan, çocukluğunu yaşamadığı gibi, eğitim olanağı da tanınmayan bir kız çocuğu olarak, perde arkasından bizleri izlerdi. Bir gün onu elinde valizi ile arabaya binerken gördük ve bir daha ondan hiç haber alamadık. Mahallede kadınların konuşmalarından duyduklarımızla bizim yaşımızda olup hiç aramıza karışamayan bu kızın yolculuğunun nedenini öğrenmiştik. Evin çocuklarını büyütmüştü ve kendisi de genç bir kız olarak artık o evde istenmiyordu; bu nedenle köyde yaşayan dedesinin yanına gönderilmişti. Uzun yıllar karın tokluğuna çalıştırılmış, geleceğini kurmasına yönelik hiç bir mesleki eğitim olanağı tanınmadan, çocukluğunu yaşayamadan büyümüş ve öylece kapı önüne bırakılmıştı.

Besleme denilen yoksul ve öksüz kız çocuklarının gittikleri ailelerde evlerin tüm sorumluluklarını üstlenmelerine karşın, çoğu zaman işleri bittikten ve biraz serpilip büyümeye başladıktan sonra tekrar o yoksul koşullarına geri gönderilmeleri hem geleceklerinin hem emeklerinin sömürüldüğü bu sistemde yaşadıklarının hukuksal hiç bir karşılığının olmaması ciddi bir sorun. Emin Alper’in ataerkil bir toplumda kız çocuklarının her türlü sömürüsüne açık bu hukuk dışı uygulamayı, klişe kader kurbanları anlayışından uzak bir şekilde filmleştirmesi, çok önemli bir sorunu gündeme getirmesi ve tartışmaya açması bu bakımdan oldukça önemli. Ayrıca Alper bunu yaparken iktidar, sınıf ve toplumsal cinsiyetçi anlayış üzerinden sorunu ortaya koyuyor ve nesnel bir dille izleyiciyi aktif bir film okumasına davet ediyor.

Filmin açılış sekansında yönetmen yüksek dağlar arasından kıvırılan yolda ilerleyen arabadan öznel kamera ile bir dağ köyünün mekansal resmini ortaya koyuyor. Burası bildik, tanıdık köyler gibi insanların tarlada, çocukların sokaklarda, çeşme başlarında yaşlıları ile cıvıl cıvıl bir köy değil. Gri ve beyaz rengin kontrası ile modern yaşamdan yalıtılmış, korku, kaygı, gizem, yalnızlığın daha belirgin olduğu zaman ve mekansal tanımlardan uzak hatta distopik bir yer. Film daha önce kömür maden ocağının olduğu ve ocağın atıl bir duruma gelmesiyle köyün genç nüfusunun göç ettiği, daha çok yaşlıları, yoksulları safı ve delisi ile annelerini kaybedince babaları ile birlikte yaşayan üç genç kızın yaşadığı bir dağ köyünde geçiyor. Besleme olarak gönderildikleri ailelerden farklı nedenlerle yeniden köye getirilen kız kardeşlerin hikâyeleri baba evinde bir araya gelmeleriyle gün yüzüne çıkıyor. En küçüklerinin 11-12 yaşlarında olduğu üç kız kardeş, besleme olarak gittikleri evlerde yaşadıkları sorunlar, travmalarla ve ötekilikleri ile yaşadıkları evlerin hem tüm sorumluluğunu taşıyan hem de görünmeyenleri olarak bıçak sırtı bir yerdedirler ve anne/baba diye hitap etseler de ait olamadıkları ailelerde her zaman çantaları ellerinde köylerine geri gönderilen birer modern köledirler adeta.

HER İKTİDAR VARLIĞINI BİR ÖTEKİ ÜZERİNDEN MEŞRULAŞTIRIYOR

Besleme olarak gittiği evin çocuğunun trajik ölümüyle tekrar köyüne getirilen Havva kapıda bekleyen babasının uzattığı eli öper ve eve girer. Besleme olarak götürüldüğü evden kendi isteği dışında geri getirilen ve babası tarafından yeniden besleme verilmek için sürekli övülen Havva’nın yaşamı gidip geldiği her iki ailenin ona tanıdığı haklar üzerinden şekillenir. Reyhan kasabanın doktoru Necati’nin evinde besleme iken, büyüdükçe, arzularının farkında ve bunu yaşamaktan çekinmeyen bir genç kız olarak küçük bir kasabada kendisine biçilen rollerin dışına çıkmanın bedelini karnında bir bebekle yeniden köye gönderilmesi ve köyün yarım akıllısı Veysel ile evlendirilerek dedikoduların önüne geçilmesiyle öder. Reyhan için tek kurtuluş oğlu ile birlikte Ankara’daki teyzesinin yanına gitmek. Veysel ise Reyhan hakkında yapılan tüm dedikodulara kulağını tıkayarak, onunla bir hayat kurmanın hayalini taşısa da, Reyhan’ın babası Şevket’in koyunlarına çobanlık eden ve onun evinde bir sığıntı gibi yaşayan, sık sık intihar eden babası nedeniyle aşağılanan “yarım akıllı” diye dışlanan biri olarak hem Reyhan hem de Şevket’in ötekisidir. Reyhan’ın yerine Doktor Necati’nin evine besleme olarak gönderilen Nurhan, kendisine yüklenen ev içi sorumluluk karşısında bitkin düşer. Evin büyümekte olan oğlunu geceleri tuvalete kaldırmadığı için, onun sadece bakımı değil eğitiminde de söz sahibi olmak istediği için köyüne geri gönderilir. Nurhan yetersiz beslenme ve daha çok sosyoekonomik zorluklar yaşayan toplumlarda görülen Pika sendromu nedeniyle gizli gizli toprak yemekte, yeniden besleme olarak Doktor Necati’nin evine gitmeyi hayal etmektedir. Havva yanlarında kaldığı aile tarafından okuma yazma şansını elde etmiştir. Onun kızlar arasında okuma yazma bilmesi, geleceklerini kurabilmelerinde en önemli kültürel sermayesidir. Doktor Necati, hem kızları evine besleme olarak alan kişi, hem kasabanın doktoru hem benzin istasyonu sahibi hem de köyde kavakları olan hekimlik mesleğinin dışında her alanda varlık gösteren ekonomik, sosyal statü bağlamında köylülerin karşısında güçlü bir iktidar kuran, istediğinde muhtara sofra kurduran, sofrasına kimlerin oturacağına karar veren ve kendisine koşulsuz hizmet edilen biri. Her bir karakterin bir diğeri üzerindeki gücü kırılgan bir yapıda ilerliyor. Doktor Necati ile Reyhan arasındaki ilişki de Reyhan’ın sessizliği, bu ilişkiyi bilen ama susan Veysel’in içki sofrasında Necati karşısındaki gücüne dönüşüyor. Kızları ile sofrada onlara hikâye anlatırken, kızları tarafından çok da dikkate alınmayan, kızlarını besleme verdiği aileler karşısında hep alttan alan Şevket köyün delisi Hatice ve Veysel karşısında sürekli onları aşağılayan bir tavır sergiliyor. Her biri bir öteki karşısında kendi iktidar alanını yaratıyor. Köyün delisi Hatice ise köydeki sistemin de dışında kalmış biri. Her dışlanmasında, üzüntüsünde, sevincinde duygularını takla atarak dışa vuran Hatice’nin köyde iletişim kurduğu tek kişi ise Nurhan.

KLASİK, BİLDİK, TANIDIK KLİŞE KADIN TEMSİLİNİN ÖTESİNDE, ARZULARI, HAYALLERİ OLAN KADIN İMGESİ

İkinci Cinsiyet kitabının yazarı Simone de Beauvoir’un “Kadın Doğulmaz Kadın Olunur” sözü toplumsal yaşamda erkek egemen anlayışın kurulması ve devamlığının sağlanmasına atıfla ataerkilliğe bir eleştiridir. Çünkü bu toplumda her türlü sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel alanda belirleyici olan eril zihniyettir ve ataerkil toplumda cinsiyet farkına dayalı olarak söz sahibi olan ve arzu duyan erkek, suskun ve pasif olan ise kadındır. Kadın ve erkek ayrımı üzerinden yapılan bu ikilikler ise toplumsal, sınıfsal farklılıkların arkasında yatan siyasal ve ideolojik yapılanmayı görünmez kılar. Bu nedenle toplumsal yaşamın temel boyutu olarak iktidar ve onun güç ve baskı ile hem gerçekliği hem de insanların düşüncesini biçimlendirmedeki rolü nedeniyle toplumun her alanına sirayet etmiş olan egemen söyleme kuşkuyla yaklaşmak ve yaygın kabulleri ters yüz ederek eleştirel bir dille yeniden göz önüne serilmesinde sanatın önemi yadsınamaz. Ancak sinema sanatla sanat olmayan arasında bir yerde duran ve aynı zamanda popüler kültür ürünü olarak kitlelere hitap eden önemli bir mecradır ve bu bakımdan egemen söylemin devamlılığının sağlanmasında da önemli bir rol üstlenir ve genellikle klasik filmlerde iyi/kötü, güzel/çirkin/ masum/günahkar, ahlaklı/ahlaksız gibi ikili karşıtlıklarla kendini gösteren gerçekliğe uymayan temsiller öne çıkar. Emin Alper Kız Kardeşler filminde alışık olunan bu gerçek dışı kadın imgesini ters yüz ediyor. Hem de uzak bir dağ köyünde yaşayan kadınlar üzerinden klişe temsillerin dışında arzularıyla, geleceğe ilişkin hayalleriyle, hatalarıyla ve doğrularıyla ete kemiğe bürünmüş gerçek kadın imgelerini ortaya koyuyor. Öyle ki kız kardeşlerin birbirleriyle dayanışmaları, birbirleriyle mücadeleleri, kıskançlıkları, kızgınlıkları gibi birbirlerine sevgileri de o kadar gerçek. Genç kızların birbirleri ile olduğu gibi babaları ile ilişkileri de hem karşılıklı didişme hem de duygu ve düşüncelerini karşılıklı ifade edebilme konusunda oldukça doğal. Her eve dönen kızın evin eşiğinde baba elini öperek, babanın iktidar alanına girmesi söz konusu olsa da ev içinde kızların babaları ile tartışmalarında hem kendilerini ifade etme yönündeki çabaları hem de bu konuşmalardaki mizahi dil klişe bir ataerkil aile temsilinin dışında kalıyor. Evin büyük kızı Reyhan ile kız kardeşi Nurhan’ın sohbetlerinde besleme olarak kaldıkları evin çocukları ile kurdukları anne-bakıcı rollerinin iç içe geçtiği, şefkat, özlem ama aynı zamanda onların eğitimi ve terbiyesi konusunda tutumlarındaki farklılık gibi, kadınlık, cinsellik, arzu konusunda da düşünce ve duygularının farklılığı ortaya konuluyor. Reyhan’ın en küçük kız kardeşi Havva ile sohbeti ise daha çok kendine yönelik bir özeleştiri ve aynı zamanda kız kardeşine de besleme olarak gittiği evde neden orada olduğunu unutmaması gerektiği yönünde bir uyarı niteliği taşıyor.

EKONOMİK, KÜLTÜREL, EĞİTSEL HABİTUSLAR....

Sosyolog Bourdieu insanların yaşamın üstesinden gelmesini mümkün kılan habituslardan bahseder. Buna göre toplumdaki eşitsizliklerin temelinde ekonomik, kültürel, sosyal, ve toplumda sahip olunan prestij, meşruluk gibi simgesel sermaye önemlidir. Filmde üç kız kardeşin ekonomik, kültürel, sosyal sermayeleri yok hükmünde, ama geleceğe ilişkin umutları, mücadeleye olan azimleri var. Bu bakımdan onların umutları aynı zamanda geleceklerini kurabilmeleri için en önemli motivasyon kaynağı.

İçinde yaşadıkları köy mekân olarak Veysel, Reyhan, Havva ve Nurhan için sıkışmışlık, geleceksizlik iken Doktor Necati için kentin, kasabanın yoğunluğundan kaçış, sakinlik ve bir tatil alanıdır. Çünkü Doktor Necati, ekonomik, kültürel, sosyal, simgesel sermayenin olanaklarına sahip olmuş ve olmaya devam eden, mesleki statü ve ekonomik sermayesi gibi, prestijli biri olarak köy onun için bir süreliğine soluklandığı bir kaçış alanıdır. Ancak Veysel ve kız kardeşler parasız, pulsuz, eğitimden yoksun bırakılmış köyün yarım akıllısı, delisi, beslemeleri olarak simgesel anlamda toplumda bir meşruluk kazanamamış bireylerdir, bu durumda ya köyde kalıp kaderlerine teslim olacak ya da koşullarını zorlayarak daha iyi bir hayatı yakalayabilmenin umudunu yeşerteceklerdir.

Sonuç olarak Emin Alper; besleme olarak girdiği evde hamile kalan ve köyüne getirilen Reyhan, köyün “yarım akıllısı” olarak sürekli aşağılanan Veysel, hiç kimsenin evine kabul etmediği köyün delisi Hatice, kaldığı evde çocuk bakımından temizliğe tüm işlerin altında ezilmekten yorulan ve kendini hasta ederek bu yükten kurtulmayı düşünen Nurhan, yanında kaldığı ailenin çocuğunun ölümü ile tekrar köyüne gönderilen Havva, kızlarını kasabadaki varlıklı ailelerin yanına besleme olarak göndermeyi tek çare olarak gören baba Şevket, benzin istasyon sahibi, kavak yetiştiriciliği gibi birçok işe el atmış yayılmacı bir iktidar sahibi Doktor Necati ve köylü ile kasabanın ileri gelenleri arasında ilişkiyi koordine eden muhtardan oluşan karakterler üzerinden oldukça minimal ama bir o kadar da politik bir film örneği ortaya koyuyor.