Google Play Store
App Store
Sistemin istikbali için demokrasi feda edildi: Fransa’da solu seçmek yasak

Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi

I- FRANSA’DA NELER OLUYOR?

Fransa cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde kendi cumhuriyetçi ittifakının çöküşü karşısında neofaşist Marine Le Pen’in Ulusal Birliğinin zaferle çıkmasının ardından erken seçim çağrısı yapmış, haziran ayının sonunda gerçekleşen seçimlerde sol Yeni Halk Cephesi ittifakı birinci çıkmıştı.

Ana gövdesini Sosyalist Parti, Fransa Komünist Partisi, Boyun Eğmeyen Fransa ve Yeşiller Partisinin oluşturduğu Yeni Halk Cephesi İttifakı, büyük protestolara rağmen geçen emeklilik yaşını yükseltme yasasını geri çevirmek, asgari ücreti artırmak ve servet vergisini geri getirmek başta olmak üzere birçok farklı başlıkta halkın lehine iyileştirmeler ve reformlar içeren kapsamlı bir program hazırlamıştı.

İki yıl önce gerçekleşen seçimlerde de aynı 4 partinin inşa ettiği NUPES isimli ittifak, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sol birliği sağlayamadığı için sosyalist aday Melenchon ikinci turu az farkla kazanmış, Macron ve Le Pen’in yarıştığı ikinci turda ise kerhen Macron desteklenmişti. Geçtiğimiz iki yılda ağır neoliberal politikaları uygulamaya koymanın yanında, Le Pen ile rekabet edebilmek için giderek daha faşist bir söylem benimseyen Macron, geçen sürede hem kendi hem de parti ittifakının desteğini kaybetmeye başladı.

Geçtiğimiz seçimlerden dersini alan sol partiler, faşizmi geriletebilmenin yolunun kerhen liberalleri, merkezci unsurları destekleyerek, neoliberalizm ve neofaşizm arasında seçim yapmaktan değil, solun bağımsız hattını ve birliğini kurabilmekten geçtiğini kanıtladı.

İlk turda neofaşist Ulusal Birliğin birinci, Yeni Halk Cephesinin ikinci çıktığı seçimlerin temmuz ayında gerçekleşen ikinci turunda ise ipi Yeni Halk Cephesi göğüsledi. Adını II. Dünya Savaşında Alman işgaline karşı örgütlenen Antifaşist Halk Cephesinden alan sol ittifak, bir önceki döneme kıyasla büyük oy kaybı yaşayan merkez, liberal ve cumhuriyetçi seçmenlerin oylarını da alarak 577 üyeli Ulusal meclise 182 milletvekili sokmuştu.

Ancak seçim sonuçlarının ardından hiçbir ittifakın tek başına hükümet kuracak çoğunluğa ulaşamaması Macron’a hamle imkânı verdi. Fransa’nın demokratik teamüllerine göre birinci çıkan partinin ittifak görüşmesi yapmak üzere hükümet kurma yetkisini alması gerekirken, cumhurbaşkanı 2 ay boyunca kulağının üzerine yattı. Yeni Halk Cephesi, bu süreçte kendi başbakan adayı olarak kamucu politikalar savunucusu, programın yazarlarından ekonomist Lucie Castets’i ittifakın başbakan adayı olarak belirledi, kendi ittifak görüşmelerine başladı. Macron’a hükümet kurma yetkisi için çağrı yapan, eylem hazırlığında olan ittifak, tüm süreçte şaşırtıcı da bir şekilde dağılmadan birlikte durabildi.

Macron, Yeni Halk Cephesini bölebilmek için eski Sosyalist Partili başbakan Bernard Cazaneuve’yi olası bir cumhuriyetçi-sosyalist ittifakın başbakanı olarak atayabileceği imasını yaptı. Sosyalistlerin bu ihtimalle çelinmemesi, merkez sağ veya neofaşistlerin de hükümet kurabilecek bir koalisyon kuramaması sonrası, cumhurbaşkanı, sağcı Michel Barnier’i başbakan olarak atadığını açıkladı. Fransız solu hükümet kurma yetkisini beklerken, herhangi bir koalisyonun adayı olmayan, uzun süredir aktif siyaset içerisinde önemli bir yeri dahi olmayan merkez sağcı Barnier’in atanması beklenmiyordu. Macron, solun hükümet kurmayı denemesine izin vermektense, temsilî demokrasiyi askıya almayı tercih etti.

***

II- LİBERAL-FAŞİST İTTİFAKI SEÇİMLERİ ÇALDI

Yeni Halk Cephesinin paydaşlarının Macron’un kararına ilk yanıtı sokağa çıkmak oldu. 200 bine yakın insanın katıldığı eylemde, başbakan atamasının geri çekilmesi ve Macron’un görevden alınması talep edildi.

Yeni Halk Cephesinde en yüksek oyu alan LFI lideri Jean Luc Melanchon bu kararı "Cumhurbaşkanı kendi karar verip yaptırdığı seçimin sonucunu resmî olarak tanımamıştır. Bu seçim Fransızlardan çalınmıştır." Sözleriyle değerlendirirken sol dışındaki bütün partiler aşırı şağcı Bardela dahil olmak üzere yeni başbakanı kutlama mesajları yayınladı. Sosyalist Parti Genel Sekreteri Olivier Faure ise "demokratik inkâr" terimini kullandı. Faure, "Demokrasiyi inkâr zirveye ulaştı: Dördüncü sırada yer alan bir partiden gelen biri başbakan oldu. Bir rejim krizine giriyoruz," diye belirtti. Corrèze milletvekili ve eski sosyalist Cumhurbaşkanı François Hollande, Aşırı Sağın Michel Barnier'in atanmasına "bir tür onay" verdiğini ifade etti. Rouen Belediyesinin Sosyalist Başkanı Nicolas Mayer-Rossignol, "Solun önde çıktığı bir seçim, sonunda sağdan bir başbakan atamasıyla sonuçlandı. Sol, mutlak çoğunluk kazanmamışken zaferinin gerektirdiği yararlı uzlaşmaları aramak yerine, kısır bir inat tavrına bürünmeyi tercih etti. Bu bir sorumsuzluk," diyerek Yeni Halk Cephesi bileşenlerinin yaptığı görüşmeleri eleştirdi.

Barnier’in seçimleri dördüncü bitiren partinin vekili olarak başbakan atanmasının ardında, Marine Le Pen ile perde arkasından yaptıkları görüşmelerin de etkisi var. Kimi yorumcular, Barnier isminin Le Pen’in onayından geçtiğini, bundan önce Macron’un aklındaki isimleri ise veto ettiğini iddia ediyor. Açık olan şu ki Macron seçimin galibi Yeni Halk Cephesinin hükümet etme hakkını gaspetti. Bu hakkı doğrudan Le Pen’e vermemiş olsa da sol ittifaktan sonraki en büyük güç olan neofaşistleri daha avantajlı bir duruma getirdi. Ayrıca Halk Cephesi bileşenleri Barnier hükümetini tanımayacaklarını açıkladılar. Dolayısıyla hükümetin ömrünü biçecek olan da faşistler olacak. Le Pen, hükümet içerisine dahil olmayacaklarını belirtti, ancak güvenoyu vererek dolaylı şekilde destekleyecekler.

Meclisin en zayıf grubunun, doğrudan cumhurbaşkanı eliyle kurulan azınlık hükümeti, yasa çıkarabilmek için anayasanın hükümete hak olarak verdiği kararnamelere başvurulacak. Temeli atamalara, kararnamelere ve arka kapı pazarlıklarına dayanan bu hükümetin ne kadar ayakta kalabileceği meçhul. Barnier henüz kabinesini ilan etmedi, sol içerisinden de liberal bir kabine cazibesine kapılanlar olabilir, ancak “atama hükümet” hem meclis aritmetiğinin karmaşıklığı hem de farklı aktörlerin birbiriyle tam olarak uyuşmayan hedefleri sebebiyle kaygan bir zeminde ilerlemeye devam edecektir. Böyle bir hükümetin dayatılmasının arkasındaki gerekçe, merkez sağ ya da neofaşistler tek başına bir güç olana kadar Macron’un çıkardığı neoliberal düzenlemeleri koruyabilmek. Neticede Le Pen’in Ulusal Birliği de iktidara gelse kamu bütçesinden dev kesintiler gerçekleşecekti. Ancak bu karar hem Fransa hem de dünya solu açısından çok daha önemli, yeni bir gerçekliğin ilanı anlamına geliyor.

***

III- BATI DEMOKRASİSİNİN YENİ YÜZÜ

Fransa’da sosyalist solun seçim kazandığı halde hakkı olan hükümet kurma yetkisinin reddedilmesi, 21. yüzyılda sosyalizm tartışmalarına dair yeni bir eşiğin işaretlerini veriyor. Hatırlanırsa çok değil 10 yıl önce, 2007 krizinin tetiklediği eylemler içerisinde örgütlenerek büyüyen yeni Avrupa solu, parlamenter siyasette de bir güç haline gelebilmişti. Bunun en önemli örneklerinden SYRIZA iki defa iktidara gelmiş, ancak halka verdiği sözlerin hepsini yutarak, itiraz ettiği kemer sıkma politikalarının güler yüzlü yürütücüsü haline gelmişti.

Fakat yine de bu dönemde başbakanlık konutları Avrupa soluna açıktı. İstenirse, Yunanistan gibi Amerikan destekli darbeleri tecrübe etmiş bir ülkede, SYRIZA da farklı biçimlerde iktidardan uzaklaştırılabilirdi. Keza Atlantis’in diğer yakasında, pembeden kızıla Latin Amerikalı sosyalistlerin göğüslediği darbeler, darbe girişimleri hâlâ farklı biçimlerde sürüyor.

Ancak bugün, “medeni” Avrupa’nın göbeği Fransa’da yaşananlar, “Batı demokrasisinin” yeni bir yüzüyle tanışmamızı sağladı. Sistemden tam bir kopuşun bile vaat edilmediği –ve üstelik meclis aritmetiği sebebiyle ne kadarının uygulanabileceği dahi meçhul– bir reform programına dahi tahammül etmek yerine, demokrasi askıya alınabiliyor. Seçimleri takip eden sağdan sola herhangi bir uzmanın beklemediği bu gelişmenin verdiği mesaj şu: Neoliberal sisteme uyumlu olmayan sola, seçim kazansa dahil hükümetin kapıları kapalı. 2024 yılında Batı demokrasisi yalnızca sağcıların, piyasacıların seçilme hakkına sahip olduğu bir sistem. Dolayısıyla parlamento içi reformist yöntemlerle değişim hedefleyen sol partilerin hedefi artık yalnızca seçimleri kazanmak değil, hükümet kurabilme, temsilî demokrasinin icra edilmesini sağlamak olacaktır. Demokrasiyi bir prosedür olarak hayata geçirebilmek için bile gerekli olan artık mecliste kazanılan koltuk sayısı değil, sokakları dolduran kitleler içerisindeki örgütlülük ve kararlılık.

***

IV- SİSTEMİN YENİ PARADİGMASI KARŞISINDA SOL

Geçtiğimiz aylarda Almanya, Fransa ve ABD siyasetine ilişkin tartışmalar, düzen içi liberal merkezlerin kitleler nezdinde meşruiyetini kaybettiğine, bunun sonucu olarak birçok ülkede neofaşistler yükselişe geçtiğini, Batı demokrasisinin çökmekte olduğu yorumları yapılıyordu. Bugün Fransa’da yaşananların gösterdiği bu liberal merkezlerin gerilese dahil demokrasiyi askıya almayı bile göze alarak piyasa programını, sistemin devamlılığını sağlamaya hazır olduğu gerçeği. Bir yanıyla da neofaşistlerin en önemli müttefikinin liberaller olduğunun kanıtı. Şu âna kadar ortaya çıkan neofaşist hareketlerin tamamı sözde “Elit-egemen karşıtı” olsa da esasında neoliberal sisteme göbekten bağlı, tüm politikaları da piyasanın ve emperyalizmin çıkarlarına uyumlu gelişiyor, esasen krizdeki sistemi olağanüstü, antidemokratik biçimlerle restore ediyor. Bugün sola parlamenter siyasetin tamamen kapatılması, halkta hiçbir karşılığı olmayan liberal merkezlerin sistemi muhafaza edebilmek için gerekirse demokrasiyi işlemez hale getirmesi, halk nezdinde geriye tek seçenek olarak neofaşistleri bırakıyor.

Bu manzarada, Fransa soluna zorlu bir mücadele düşüyor. Yeni Halk Cephesinin koalisyon ortaklarından Sosyalist Parti, en baştan sokak çağrıları içerisinde olmayacağını, Barnier hükümeti ile “parlamenter siyaset içerisinde” mücadele edeceğini açıkladı. Demokrasiyi hiçe sayarak atanan bir hükümetle, “demokratik sınırlar içerisinde mücadele” gibi absürt bir fikir, hâlâ Batı solunda karşılık bulabiliyor. Keza Yeni Halk Cephesi programında emeğe, özellikle de emeklilik yaşına dair önemli reformlar olmasına, hatta neredeyse Macron’un tüm inadının da bu reformları geçirmemek olmasına rağmen, sendikalar da bütünü ile sokak çağrılarında ortak değil. Bugün çok daha çetin şartlarda, geçmişte olduğu gibi koalisyonda farklı çatlakların yaşanması da şaşırtıcı olmaz.

Şu anda Yeni Halk Cephesinin dörtte üçü ama en görünür biçimde Melenchon önderliğindeki Boyun Eğmeyen Fransa sokaktaki mücadelenin başaktörlerinden. Keza 4 parti içerisinde tabandaki örgütlülükle en doğrudan ilişkiye de onlar sahip.

Fransa’da bugün neoliberal politikalardan geri dönüş mücadelesi, parlamenter demokrasinin normlarına dönüş mücadelesine dönüşmüş durumda. Macron’un hamlesi, küresel sistemin ve onun taşıyıcısı Batılı merkezlerin yaşadığı siyasi krizin açık bir göstergesi oldu. 2000’ler başında müjdelenen küresel demokrasi projesi açısından bir zorunlu paradigma değişikliğine karşı solun ayakta –ve hatta hayatta– kalabilmesi ancak emekçi halkın tüm kesimlerinin örgütlü, kararlı ve birleşik bir karşı duruşla mümkün. Bugün Fransa’da birleşik mücadelenin gideceği yol bu açıdan son derece kritik.

Olabilecek en kötü sonuç, bu durumun neoliberal kapitalist düzenden kurtuluş hedefinde birleşen milyonları umutsuzlaştırarak, meydanı neofaşistlere bırakması olacaktır. Atama kararı sonrası esas mesele Macron’un görevden alınması için eyleme katılan 18 yaşındaki Lisa’nın sesine kulak vermek:

“Sarı yeleklileri gördük, emekli yasasını gördük, artık anayasal kurumlar kamuoyuna kapalı. Sesimiz duyulmuyor. Sokaklar tek çaremiz.”