Google Play Store
App Store

Ne kadar çabuk geride kaldı rejim ve sistem tartışması. Aslında 2017 Anayasa değişikliği sırasında da rejim ve sistem tartışması bilimsel düzlemde yapılamamıştı. Değişikliği dayatanlar, “biz sistem değişikliği ile yetiniyoruz” savunması yaparken, değişikliğe karşı çıkanlar, “bu bir rejim değişikliği” diyorlardı.

Oysa, siyaset biliminin rejim ve sistemi tanımına, her ikisi de değiştiriliyordu. Hatta, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CBHS) adlandırmasının anayasal gerçeklikle bağdaşmadığını, Hükümet’in kaldırılmış olması ve Anayasa md.103 normu ile bağdaşmadığı halde Cumhurbaşkanı’nın parti başkanı olması, adlandırmayı sanal kılıyordu. Siyasal sorumluluk yokluğu ve hukuki güvenlik sorunu ise sistemden söz etmeyi zorlaştırıyordu.

Daha somut anlatımla, Yasama ve Yürütme yapılanması ve ilişkileri üzerine anayasa kuralları rejim, bunun işleyiş ve uygulanma tarzı sistemi ortaya koyduğuna göre, kamu makamlarının yetkilerini anayasal çerçevede kullanmaları ölçüsünde hukuki güvenlik ve sistemden söz edilebilirdi. Ne var ki, “yurttaşların güne hangi ortam ve koşullarda başlayacağı”, uygulamada giderek belirsiz bir hal almakta idi.

∗∗

Hatırlayalım: Haziran 2015 seçimlerini yineleyerek ancak yeniden siyasal çoğunluğu elde eden AKP, 2019 yerel seçimlerinin rövanşını yine Anayasa’ya aykırı biçimde kayyum uygulaması ile alma yoluna gitti.

2023 seçimlerini “resmi dezenformasyon videoları” ile alan Cumhur İttifakı, 2024 yerel seçimleri kaybının hıncını bu kez, kayyum yelpazesini genişleterek almaya çalışıyor.

Gerçi, Anayasa Mahkemesi’nin 27 Ekim 2023 günlü C. Atalay kararından TBMM’de 16 Ağustos 2024 günlü kavgalı oturumu arasındaki zaman diliminde yaşananlar, “Anayasa suçu” nun ne olabileceği üzerine yeterli fikir vermişti. Ama TBMM’nin 1 Ekim’de açılması ile başlatılan siyasal süreç, sistemsizliğin ülkeyi, toplumu ve devleti nerelere savurabileceğini de gösterdi.

∗∗

“Keyfi anayasal alanlar” genişledikçe, toplumda, “yöneticiler, yeter ki Anayasa’ya uysun; biz otoriter düzenlemelere de rıza gösteririz” algısı doğabilir. Ancak, keyfi uygulamanın temel taşlarının demokratik olmayan Anayasa hükümleri ile atıldığı da göz ardı edilmemeli.  “Demokratik/otoriter/fiili-keyfi” olarak “Anayasa’nın üç hali”nin “üçüncü yelpazesi” sürekli genişliyor ve belirsizleşiyor.

∗∗

Öyle ki, üzerinde yoğunlaşma gereği bulunan Anayasa hukuku alanı fikri tartışmasına sıra bile gelmiyor. Üç katmanlı Anayasa hukuku alanı:  norm olarak Anayasa metninde yazılı kurallar, ulusal hukuka dahil edilen uluslararası sözleşmeler ve hukuk (hukukun genel ilkeleri).

Hukuku etkili kılmak için bu tartışmaları yapabilmek bir yana, Anayasal bilgi kirliliği eşliğinde sürekli hale getirilen “sözde anayasacılık” söylemleri ve Anayasa dışı uygulamaların yaygınlaşması, “sistemsizliği sürekli kılma” iradesi ile örtüşmekte.

Bu nedenle, asıl odaklanılması gereken, siyasal sorumluluk ve hesap verebilir bir yönetim yokluğudur. Hesap vermekten ve siyasal sorumluluktan bağışık Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme  (PBDBY), kendini Anayasa-üstü ve dışı bir mecraya konumlandırmış bulunuyor. Öyle ki, bu işleyişte, Cumhuriyet’in temel organları olarak Yasama-Yürütme-Yargı’dan çok Cumhur İttifakı, ama daha çok İttifak bileşeni iki parti yöneticisi öne çıkıyor.

∗∗

Bu ortam ve koşullarda, Yasama, Yürütme ve Yargı faaliyetlerini, Anayasa ve hukuk merceğine tabi tutma ve Anayasa’ya saygı yükümlülüğünü sürekli işleme gereği yaşamsaldır. Öyle ki,  anayasal dezenformasyonu aşmaya ve Anayasa’ya saygıyı sağlamaya yönelik çabalar kurumsal temellere oturtulamaz ve sürekli kılınamaz ise, “sistemsizliği sürekli kılma” hamleleri kurumsallaşır.

“İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” savunucuları, “Anayasa’ya saygı içerisinde siyaset ve hukuk yoluyla demokrasi” ereğinde dayanışma içinde olmalı; TBMM önünde sorumlu ve hesap verebilir bir Hükümet hedefini sürekli gündemde tutmalı.