Sıtkı’nın sıkıntısı
Deniz kıyısında bir bankta oturan genç adam başını arkaya çevirip kameraya (seyirciye) doğru bakıyor...
Deniz kıyısında bir bankta oturan genç adam başını arkaya çevirip kameraya (seyirciye) doğru bakıyor. Kadraj dışından yönetmenin sesi duyuluyor: “Sıtkıcım! Sıtkıcım, şimdi deniz fenerine doğru, böyle anlamlı anlamlı, uzun uzun bakıyorsun abi, tamam mı?! Yaklaşık 10 dakika böyle bir planımız var. Ama abi, o yüzündeki anlamlı bakışı görmek istiyorum, tamam mı?!” Sıtkı soruyor: “Ya bir şey diyeceğim, arkamdayken o kamera yüzümdeki anlamı nasıl alacak?” Yönetmen çıkışıyor: “Ya Sıtkıcım, bu filmi öyle sıradan insanlar izlemeyecek ki! Şimdi yani, sanatsal filmden hoşlanan insanlar izleyecek; yani, sırtından ruhunu okur bunlar!”
Ege Üniversitesi’nden bir grup sinema öğrencisinin 2007’de yaptığı Bir Nuri Bilge Ceylan Karesi Çekmek adlı kısa filmden alıntıladığım bu pasaj, tüm indirgemeciliğine rağmen ne yazık ki NBC sinemasının ilk dönemini, Koza, Kasaba, Mayıs Sıkıntısı ve İklimler’den oluşan ‘Kesal öncesi’ dönemini çok iyi özetliyor. NBC bu filmlerde özellikle Ozu ve Tarkovsky üzerinden işleyen aşırı derecede öykünmeci görüntüleriyle daha çok bir ‘görsel şiir’ üretimi gerçekleştiriyor, görüntüler yoluyla düzgün bir hikâye anlatmak yerine seyirciye o görüntülerin tek tek anlamlarını –ya da anlamsızlıklarını- dayatıyordu. Sinema hayatının Üç Maymun’la başlayan ikinci dönemindeyse NBC’nin gerçekten iyi bir sinemacı, iyi bir yönetmen ve çok iyi bir hikâye anlatıcısı olduğunu görüyoruz -ama kendi hikâyeleri olmadığı müddetçe! Çünkü NBC, ne yazık ki hiçbir zaman Mehmet Açar’ın “Nuri Bilge Ceylan’ın başarı sırlarından biri senaryolarının sağlamlığıdır.” (HaberTürk, 23 Eylül) tespitindeki gibi iyi bir senarist olmadı. Burada ‘senaryodan ne anladığınız’a göre değişebilecek bir durum da söz konusu değil; yukarıda saydıklarım ‘güzel görüntülü-kötü senaryolu’ filmlerdir, neredeyse ‘sesli fotoğraf albümü’ denebilecek çalışmalar… Uzak’ın bir başyapıt olarak sinema tarihine geçmesinin nedeniyse iyi senaryosu değil, az sayıda karakterin küçük bir alanda sıkışıp kalması sayesinde dramatik çatışmanın kolaylıkla ve iyice görünür hale gelmesidir.
Bir tek film eleştirmeninin bile NBC sinemasını hakkıyla eleştirmediği o günlerde, Nermin Saatçioğlu Geniş Açı’da yayımladığı bir yazıda şunları dile getirerek ‘ilk dönem NBC sineması’ hakkında söylenebilecek en doğru şeyleri söylüyordu: “Hepimizin de bildiği gibi, Nuri Bilge Ceylan sinemaya atılmadan önce son derece başarılı bir fotoğrafçı olarak kendini kanıtlamıştı. ‘Kasaba’nın ana sorunu da, yönetmenin bu fotoğrafçılık birikimini neredeyse olduğu gibi, sinemanın gereklerine uyarlamaksızın filmine aktarmasından kaynaklanıyor. Film, Nuri Bilge Ceylan fotoğrafları olarak başlıyor, öyle sürüyor ve aynen bu şekilde de bitiyor. Fotoğraflar o kadar güzel ki, insanın filme kötü diyesi gelmiyor. Filmde yer yer sinema duygusuna yaklaşıldığını görüyoruz, ama bütün bu çabalar sürüncemede kalıyor ve salonu terk ettiğimizde içimizde iyi bir film ya da hatta bir film izlemiş olmanın vereceği tatmin duygusunu bulamıyoruz. Peki ama neden? Fotoğrafın paradigmaları sinematik ifade biçimine yedirilmeden aynen alınınca sinemayla fotoğraf arasında bir kan uyuşmazlığı oluyor da ondan.” (Sayı 11, Mayıs 2000)
Ama Üç Maymun’la birlikte bir şeyler değişmeye, güzel görüntüler amaç –‘kendinde şey’!- olmaktan çıkıp hikaye anlatma aracı olarak tam da olması gereken yere oturmaya başladı. Böylece, dramatik örgüsü daha önceki NBC filmlerinde görülmemiş denli iyi kurulmuş bir film çıktı ortaya... Filmi izlerken bu değişimin sırrının senaryo ortağı Ercan Kesal’da yatıyor olabileceğini düşünmüştüm. Uzun zamandır izlediğim en iyi film olan Bir Zamanlar Anadolu’da, Kesal faktörünün etkisini çok net biçimde gösteriyor: Tek kelimeyle muhteşem ama kendi başlarına bir anlam ifade etmeyecek, sadece buradaki hikayeyle birlikte ele alındığında anlam kazanan görüntüler eşliğinde örülmüş müthiş bir sinematografik hikaye...
Belli ki Ercan Kesal hikâyelerini en iyi filmleştirecek kişiyi, NBC de gerçekten değerli ve ‘net’ bir sinema yapması için gerekli senaryoları yazacak kişiyi bulmuş. Bir seyirci olarak bundan dolayı çok mutluyum. Eh, biraz da, bundan böyle Sıtkı’nın ruhunu okuma çabasıyla boğulmayacağımız için mutluyum galiba...
Ege Üniversitesi’nden bir grup sinema öğrencisinin 2007’de yaptığı Bir Nuri Bilge Ceylan Karesi Çekmek adlı kısa filmden alıntıladığım bu pasaj, tüm indirgemeciliğine rağmen ne yazık ki NBC sinemasının ilk dönemini, Koza, Kasaba, Mayıs Sıkıntısı ve İklimler’den oluşan ‘Kesal öncesi’ dönemini çok iyi özetliyor. NBC bu filmlerde özellikle Ozu ve Tarkovsky üzerinden işleyen aşırı derecede öykünmeci görüntüleriyle daha çok bir ‘görsel şiir’ üretimi gerçekleştiriyor, görüntüler yoluyla düzgün bir hikâye anlatmak yerine seyirciye o görüntülerin tek tek anlamlarını –ya da anlamsızlıklarını- dayatıyordu. Sinema hayatının Üç Maymun’la başlayan ikinci dönemindeyse NBC’nin gerçekten iyi bir sinemacı, iyi bir yönetmen ve çok iyi bir hikâye anlatıcısı olduğunu görüyoruz -ama kendi hikâyeleri olmadığı müddetçe! Çünkü NBC, ne yazık ki hiçbir zaman Mehmet Açar’ın “Nuri Bilge Ceylan’ın başarı sırlarından biri senaryolarının sağlamlığıdır.” (HaberTürk, 23 Eylül) tespitindeki gibi iyi bir senarist olmadı. Burada ‘senaryodan ne anladığınız’a göre değişebilecek bir durum da söz konusu değil; yukarıda saydıklarım ‘güzel görüntülü-kötü senaryolu’ filmlerdir, neredeyse ‘sesli fotoğraf albümü’ denebilecek çalışmalar… Uzak’ın bir başyapıt olarak sinema tarihine geçmesinin nedeniyse iyi senaryosu değil, az sayıda karakterin küçük bir alanda sıkışıp kalması sayesinde dramatik çatışmanın kolaylıkla ve iyice görünür hale gelmesidir.
Bir tek film eleştirmeninin bile NBC sinemasını hakkıyla eleştirmediği o günlerde, Nermin Saatçioğlu Geniş Açı’da yayımladığı bir yazıda şunları dile getirerek ‘ilk dönem NBC sineması’ hakkında söylenebilecek en doğru şeyleri söylüyordu: “Hepimizin de bildiği gibi, Nuri Bilge Ceylan sinemaya atılmadan önce son derece başarılı bir fotoğrafçı olarak kendini kanıtlamıştı. ‘Kasaba’nın ana sorunu da, yönetmenin bu fotoğrafçılık birikimini neredeyse olduğu gibi, sinemanın gereklerine uyarlamaksızın filmine aktarmasından kaynaklanıyor. Film, Nuri Bilge Ceylan fotoğrafları olarak başlıyor, öyle sürüyor ve aynen bu şekilde de bitiyor. Fotoğraflar o kadar güzel ki, insanın filme kötü diyesi gelmiyor. Filmde yer yer sinema duygusuna yaklaşıldığını görüyoruz, ama bütün bu çabalar sürüncemede kalıyor ve salonu terk ettiğimizde içimizde iyi bir film ya da hatta bir film izlemiş olmanın vereceği tatmin duygusunu bulamıyoruz. Peki ama neden? Fotoğrafın paradigmaları sinematik ifade biçimine yedirilmeden aynen alınınca sinemayla fotoğraf arasında bir kan uyuşmazlığı oluyor da ondan.” (Sayı 11, Mayıs 2000)
Ama Üç Maymun’la birlikte bir şeyler değişmeye, güzel görüntüler amaç –‘kendinde şey’!- olmaktan çıkıp hikaye anlatma aracı olarak tam da olması gereken yere oturmaya başladı. Böylece, dramatik örgüsü daha önceki NBC filmlerinde görülmemiş denli iyi kurulmuş bir film çıktı ortaya... Filmi izlerken bu değişimin sırrının senaryo ortağı Ercan Kesal’da yatıyor olabileceğini düşünmüştüm. Uzun zamandır izlediğim en iyi film olan Bir Zamanlar Anadolu’da, Kesal faktörünün etkisini çok net biçimde gösteriyor: Tek kelimeyle muhteşem ama kendi başlarına bir anlam ifade etmeyecek, sadece buradaki hikayeyle birlikte ele alındığında anlam kazanan görüntüler eşliğinde örülmüş müthiş bir sinematografik hikaye...
Belli ki Ercan Kesal hikâyelerini en iyi filmleştirecek kişiyi, NBC de gerçekten değerli ve ‘net’ bir sinema yapması için gerekli senaryoları yazacak kişiyi bulmuş. Bir seyirci olarak bundan dolayı çok mutluyum. Eh, biraz da, bundan böyle Sıtkı’nın ruhunu okuma çabasıyla boğulmayacağımız için mutluyum galiba...