Siyaset meydanları, dünya tarihinden hiç eksik olmamıştır. Hayatın tüm cepheleri gibi, bu cephenin de sanata yansıması kaçınılmazdı. Dünya sineması, kurulu düzeni ya da dini dogmaları sorgulayan isyancıların, filozofların, siyasetçilerin yazgısına duyarsız kalmadı, kalamazdı

Siyaset meydanı

Bizim kuşak, ‘Siyaset Meydan’ıyla büyüdü. İzleyicisini sabaha kadar televizyon başına kilitleyen Ali Kırca’nın programını kim anımsamaz? Sonraları taklitleri piyasaya sürülen, ama hiçbiri onun çizgisini yakalayamayan bu program nedeniyle ‘siyaset meydanı’nın yalnızca farklı görüşlerin tartışıldığı bir meydan olmadığını, aynı zamanda Osmanlı’da siyasi idamların gerçekleştiği meydana verilen ad olduğunu öğrenmiştik.

Nereden aklına düştü diye soracak olursanız… Selahattin Demirtaş’tan Osman Kavala’ya, Ahmet Altan’a, nice siyasetçi ve kültür insanı siyasal iktidarın tutsağı konumundayken başka hangi konuyu ele alabilirdim ki? Elbette, siyasetçinin yazgısından söz edecektim… Bugünün ABD’de seçim günü olduğunu ve bu hafta gösterme çıkan en önemli filmin “Nasipse Adayız” olduğunu da anımsatmama gerek yok herhalde…

Siyaset meydanları, dünya tarihinden hiç eksik olmamıştır. Hayatın tüm cepheleri gibi, bu cephenin de sanata yansıması kaçınılmazdı. Dünya sineması, kurulu düzeni ya da dini dogmaları sorgulayan isyancıların, filozofların, siyasetçilerin yazgısına duyarsız kalmadı, kalamazdı. Stanley Kubrick’in “Spartacus”ünden Elia Kazan’ın “Viva Zapata”sına, Roberto Rosselini’nin “Socrates”inden Giuliano Montaldo’nun “Giordano Bruno”suna sayısız tarihsel kişiliğin ‘siyaset meydanı’nda sonlanan yaşam öyküleri beyazperdeye yansıdı. Elbette, tarihi değiştiren büyük devrimcilerin öyküleri de… Andrzej Wajda’nın “Danton”u, Margarethe von Trotta’nın “Rosa Luxemburg”u, Joseph Losey’in Troçki suikastini konu alan “Meksika’da Cinayet”i bunlardan yalnızca birkaçı… Nazilerce Reischtag yangınının sorumlusu olarak tutuklanarak ölüme mahkum edilen Dimitrov da, Amerika’da işlemedikleri bir suçtan ötürü idam cezasına çarptırılan iki anarşist İtalyan göçmeni Sacco ile Vanzetti de, Sovyet casusu oldukları gerekçesiyle elektrikli sandalyeye gönderilen karı-koca Rosenbergler de ‘siyaset meydanı’nın beyazperdeye yansıyan kurbanları arasındadır. Tabi, McCarthy soruşturmaları kurbanlarını da bu bağlamda değerlendirebiliriz.

Marco Bellochio’nun, Hristiyan Demokrat Başbakan Aldo Moro’nun Kızıl Tugaylar tarafından kaçırılmasını, hükümetin pazarlığa yanaşmaması üzerine öldürülmesini anlatan “Günaydın Gece”, ve bir başka İtalyan usta, Elio Petri‘nin, Aldo Moro’nun ‘uzlaşmacı’ siyasetinin arkasındaki ihaneti ve siyaset, ticaret, din ortaklığını sembolik bir anlatımla sergilediği “Todo Modo” adlı muhteşem filmi, İtalyan sinemasının ‘siyaset meydanı’na bakışının en çarpıcı örnekleridir.

Siyasetçinin vicdanı ile hesaplaşması, sinemanın gözde konularından biridir. Fred Zinnemann’ın “Her Devrin Adamı – A Man for All Seasons” (Yanlış bir çeviri ile ülkemizde gösterime giren bu filmin adı “Her Daim Adam” olmalıydı), yaşanmış bir trajediyi, Kral VIII. Henry’nin başmabeyincisi, “Utopia”nın yazarı ve hukukçu Thomas More’un, krala boyun eğmeyip, vicdanının sesini dinlemesi sonucu siyaset meydanına gönderilmesini anlatır.

Sonu ‘siyaset meydanı’nda biten iktidar mücadeleleri, Shakespeare’in ana temaları arasındadır. “Hamlet”den “Macbeth”e, “Othello”dan “Kral Lear”e, “V. Henry”den, “Coriolanus”a ve “III. Richard”a uzanan bu karakterler antolojisi zengin bir malzeme sunar tüm yaratıcılara. Nitekim, bu oyunlardan doğrudan ya da esinlenme biçiminde sayısız uyarlama yapılmıştır sinemada. Bir “Kral Lear” uyarlaması olan Akira Kurosawa’nın ”Ran”ının en başarılı örneklerden biri olduğunu söyleyebilirim.

Özgürlük mücadeleleri

Sinema sanatı yalnızca, ‘siyaset meydanı’nın kurbanları ile ilgilenmedi. Richard Attenborough’nın “Gandhi”si ve Justin Chadwick’in “Mandela: Özgürlüğe Giden Uzun Yol”u gibi, tarihin akışını değiştiren özgürlük savaşçılarına adanmış filmler de yaptı. Spike Lee’nin “Malcolm X”i Amerika Birleşik Devletleri’ndeki siyah özgürlük hareketi liderinin yaşamından etkileyici bir kesit sunarken, Richard Attenborough’nun “Özgürlük Çığlığı” siyasal bir cinayete kurban giden Güney Afrika özgürlük hareketi liderlerinden Steve Biko’nun yaşamını anlatır. Raoul Peck’in “Lumumba”sı ise, Afrika’nın özgürlük mücadelesinde önemli bir yeri olan, Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanının savaşımını… Latin Amerika’nın özgürlük savaşçısı Che Guevera, pek çok filme konu olmuşur: Walter Salles’in “Motosiklet Günleri”nden, Steven Soderbergh’in “Che”sine… Bu listeye İskoçların efsane kahramanı William Wallace’ın yaşamını konu alan Mel Gibson’un “Cesur Yürek” ve İç savaşta yaşamını yitiren İrlanda özgürlük hareketinin devrimci lideri Michael Collins’in mücadelesini anlatan Neil Jordan’ın “Özgürlüğün Bedeli” filmlerini de eklemek gerek.

Ve İmparatorlar

Dünya Liderlerinin geçit yaptığı bir podyumdur beyazperde. Tarihte iz bırakmış liderlerin yaşamı sinema için her zaman iyi bir malzeme oluşturmuştur. Joseph L. Mankiewicz’in “Jül Sezar”ından Uli Edel’in “Sezar”ına, Hintli yönetmen Sohrab Modi’nin “Sikandar”ından Oliver Stone’un “Büyük İskender”ine tarihin büyük hükümdarlarının zaferleri ve yenilgileri görkemli ‘epik’ anlatılara konu olmuştur. Bernardo Bertolucci’nin, Çin Cumhuriyeti’nin kuruluşu öncesi son imparator olan Pu Yi’nin trajik yaşam öyküsünü anlattığı “Son İmparator” ve Sergey Eisenstein’ın Rus Çarı IV. Ivan’ın öyküsünü anlattığı “Korkunç Ivan” iktidar ve iktidarsızlık ikilemi üstüne düşünen yapımlardır.

Bugün, Amerikan tarihi açısından önemli bir gün olduğuna göre, sinemaya konu olmuş ünlü başkanlara da bir göz atabiliriz. Steven Spielberg’in “Lincoln”ü ve Robert Redford’un “Suikast”i başkanın öldürülmesini konu alan dikkate değer yapımlardır. Robert Harmon’un “Ike: Countdown to D-day” adlı filmi, General Eisenhower’in II. Dünya Savaşındaki başarılarını anlatır. Oliver Stone’un “JFK”sı John Fitzgeral Kennedy suikastini sorgularken, Alan J. Pakula’nın “Başkanın Tüm Adamları” ve Ron Howad’ın “Frost / Nixon”u Watergate skandalının ardındaki sır perdesini aralar. Oliver Stone’un “Nixon”u ise bu anti-kahramanın yaşamından daha kapsamlı bir kesiti izleyicisiyle paylaşır. Beyazsaray’da olup bitenlere ilgisini hiç yitirmeyen Oliver Stone, “W.”da George W. Bush’un babası ile ilişkisini ve Irak savaşındaki yalanlarını sergiler. D.A. Pennebaker ve Chrs Hegedus, “Savaş Odası”nda Bill Clinton’un seçim kampanyasının nasıl hazırlandığını anlatırlar. Amerikan siyasal tarihinin pek çok kirli sayfası gözler önüne serilir bu filmler aracılığı ile…

siyaset-meydani-799679-1.

İngiliz kraliyet ailesi de, sinema dünyasının favori aileleri arasındadır. Henry Koster’in yönettiği, Bette Davis’in I. Elizabeth’i canlandırdığı “The Virgin Queen”i, Cate Blanchett’e Altın Küre kazandıran Shekhar Kapur‘un “Elizabeth – Elizabeth: The Golden Age”i, Helen Mirren’in Oscar kazandığı Stephen Frears’in “Kraliçe”si en ünlüleri… İngilizlerin efsanevi başbakanı Sir Winston Churchill de pek çok filmin kahramanı olmuştur: Albert Finney’in Churchill rolünü üstlendiği, Richard Loncraine’in yönettiği “Fırtınaya Doğru - The Gathering Storm”dan Richard Attenborogh’nun “Genç Winston”una, Joe Wright’ın ”En Karanlık Saat”inden Jonathan Teplitzky’nin “Churchill”ine pek çok film ve TV dizisi… Phyllida Lloyd’un “Demir Leydi”si, Margaret Thatcher’i konu alan başarılı bir biyografik film olarak sinema tarihindeki yerini almıştır. İngiltere kraliçesi I. Elizabeth tarafından ihanetle suçlanarak idam edilen İskoçların 16. Yüzyıldaki hükümdarı Mary Stuart da, John Ford’un “İskoçya’lı Mary”sinden Josie Rourke’ın “İskoçya Kraliçesi Mary”sine çeşitli yapımlara konu olmuştur.

Diktatörler ve yardakçıları

Sinemada kahramanlar kadar, hatta bazen onlardan da fazla ilgi çeken yaşam öykülerinin, ‘siyaset meydanı’nın cellatlarının, yani diktatörlerin hikayeleri olması şaşırtıcı değil. Platon’un “tutkular ve korkularla kavrulan en mutsuz ruh” olarak tanımladığı ‘tiran’ları konu alan filmler arasında, kitleleri peşinden sürükleyen bir anti-kahramanın, Hitler’in yaşamından kesitler aktaran yapımlar büyük bir oran oluşturur. Georg Wilhelm Pabst’ın “Son 10 Gün”ü, Charlie Chaplin’in “Büyük Diktatör”ü, Stuart Heisler’in “Hitler”i, Georg Schaefer’in “Sığınak” adlı mini-dizisi, Ennio di Concini’nin “Hitler’in Son 10 Gün”ü, Oliver Hirschbiegel’in “Çöküş”ü bunlardan yalnızca birkaçı… II. Dünya Savaşı sonucu Nazilerin yargılanmasını konu alan Stanley Kramer’in başyapıtlarından “Nürnberg Duruşması”, Yahudi soykırımını anlatan Claude Lanzmann’ın “Shoah” adlı uzun belgeseli, Hitler’in mimarı Albert Speer’in senaryo yazarlarından biri olduğu, Marvin J. Chomsky’nin yönettiği “III.Reich’ın İçinde” dizisi Nazi rejiminin dehşetini ve siyasetçilerin sorumluluğunu sergileyen en ilginç yapımlar arasındadır.

İtalyanların faşist lideri Mussolini de pek çok filme konu olmuştur. Marco Bellochio’nun “Yenmek”, Carlo Lizzani’nin “Mussolini Ölüme Giderken”, Alberto Megri’nin “Mussolini ve Ben” yalnızca birkaçı… İspanya’nın Falanjist diktatörü Franco, tıpkı Hitler ve Mussolini gibi sinemanın gücünün farkına varmış, Jose Luis Saenz de Heredia’ya ısmarladığı “Franco, O Adam” gibi propaganda filmleri yaptırmıştır. Bu listeye, Uganda diktatörü İdi Amin’in hikayesini anlatan Kevin Mcdonald’ın “İskoçya’nın Son Kralı” adlı filmini de ekleyebiliriz. Şili, Arjantin ve Yunan cuntalarının siyasi cinayetlerini konu alan filmler de politik sinemanın önemli yapıtları arasındadır. Hepsini sıralamaya yerim yetmeyecek ne yazık ki. Sosyal demokrat bir politikacının öldürülmesini ve soruşturmayı yürüten cesur bir savcının öyküsünü anlatan Costa Gavras filmi “Ölümsüz / Z”i bu sayfanın okurları mutlak izlemiştir diye düşünüyorum.

siyaset-meydani-799678-1.

Sinemamızda siyasetçiler

Siyaset meydanları ülkemiz tarihinin farklı dönemlerine damgasını vurmuştur. İktidar kavgasında yenik düşen şehzadelerin, başkaldıran beylerin, paşaların sonu hep ‘Siyaset Meydanı’ olmuştur. Cem Sultan’ın yazgısı beyazperdeye yansıtılamadı ama Şeyh Bedreddin filminin çekimleri şu günlerde sürmekte. Osmanlı dönemi, Fatih Aksoy’un “Fatih 1453” filmine, Kanuni Sultan Süleyman “Muhteşem Yüzyıl”, II. Abdülhamid “Payitaht” dizilerine, Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamı, Ziya Öztan’ın “Cumhuriyet”, Zülfü Livaneli’nin “Veda” filmlerine ve Can Dündar’ın “Mustafa” adlı belgeseline konu oldu. 27 Mayıs darbesinin lideri Cemal Gürsel, dönemi yansıtan en başarılı yapım olan Tolga Örnek’in “Devrim Arabaları”, Yassıada duruşmaları Avni Özgürel’in yazıp, Atıl İnaç’ın çektiği “Zincirbozan“, 12 Mart öncesinin genç isyancılarından Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının öyküsü Reis Çelik’in “Hoşçakal Yarın” filmlerine yansıdı. 12 Eylül’ün darbecilerini filmlerinde ele almaya cesaret eden sinemacımız olmadı ama, 1950-60 arası DP döneminin Başvekili Adnan MenderesBen Onu Çok Sevdim” adlı bir TV dizisine ve “Yollar ve Dikenler” ve “Memlekette Demokrasi Var” adlı filmlere, AKP’li Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan da “Reis” adlı filme konu oldu.

Aziz Nesin’in yazıp, Kartal Tibet’in yönettiği “Zübük” filminin kahramanı belli bir politikacıyı anlatmaz, ama her dönemde geçerli olan ‘köşeyi dönme’ siyasetinin bir simgesidir. Siyaset dünyasının kirliliğine değinen başka filmlerimiz de olmuştur, ama çoğunlukla karikatürden öteye geçememişlerdir. Siyaset dünyamıza ilişkin gerçekçi gözlemler içeren Ercan Kesal’ın “Nasipse Adayız”ı bu anlamda bir ilktir. İstanbul’da bir ilçenin belediye başkanı olmayı kafasına koyan bir doktorun, idealizmi ile soyunduğu aday adaylığı sürecinde, siyaseti bir meslek olarak sürdüren kurt politikacılar karşısında yenilgiye uğramasının, sonuçta kendisini aşağılanmış hissetmesinin traji-komik öyküsünü anlatan ve yönetmenin kendi serüveninden, iç hesaplaşmasından kaynaklanan film, siyaset dünyasının içyüzünü sergilemesi açısından öğreticidir. Elio Petri’nin ve Fred Zinnemann’ın yapıtları ile birlikte değerlendirildiğinde, Kesal’ın yapıtının bir kara komediden çok ötede bir değeri ve işlevi olduğunu düşünüyorum. Yazması bizden, izlemesi sizden…