Sol açısından siyaset, değişen koşullar altında kapitalizme son verebilme hedefine koşullanmış eylem olarak tarif edilebilir.

Siyasetin içinde düzenin karşısında
Fotoğraf: AA

Cumhurbaşkanı seçimlerin 14 Mayıs’ta yapılacağını söyledi. Demek ki mart ayında resmen YSK tarafından ilan edilecek ve çoktan başlamış olan seçim eğik düzlemine girecek, Türkiye. Siyasiler kendi aralarında yani dar alanda paslaşarak, bizi yani seçmenleri sandığa davet edecekler. Biz de en acil olanı esas alarak oy verecek ve muhtemeldir ki 20 yıldır süren rejimi değiştirmeyi başaracağız; başarmak istiyoruz.

Değerli diplomat eski AİHM yargıcı Rıza Türmen durumu açıklıkla değerlendirdiği bir söyleşide, (Kronos. 11 Ocak 2023, Özlem Ergun) 6’lı masanın bugünkü rejimi değiştirmek, demokratik bir rejime geçebilmek bakımından önemli önemli olduğunu söyledi ve “İktidarın çizdiği çerçevenin dışına çıkabilmesini, halka daha yakın olmasını, halka dokunabilmesini sağlamak gerek” dedi ve “Bu seçimi kazanmak lazım” diye de vurguladı. Bir şeye daha dikkat çekti, Türmen: “6’lı masanın orada bize sunduğu tek seçenek, temsili-parlamenter demokrasi… Biz parlamenter demokrasiyle bu hale geldik. Bugünkü bu dijital dünyada parlamenter demokrasi eskimiş/zamanını doldurmuş bir tutumdur.” Türmen bu ilginç söyleşide somut öneriler de yaptı. Yalnız seçimleri değil seçim sonrasını da düşünmekte ve Türmen’in önerilerini kulak vermekte yarar var.

Türmen’in de dikkat çektiği gibi halkın siyasete müdahalesi yalnızca siyasal partiler aracılığı ile olur diye bir ön yargı var nedense; yurttaşların doğrudan devreye girmesi bir yana STK’ler, meslek örgütleri, demokratik hak örgütlenmeleri, sendikalar üzerinden işe karışması da pek hoş karşılanmaz. Bin türlü gerekçe gösterilir; kaotik bir ortamın doğması tehlikesinden, nereye varacağı bilinmez çatışma ihtimallerinden söz edilir; sonra vatandaşın siyasetin temel konularından uzak olması, siyaset tekniğini bilmemesi, eğitimsizlik, cehalet de bu gerekçeler arasındadır. Böylece iktidar ve sisteme itirazı olmayan muhalefet partilerinden oluşan yapıya göre düzenlenmiş seçim sistemleriyle, “halkın temsilcisi” unvanını kazanmış olanlarla yönetim sürecinin icracısı ve denetleyeni devlet bürokrasisi bir tür siyaset seçkinleri katmanını oluşturur.

Siyasette determinizm ve kesinlik yoktur

Daha somut soralım; siyaset sınıflar adına iş gören temsilciler tarafından yürütülen bir meslek midir? Dahası sık sık söylendiği, üniversitelerde bu ad altında okutulduğunu bilsek de “siyaset biliminin”, bilimin “kesinliğine” sahip olmadığı da kesindir. Daha çok “toplum mühendisliğine” teorik zemin hazırlama görevi üstlenmiş sosyolojiye benzer. Siyasetin bilimden yararlanması da elde ettiği sonuçların bilimsel olarak değerlendirilmesi de kuşkusuz önemlidir ama siyaset esas olarak sınıflar arası ilişkilerin ve mücadelenin var olma biçimidir; temel ve üst yapı denilen karmaşık ilişkiler ağının sürekli değişen koşullar içinde farklı sınıfların egemenlik ilişkilerini sürdürme ya da değiştirme çabalarının ifadesidir. Günümüzde kendini güvenceye almış, bunalımlar yaşasa da yıkılmaz gibi görünen kapitalizmin ekonomik siyasi vb. sultası altında yaşıyoruz ama koşullar sürekli değişiyor. Sol açısından siyaset, değişen koşullar altında kapitalizme son verebilme hedefine koşullanmış eylem olarak tarif edilebilir. Sistem açısından ise egemenliği korumanın her koşulda sürekliliğini sağlamanın hemen her yöntemi deneyerek ayakta kalmanın yollarını bulma eylemidir. Sonuç olarak siyaset “değişmez” kavramlara dayalı bir bilim dalı değil, süreklilik göstermekle birlikte sürekli değişen koşullar içinde odağında iktidar olan bir pratik, bir eylemdir.

‘Temiz’ mücadele...

Sistem ele geçirdiği devletin olanaklarını sınırsızca ve duruma göre esnek ya da katı, yumuşak ya da sert kullanırken sol siyaset, temsil etme çabası içinde olduğu, kapitalizmin baskı ve sömürüsü altındaki sınıfların, katmanların koşullarını iyileştirme ve nihayet, (ondan sonra anlamında değil) işçi sınıfının sistemi değiştirme yani iktidar olma hedefinin siyaseti olur. Aradaki fark şuradadır ki, Manifest’in anlatımıyla “feodal toplumun yıkıntıları arasında yükselen modern burjuvazi” önce toplumsal ekonomik ilişkiler ağıyla süreç içinde yerleştiği, adım adım pekiştirdiği egemenliğini uzun bir süre önce siyasi devrimlerle tamamladı. Artık kendini koruma kaygısında bir sistemdir. İşçi sınıfının devrimci siyaseti ise önce iktidar olmak sonra sistemi değiştirmek zorunda. Bu iki sistem arasındaki iktidar olma süreci farklılığı bu kadar keskin ya da mutlak mıdır, tartışılıyor; sosyalistler arasında bir takım ön hazırlıklardan yerleşik yani kalıcı, kapitalist sistem içinde var olabilecek, sonraya da kalabilecek yapılardan neden söz edilmesin.

Bu yazıya başlık olarak seçtiğim siyasetin içi dışı meselesine gelebiliriz artık. Öncelikle sömürülen sınıfların temsilcisi olmak ya da kendilerini onları mücadelelerini desteklemekle yükümlü sayanların “siyaset dışı” bırakılmak istendiğini biliyoruz. Solun, işçi sınıfının böyle bir dışlamayla karşılaştığı baskı ve zorbalıkla örgütlenme çabalarının engellendiği tarihimizin gerçeğidir. Bu baskı ve zorbalığı şimdi de yaşıyoruz, yalnızca direncin de kolay pes etmeyecek bir düzeye eriştiği, geçmişteki küçümsenmemesi gereken mücadelelerin birikimine dayandığı da bir gerçektir.

Sosyalistlerin bu “siyaset dışılığı” kabul etmediklerini de biliyoruz ama koşulları ciddiye almamak, kategorik olarak varsaymamak gibi bir eğilimin solda zaman zaman ortaya çıkmadığı söylenebilir mi? Kimi tanımlamalar bizi, sistemi hayatın ve mücadelenin dışına çıkarak reddetmenin sağladığı görece “temiz” bir alana çekebiliyor. Bu alanda kullandığımız, kendimizi düzenden ayırma, düzenin pisliklerinden koruma kaygısına dayanan söylem bizi mücadelenin dışına sürükleyebiliyor. Siyasetin dışında güvenli limanlarda siyaset yapmak hem mümkün değildir hem de seçilmemesi gereken bir tutumdur. Öyleyse siyasetin içinde olmak, nesnel koşulları kavramak ve aşmak yani düzenin karşısında yer almak siyasal mücadeleden vazgeçmemenin de koşuludur.

***

Söylemek kolay, siyasetin dışına düşmeyeceğiz, düzenin sınırları içinde de kalmayacağız. Ama nasıl? Sosyalist partiler, hareketler belli bir bilinç düzeyini tutturamamış kadrolarla rotasını düzgün tutamaz. Ama aynı zamanda başta işçi sınıfı içinde olmak üzere kitleselleşmek, sınıfın tüm halkın çıkarlarını kapsayacak ölçüde ağırlığını koymasını sağlayacak bir siyaseti oluşturmak gerekiyor herhalde. Peki sosyalist partiler işçi sınıfının kitlesel olarak teorik politik bir bilince kavuşması gibi neredeyse ütopik bir hedefleri olmalı mı? Yoksa gelişen koşullarda sınıfın, siyasi öznelerin yani partilerin, hareketlerin amaçlarına sahip çıkması ile mi kitleselleşme hedefine ulaşılabilecektir. Bu türden bir kitleselleşmenin ön adımı sosyalist partilerin yolu açan örnekler olma kaygısı taşmaları, birlikte hareket etmeyi başarmaları olmaz mı? Bu çok mu zordur? Zor olmadığı kesin, öznel engelleri aşmak gerçekçi olmak ve birlikte davranmayı öne çıkarmak sorunları çözebilir.

Seçimlerde rejimi değiştirmeyi sonrasında da ne temsili ne de demokrasi olan “temsili demokrasiyle” sınırlanmış bir parlamenter sisteme boyun eğmemek için değerli Türmen gibi öneriler geliştirmek mümkündür. Bunu çok zor buluyorsanız, siyasetin dışında temiz, steril bir alanda mutlu günlerin gelmesini bekleyebilir, her türden isyanı, protestoyu düzenin oyunu olarak damgalama zevkinden kendinizi mahrum bırakmayabilirsiniz.

Ya da yalnızca kitaptaki doğruları söylemeyi seçebilirsiniz. Ama söylemek her zaman ruhu kurtarmaya yetmeyecektir.