Aslında pek çok kez yaptılar bunu.

Kamu bankaları ve kamunun yönettiği (örneğin TVF - Türkiye Varlık Fonu bünyesindeki) şirketlerin, medya kuruluşlarına "seçmece - kesmece" bol keseden reklâm dağıtmasından söz ediyorum.

Dün de yine, kim bilir kaçıncı kez, bu utanç verici uygulamaya başvurdular.

Her sabah KRT TV’de yaptığım program için önüme gelen gazete takımına baktığımda, "Besleyenler ve beslenenler" adına ben utandım.

Bana gelen gazete takımında; BirGün, Evrensel, Cumhuriyet, Korkusuz, Sözcü ve Milli Gazete’nin haricindeki tüm gazetelere, yani iktidarı destekleyen gazetelere "silme" reklam vermişti bir kamu bankası, Vakıfbank.

Sabah, Yeni Şafak, Yeni Akit, Akşam, Türkiye, Hürriyet, Milliyet, Posta, Aydınlık gazeteleri, benim görebildiklerimdi. Nasıl Bir Ekonomi gazetesi de, anlaşılabilir bir "sektörel ilgi" bağlamında aynı reklâmı almıştı. Hepsinin arka sayfasında zuhur etti aynı reklâm.

***

Reklâm piyasası tarifelerini bilen bir dostuma danıştım. Bu boyutta "topyekûn" bir kampanyanın reklâm verene maliyetinin "en az 1,5 - 2 milyon TL" olabileceği tahmininde bulundu.

Bu ne anlama geliyor? Bir tek gün için o kadar büyük bir paranın (bizim gibiler için astronomik bir para tabii ki - besleyen ve beslenenleri bilemem) rahatlıkla ayrılabileceği demektir bu kampanya.

Başka bir anlamı daha vardır. Bir kamu bankasının, yani "kasasını" kamu otoritesinin, bir başka deyişle "seçimde yarışan partilerden biri olan AKP’nin", milletin parasını milletin bir bölümünün aleyhinde propaganda yapmak amacıyla kullanmasıdır. Çünkü bunun kararı, AKP lideri tarafından atanan Vakıfbank yönetimi tarafından verilmektedir.

Vakıfbank’ın bir kamu bankası olması, bir başka açıdan daha önemlidir. Diyelim ki, böylesine "cömert" kampanyalarla bir kısım medyanın beslenmesinde "ipin ucu kaçtı" ve dönem sonunda ortaya çıkan "görev zararı" adı verilen kalem, daha da şişti.

O görev zararı nereden karşılanacak?

Tabii ki T.C. hazinesinden.

Başka bir deyişle, "iktidarı destekleyen ya da desteklemeyen ayrımı yapılmadan tüm vergi mükelleflerinin ceplerinden." Yine bir başka deyişle, 84 milyon insan için, daha başka ve hayırlı maksatlarla harcanabilecek bir para, seçim propagandası için belli bir parti ya da partiler grubunun çıkarına kullanılmış olacaktır. Çünkü neticede, bu "beslenen medya" bir siyasi partinin/ittifakın propaganda organı gibi çalışmaktadır.

Sözünü ettiğimiz gazetelerin birinci sayfalarına, herhangi bir gün şöyle bir bakın, ne demek istediğimi anlarsınız. "Besleyen" siyasi partinin, kendi genel merkezindeki kendi tanıtım biriminden daha başarılı(!) seçim broşürleri-afişleri-billboard’ları niteliğinde birinci sayfalar yapıyorlar.

Siyasi partilerin ve genelde siyasetin finansmanı söz konusu olduğunda, bu anlattığım olay, en çarpıcı örneklerden biridir Sadece bir tek bankadan söz ettim. Buna, diğer kamu bankalarını (Ziraat, Halkbank) ve aralarında THY, Türkcell benzeri şirketleri de ekleyin. Bu tür "cömert yandaş besleme operasyonlarının" sıklığını da gözönünde tutun. Yüz kızartıcı bir "hortum - boru sistemini" göreceksiniz.

Zaten, sağlıklı bir demokraside kimsenin kabul edemeyeceği bir "örtülü ödenek" rezaleti ile birlikte yapıyoruz yıllardır. Giderek şişen ve şiştikçe de giderek daha denetimsiz hale gelen bu tür "gizli saklı operasyonlar", seçim dönemlerinde daha da utanmazca vites büyütmekte.

Bunlara bir de, Cumhurbaşkanı’ndan başlayarak, bakanların, valilerin, kaymakamların ve bilcümle kamu görevlilerinin, devletin (maddi ve manevi) tüm olanaklarını iktidar partisi için kullanmalarını, kampanya sürecinde "parti ve devletin harcamaları arasında hiçbir belirgin çizgi kalmamasını" ekleyin.

Demokrasi açısından asla kabul edilemeyecek bir tablo var önümüzde.

***

Bir ülkede, özel şahıs ya da özel kurumların, siyasi tercihlerini özgürce kullanabilmesine. istedikleri parti veya ittifakı, istedikleri adayı desteklemek amacıyla ayni ya da nakdi yardım yapabilmelerine, kimsenin diyecek sözü olamaz.

Para verir, olanaklarını kullandırır, gazetesine televizyonuna, radyosuna ilan verir reklam verir. Aracını kullandırır, kamyonunu, uçağını, otobüsünü vb. istediği fiyattan kiralar. Matbaasını emrine tahsis eder.

Tabii ki, bunu şeffaf biçimde yapması, yani desteklediği parti ileride iktidara geldiğinde "ödeşmek" anlamına gelebilecek (kaz gelen yere tavuk vermek) etkilerin kamuoyu adına (özellikle de medya tarafından) denetlenebilmesi esastır.

Ama sağlıklı hiçbir demokraside, devletin bütün olanakları, devletin denetimindeki bilcümle banka ve şirketler bu kadar fütursuzva ve hayasızca, iktidar partisi ve onun yandaşı medya organlarının emrinde çalışamaz. Tüm fonları bu kadar cömertçe "yandaş besleme" operasyonunda kullanılamaz.

Bu seçim de, bundan önceki seçimlerde olduğu gibi, maalesef burjuva demokrasinin bu kirli oyunundaki kirli ve "adaletsiz yarış" kurallarına göre yaşanmaktadır.

Buna rağmen halkın gücü tayin edici olacaktır.

Olmalıdır.