Google Play Store
App Store

Hayvanlara yönelik nefret ve şiddetin derinleştiği bir dönemden geçiyoruz. Son birkaç yılda, bu dönemi simgeleyen ve özellikle de sokak hayvanlarına yönelen sözel ve fiili birçok vahşete tanıklık ettik. Toplumsal hafızamıza yerleşen bu şiddet furyası karşısında bir o kadar da aksine, hayvanları yaşatma odaklı söz ve eyleme tanıklık ettik, ediyoruz ve bunları büyütmeye çalışıyoruz. Bu çağrılar ve mücadelelere omuz vermek, bu alandaki ihlallerin önlenmesi; hayvanların düşmanlaştırılıp nefret objesi haline getirilmemesi için büyük önem taşıyor.

Geçtiğimiz hafta bu şiddet simgelerinin bir boyutu olarak hayvan haklarına ilişkin yasa değişikliği tartışması gündeme oturdu. Esasen son 15 yıla yayılan bir süreçte kimi yasa tasarısı tartışmaları yapıldı. Birçok kez de hayvan hakları savunucularının çabasıyla, oluşturulan kamuoyu tepkileriyle geri çekildi. Bu tepkilerle birlikte hayvan hakları savunması da gelişti. Bin bir emek ve özveriyle sokak hayvanlarına bakan binlerce savunucunun tabandan çabasıyla, hayvanların şiddetten korunması ve yaşama hakları mücadelesi, toplumsallaşma zemini buldu. Ancak ne olduysa TBMM’de oluşturulan komisyon, hayvanları yaşatma odaklı bir tasarıyı bir türlü bir araya getirip yasalaştıramadı.

∗∗∗

Kamu otoritesini, başka bir yerden baktığımızda, sokak hayvanlarının bakımına ilişkin mevzuat maddelerinin uygulanmasını sağlarken de göremedik. Belediyeler kısırlaştırma gibi görevlerini yerine getirmediler. Denetleyen de olmadı. Bunlar yapılmazken, kamu kurumlarının görev zaaflarından kaynaklanan tüm sorunların bedelini hayvanlara yükleyerek, hayvana yönelik şiddeti adeta teşvik eden bir sağ söylem toplum içinde örgütlendi.

Sonuçta karşımıza hayvan katliamının bir çözüm olarak ifade bulduğu bir yasa tasarısı geldi. Yasa tasarısının gündeme gelişine dair yapılan açıklamalarda, artan sokak hayvanları popülasyonunun toplum sağlığı ve güvenliği için tehdit oluşturduğu iddiaları öne sürülüyor. Bu iddialara dayanarak üretilen tasarı, “soruna” yanıt olarak sokak köpeklerinin toplatılması, toplanıp sahiplenilmeyenlerin uyutulması şeklinde bir yaptırım öngörüyor. Şiddet dönemini taçlandıran bir nitelik taşıyan yasa tasarısı toplumsal ve siyasal alanda, bir kez daha, büyük bir tartışma yarattı.

∗∗∗

Bu tür bir düzenlemenin, hayvan hakları açısından olduğu gibi temel insan hakları açısından da büyük bir endişe kaynağı olduğunu; canlıların yaşam hakkının, modern toplumlarda temel bir etik prensip olarak kabul edildiğini ve bu bağlamda yasa tasarısının hayvanların yaşam haklarının ciddi bir ihlali olarak görülmesi gerektiğini söyleyen Ekoloji Kolektifi Derneği bu yaklaşımın,  “... zayıf ve savunmasız olanların haklarının göz ardı edilmesi ve devletin daha otoriter bir yapıya doğru kayması” olarak yorumlanabileceğine dikkat çekiyor.

∗∗∗

Türk Veteriner Hekimleri Birliği, ötanazinin veteriner hekimler için etik ve vicdani olmadığını, bu tür uygulamaların hayvan refahına uymadığını vurguluyor. Belediyelerde veteriner işleri müdürlüklerinin kurulması, kısırlaştırma çalışmalarında destek sağlanması ve sahipsiz hayvanların sahiplenilmesinin teşvik edilmesi gibi önerilerde bulunuyorlar.

Hayvan hakları savunucuları, toplumdan sokak hayvanlarına yönelik şiddet ve öldürme çağrılarına karşı bir toplumsal muhalefet talep ediyor. Nefret ve şiddet diline karşı olan farklı kesimler konuyu analitik, etik, politik, sosyo-politik, normatif vb farklı yerlerden ele alıyor. Gerek insan gerek hayvan hakları bakımından, gerek mesleki, duygusal, duyusal, kentsel, ekolojik, ahlaki, vicdani vb. birçok açıdan bakıldığında tasarının bu haliyle şiddeti körüklemekten başka bir işe yaramayacak bir ihlal olduğu berraklaşıyor. Katliam tasarısı savunucuları hayvanların yaşama haklarını “toplumsal uzlaşı” kisvesi altında pazarlık etmeye çalışıyor. Hâlbuki köpekler için öne sürülen söylemlerin aksine, ziyadesiyle korku ve tekinsizlik kaynağı olan tam da bu pazarlık. Sorunun özüne inmeyen bu radikal yasa tasarısının, toplumun adalet duygusuna ilişkin sorunları pekiştirmesi kaçınılmaz görünüyor. Bu durum, hayvan hakları mücadelesi ile toplumsal adalet mücadelesinin birbiriyle yakından ilişkili olduğunu gösteriyor.