Sol birinci geldi ama...

Prof. Dr. A. Raşit KAYA
Kısa bir zaman önce yapılan Avrupa Parlamentosu "tek dereceli" seçimlerinde "merkez güçler" belli ölçülerde gerileyerek de olsa üstünlüklerini korumuş ama "aşırı sağın" belirgin biçimde güçlendiği görülmüştü. Bu nedenle de uluslararası ortamda "demokrasi", "temel insan hakları” ve benzeri konularda ciddi bir karamsarlık duygusu dile gelmişti. Önce İngiltere'nin seçim sonuçları, sonra da Fransa seçimlerinin ikinci tur sonuçlarıyla "demokrasi" diye atan yüreklere biraz da olsa sular serpildiği gözlemleniyor! Ancak bu, demokrasi güçleri açısından kesinlikle rehavete kapılınabilecek bir durum değil.
Fransa seçimlerinin ikinci turunda demokrasinin temel ögelerinde birleşen "sol partiler ittifakının" oluşturduğu Yeni Halk Cephesi kazanan olarak birinci sırada yer aldı. Böyle olmakla beraber faşist tınılı, özellikle de yabancı ya da "göçmen Fransız" karşıtlığından beslenen üçüncü sıradaki "Ulusal Birlik" hareketi ve müttefiklerinin karşısında hükümeti oluşturabilecek bir çoğunluğa sahip değiller. Sol ittifakın birinci olduğu seçimde faşist tınılı Ulusal Birlik de sandalye sayısını yüzde 60 artırdı.
Birinci turda seçilebilmek için seçim bölgesinde oyların yüzde 50’sini almanın zorunlu olduğu mevcut iki turlu seçim sisteminin bir özelliği (ya da azizliği) olarak kimi adaylar diğerleri adına adaylıktan çekilebildikleri için oluşturulabilen "cephenin" kuramsal/ideolojik ya da örgütsel yapı olarak da kesin yönlendirebilen bir odak olmadığı gözden kaçırılmamalı. 1936 yılının tarihi "Halk Cephesi"nin de somut bir program ve örgüt disiplinine sahip olamamanın zorluklarını aşamadığı unutulmamalı! "Cumhuriyetçi" Cephe değerlerine bağlılık açıklaması tek başına yeterli olamıyor. Bu yüzden, sol ittifakı bekleyen zorluklar da olacak.
Yeni durumun yarattığı tüm güçlüklere karşın, partisi seçimlerden ikinci sırada yer alan Cumhurbaşkanı Macron, iktidarını 2027’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimine kadar bırakma niyetinde değil. Macron iktidarının neo-liberal/neo-muhafazakar "küreselleşme" politikalarından vazgeçmesi kesinlikle beklenemez. Tam tersine, yeni oluşan konuşlanma ortamında hem iç politika hem de dış politika konularında uluslararası büyük sermaye çevrelerinin isteklerine çok daha duyarlı olmaları beklenmelidir.
Bu durumun uluslararası egemen sistemde "çevre" konumundaki Türkiye'yi ve benzeri ülkeleri çok daha derinden, ciddi bir biçimde etkilemesi kaçınılmaz bir sonuç olacaktır. Daha açık bir biçimde söylemek gerekirse, Türkiye gibi dışa göç veren ve göçmen kabul eden ülkelerin hem iç politikaları hem de dış politikaları kaçınılmaz olarak etkilenecekdir. Fransa’daki Türkiye kökenli ve diğer göçmenlerin, bu seçim sonuçlarına karşın, Macron iktidarı sürdükçe daha rahat olmaları beklenemez. Şimdi Türkiye’de çok şikayet edilen vize güçlüklerinin artarak sürmesi de şaşırtıcı olmaz.
Fransa'nın yarınında, “Ulusal Birlik” lideri Marine Le Pen’in dediği gibi aşırı sağın gecikmiş bir zaferi mi yoksa daha çok demokrasi, özgürlük, soysal haklar ve barışçı bir dış politika mı olacağına Yeni Halk Cephesi’nin bütünlüğünü ne kadar koruyabileceği ve bundan sonraki performansı karar verecek!