Solda, bugünü anlama ve çözümleme aralığını genişletme ihtiyacını yadsımak kolay olmadığı gibi, birçok düşünce ve yaklaşımla temas kurup onlardan öğrenme ihtiyacı da büyük. Örneğin cinsiyet ayırımına karşı duyarlı olmak yetmez, feminizmden öğrenilmesi gerekenler var.

Sol insanlığa, insanlık sola muhtaç!...

Bugün neredeyiz

Bu dünya uzun süredir kitleler için umut değil, umutsuzluk üretmekte; birçok ülkede ortaya çıkan isyanlar da bunu gösteriyor. Umutsuzluğun nedenleri farklı kuşkusuz; ancak önemli bölümünün sosyo-ekonomik sorunlardan kaynaklandığını, bunların da küresel ekonomik düzen ile uygulanan neoliberal politikalarla ilgili olduğunu yadsımak mümkün değil. İşsizlik heyula gibi her yerde, savaşlar gibi yoksulluk da bitmezken milyonlarca insan yersiz, yurtsuz ve çaresiz yabancı kapılara dayanmakta... Kendilerini kurtarmış gibi görünen ülkelerde bile insanlar yaşam koşullarının gerilemesinden, gelir dağılımındaki uçurumdan, buna karşın siyasetçilerin vurdumduymazlığından şikâyetçi iken fazla bir merhamet gördükleri de söylenemez.

Oldukça dramatik ve umutsuz görünen bu dünyayı ekonomik, siyasal sosyolojik, yanlarıyla ele alıp bir dolu tanımlama ve analiz yapmak mümkün; yapılıyor da... Ancak tanımlama kadar çözüm üzerine düşünmek gerektiği ortada, bunu yapanlar ise daha az sayıda. Nedenleri anlamak da mümkün; çözümler hiç kolay değil ve alışılmışın dışında arayışlar gerektirmekte; bunları spekülatif veya hayali bulanlar da çok. Örneğin bugün hemen her ülkede göze çarpan kitlelerin umutsuzluk ve huzursuzluklarının kaynağının temelde ekonomik ve siyasal sistemle ilgili olduğu kabul edilse de küreselliğe kabul edilen sorunlara küresel çözümler gerektiği noktasına gelmek mümkün olamıyor.

Giderek büyüyen hayal kırıklıklarının “heyulaların” doğmasına yol açtığı da ortada: dünya bir yandan çalkalanıyor, öte yandan popülist sağcı liderlerin tuzağına düşüyor. Demokrasi, artık birçok ülkede -Trump’tan Boris Johnson’a, Putin’den Erdoğan’a, Victor Orban’dan Bolsonaro’ya- otoriter liderlerin başa gelmesinin yolu olmuş durumda. Bu doğumlar rastlantı da değil; sistemin bunların korku ve düşmanlığa dayalı politikaları aracılığıyla kendini sürdürme olanağı bulduğuna kuşku yok.

Sokağa dökülen kalabalıklar, sınırlara dayanan mülteci ve göçmenlerin mutsuzluk ve isyanlarını dile getirseler de sistemi değiştirmekten söz etmedikleri biliniyor; günlük dertleri, yaşam kavgaları ağır basmakta. Ancak, onlar ekonomik ve siyasal sistemin mağdurları ve eylemlerinin, -henüz neoliberal politikalara karşı “küresel-siyasal duruş” olarak nitelenmese de- “siyasal” anlamı var... Öyle olduğu içindir ki, bu isyanlar kapitalizm ve neoliberal politikalar için çanların çalınması anlamında yorumlanmakta.

Direnişlerin solu heyecanlandırdığı da bir gerçek. Kuşkusuz bunca yoksunluk ve umutsuzluğun sol için bir “çağrı” niteliğinde olduğu açık; ancak solun heyecanlanmasından çok “solun heyecanlandırmasına” ihtiyaç var ki, mesele orada düğümlenmekte. Solun bu düğümü çözmesi nasıl çözeceğini bilemiyorum ancak bugün ideolojisiz, sınıfsız, öncüsüz olmaları gibi “siyasetsiz” de kalan kalabalıkların direnişlerinin siyasal temsile ihtiyacı olduğuna kuşku yok.

Kısacası, Rosa Luxemburg’a atfedilen “ya sosyalizm ya barbarlık“ sözünün1 bugün her zamankinden daha fazla doğruluk payı taşıdığını düşünmek gerekir ki, bu deyişin hakkını vermek de sola düşmekte.

SOL DEVRİM YERİNE SOLDA DEVRİM

Kuşkusuz bugünkü sorunlar oldukça çetrefilli; büyüme fetişizminden küresel rekabete, küresel ısınmadan küresel göçlere, ulus devletten siyasal demokrasiye, eşitsizliklerden adaletsizliğe, küresel kaynakların yağmalanmasından yolsuzluklara, milliyetçiliğin azmasından çatışma ve savaşlara uzanan sorunlar için kolay yanıtlar da yok. Ancak çetrefilleşen ve iç içe geçen sorunlar ve ihtiyaçlar, birçok düşünce ve kurum açısından olduğu gibi sol açısından da geçerli olan “patika bağımlılığının” (path dependency) değişmesi gereğine işaret etmekte. Kısacası solda, bugünü anlama ve çözümleme aralığını genişletme ihtiyacını yadsımak kolay olmadığı gibi, birçok düşünce ve yaklaşımla temas kurup onlardan öğrenme ihtiyacı da büyük. Örneğin cinsiyet ayırımına karşı duyarlı olmak yetmez, feminizmden öğrenilmesi gerekenler var.

Solun düşünce aralığını genişletmesine ilişkin olarak giriş niyetinde iki konuya değinmek istiyorum… Birincisi, yaşanan sorunların küresel istem ve politikalarla ilgisi büyük; dolayısıyla çözümleri de küresel düzeyde aramak gerekiyor. İkincisi ise, solun mücadelesi ulusalın ötesine geçip küresel bir mücadeleye dönüşürken hem farklı kitlelerin desteğini kazanmak hem farklı sorunlara çözüm bulabilmek için yalnız emekle değil kitlelerle buluşmayı hedeflemesi gerekmekte.

Bir bakıma, solun yeryüzünde “insanlıkla buluşmak ve insanlığı buluşturmak” gibi bir yolu ve görevi olduğunu söylemek doğru olur kanısındayım.
Kuşkusuz küresel mücadele ya da insanlıkla buluşmak sosyalizme yabancı değil; bir zamanlar entenasyonalizmin üzerinde durulduğu gibi, emek-sermaye çatışmasının da dar anlamının ötesinde anlam ve boyut taşıdığı düşünülebilir. Ancak bugün bu söylem ve politikaların dolaylı değil doğrudan merkeze oturtulmalarını gerektiren koşullar söz konusu. Bu değişimlerin sol için devrim niteliğinde olduğu da düşünülebilir.

sol-insanliga-insanlik-sola-muhtac-701156-1.
Avrupa’da demokratik solun ya da sosyal demokrasinin sosyo-ekonomik sorunlar konusunda “ikircikli” olmaktan kurtulamadıklarını biliyoruz. Liberal partilerden pek farklı öneri ve politikalara gidemezken, “ne yardan ne serden” vazgeçen bu tutumun sol için “politikasızlık” anlamına geldiği de ortada.​

►Solun devrimi: Küreselleşme!

Avrupa’da demokratik solun ya da sosyal demokrasinin sosyo-ekonomik sorunlar konusunda “ikircikli” olmaktan kurtulamadıklarını biliyoruz. İkircikliler; çünkü küresel kapitalizme ve neoliberal politikalara karşı bir konum almak istemiyorlar; ülkelerinin bu politikalardan yararlandığı açık; teknolojik gelişmişlikleri, yüksek verimlilikleriyle bugün ortaya çıkan bazı sorunları atlatacaklarını düşündükleri anlaşılmakta. Bu nedenle liberal partilerden pek farklı öneri ve politikalara gidemezken,“ne yardan ne serden” vazgeçen bu ikircikli tutumun ne yazık ki sol için “politikasızlık” anlamına geldiği de ortada.

Bu boşluğun yeni arayışlara yol açtığını da görüyoruz; birçok ülkede yeni sol ve sol-yeşil partileri ortaya çıkarken, bazı ülkelerde de demokratik solun içinden daha radikal sesler yükselmekte. Bu bağlamda ABD’de Demokrat Parti içinde Bernie Sanders ile İngiltere'de İşçi Partisi’nde yükselen Jeremy Corbyn örnek verilebilir. Vergi politikalarında daha adil çözümler ile sosyo-ekonomik haklar temelinde bazı hizmetlerinin yeniden kamulaştırılması olarak özetlenebilecek bu önerilerin sol için kaçınılmaz politikalar olduğu düşünülebilir; ancak her iki ülkede bu önerilerden korkanlar kadar güvenemeyenlerin olduğu da biliniyor.

Örneğin İngiltere’deki İşçi Partisi’nin son seçimlerde – yarattığı umuda karşın- beklenen sonucu alamamasına ilişkin kişisel, durumsal birçok neden ileri sürülmekte; başta Brexit karşısındaki belirsiz tutum olmak üzere bu yenilgide hepsinin payı da var. Yukarıdaki konuları yinelemede kestirmeden söylersem, küresel piyasa ve küresel rekabet hüküm sürerken hiç bir ülkede tek başına vergi politikaları, çalışma koşulları, emeklilik hakları, gelir dağılımı, eğitim ve sağlık gibi konularda dişe dokunur değişiklikler yapmak mümkün değil.

İki nokta açık; sorunlar küresel ve sistem bu eşitsizlikler üzerinde kendini sürdürür ve büyürken ulusal düzeyde geçerli siyasetle bu sorunlara gerçekçi ve kalıcı çözümler üretmek mümkün değil. Sistemin mantığı bu; son 10 yıldır şu veya bu ülkede artan vergiler, kısılan emeklilik hakları, geri alınan tarım destekleri, işsizlik belası ile sokaklara dökülen insanların yanı sıra, krizlere karşın sayısı artan milyoner ve milyarderlerin hikâyelerini okuyoruz. Buna karşı görece de olsa dengeleyici rol üstlenmesi beklenen liberal demokrasi artık bu işlevi yerine getirmekten uzak; bir bakıma ulus devletin küresel piyasa ve rekabet karşısında “boynu ince” kalmaktadır diyebiliriz!...

Kapitalizmin geleceğini tartışanların ortaya koyduğu öneriler de gösteriyor ki, kamusal alanın güçlenmesi ve piyasanın sınırlanması ya da denetlenmesi, küresel düzeyde finansal hareketleri ve teknoloji kullanımından vergi alınması, servetin vergilendirilmesi, vergi cennetlerine son verilmesi ve bugün yeryüzü ölçeğinde egemen duruma gelen plütokrasinin dizginlenmesi isteniyorsa, küresel çözümler kaçınılmazdır.2

Bunun ilk olarak farkına varması gereken de sol düşünce olabilir.

O nedenle sola düşen, küresel sorunlara karşı küresel mücadele verilmesi gerektiğinden yola çıkarak kendini ve mücadelesini “küresel “olarak tanımlamak ve küresel bir direncin nasıl kotarılacağı konusunu gündeme almak olabilir.

Sonuç olarak, 20. yy başlarında konuşulan “işçinin ülkesi yoktur” deyişi gibi bugün küresel kapitalizmin karşısında kalabalıklar için de “ülkelerin, devletlerin” anlamı yitirilmekte. O nedenle enternasyonal arayışlara asıl şimdi ihtiyaç var. Bu ihtiyacı karşılanmasının solda ciddi bir dönüşüm gerektirdiğine de kuşku yok.

SOLUN DEVRİMİ; İNSANLIĞI BULUŞTURMA

Kapitalizmin ekonomik olduğu kadar, siyasal, toplumsal, kültürel bir nitelik ve hegemonya kazandığı yadsınamaz; ortaya çıkan kapsamlı değişimleri de bu hegemonyaya bağlamak kaçınılmaz. Bu hegemonyanın, ekonomik ve teknolojik gelişmeler, piyasanın küreselleşmesi, sermaye yapısının değişip finansal sermayenin ön plana çıkması, emeğin hem coğrafi ve teknolojik anlamda bölünüp parçalara ayrılması hem de emeğin değersizleşmesi gibi emek açısından belirleyici rolü olurken uluslararası ilişkilerden güç savaşlarına, tüketim toplumundan piyasalaşan siyasete, çıkarcı ve bencil bireylerden ahlaki çöküşlere kadar uzanan etkileri de var. Bu hegemonyanın birbirinden çok farklı hatta kutuplaşmış dünyalar yarattığı da bir gerçek.

Kısacası dünyanın ve toplumların emekle ilgili olduğu kadar farklı sorunları ve “temel antagonizma” dışında düşünülmesi ve yanıtlanması gereken birçok konu olduğu açık. Örneğin bugünkü yoksulluğun sınıf ilişkilerinden çok “yerle” ilişkili olduğunu söyleyen Milanoviç’e kulak vermek gerektiği gibi,3 teknoloji sayesinde Harrari’nin deyimiyle Home-Deus olmaya evirilen insanın, birilerinin köle olma olasılığını artırdığını da düşünmek gerekiyor.4 Bir bakıma bugünün teknolojisi ve yol açtığı sorunlar ile kapitalizm kültürünün solun “karın ağrısı” olacak konuların başında geldiği söylenebilir.

Bu karmaşık dünyayı anlamak, yorumlamak ve politika üretmek açısından da solun önce kendi yaklaşım ve kavramlarını tartışmaya açması gerekiyor. Çok ayrıntıya giremeyeceğim ama örneğin atomize olmuş bireyler, tüketim toplumu, başarı tutkunluğu, acımasız rekabet gibi kültürel değerlere emek-sermaye çatışması gibi “tek pencerelik” bakış açısıyla yanıt bulmak mümkün değil. Burada, 1970’lerde kültürün önemini vurgulayan Raymond Williams’ı anarak solun toplumsal ve kültürel kavram ve değerleri yeniden değerlendirmesinin yalnız ihtiyaç değil, bir zorunluluk olduğunu söylemek gerekiyor.
Açıkçası insanın insana düşman ve yabancı hale geldiği bu dünyanda “ya barbarlık ya sol” diyecek kadar sefalet ve kırılma yaşanıyorsa, bunlara karşı “devrim” niteliğinde değişiklikler gerektiğine kuşku yok; ancak bu devrimin önce solun kendisinde başlaması gibi bir gereklilik de var. Devrim, ahlak, hukuk, insan hakları, siyaset biçimi, dünya düzeni, büyüme politikası, teknolojik gelişme, yeryüzün kaynakları ve korunması, küresel bütünleşme, toplumsal (ücretsiz çalışma dahil) emek ve birey gibi çok sayıda konuda dönüştürücü düşünceler üretebilmesiyle mümkün ve ancak bu ölçüde kapsamlı bir değişim ”devrim” olabilir.

Kuşkusuz sol için bu boyutta ve kapsamda değişim zordur. Örneğin sermaye ve emek çatışması yerine, daha temel ve daha kapsayıcı bir yaklaşım olarak, “kapitalizme karşı insanlık; kapitalizme karşı yeryüzü ve yaşam” gibi bir antagonizmadan söz etmenin, farklı bir insanlığın inşası için bireyden topluma ve kültüre uzanacak yeni anlayışlardan konuşmanın sol için devrimden öte bir anlamı olduğu açık!

Öte yandan solun “ya barbarlık ya sol” diye bir postülattan söz etmesi, barbarlığın, yalnız emekle değil, insanlık, yeryüzü, yeryüzündeki yaşamla ilgili olduğunun kabulünü gerektirirken solun bir seçenek olması ve kitlelerle buluşması da bu kapsam ve anlayışa ulaşmasıyla mümkün görünmekte.

Bu nedenle, solun ileri doğru atılımının “küreselliğe, insanlığa ve de birlikte yaşamaya” dair olması gerektiği yolunda bir saptama yapmak doğru olur.

Sonuç olarak, solun, kitleleri kitlelerle, ulusalı küreselle, özgürlük ve eşitliği dayanışmayla, emeği insanla, insanı yeryüzüyle buluşturmak gibi bir devrim ihtiyacı olduğunu söylemek gerekiyor. Gerisi sola kalmış!...

1 Bu sözün kaynağının Erfurt
Programında ( 1892) yer alan Kautsky’nin cümlesine dayandığı söylenmekte:
Ian Agnus, “The Origin of Rosa
Luxemburg’s slogan ‘socialism or
barbarism’ , Marxismo Critico, 31.10. 2014; www.marxismocritico.com
2 Facunda Alverada; Lucas Chanel; Thomas Piketty; Emmanuel Saez; Gabriel Zucman, 2018; World Inequality Report, www.wir2018.wid.world/
3 Branko Milanovic, 2013, “Global Income Inequality in Numbers; in History and now” , Global Policy Volume, 4 (2), 198-208,
www.elibrary.worldbank.org/
4 Yuval Noah Harrari, 2016, Homo-Deus, Yarının Kısa Tarihi, Kollektif Kitap.