Bugünü saymazsak sadece 44 gün sonra, siyasi iktidarın değişmesi ya da bugünkü kâbus rejiminin değişip değişmemesi ile ilgili son sözlerimizi söylemiş olacağız. O gün, yani 14 Mayıs günü ve ertesi sabah ortaya çıkacak olan resmi tam olarak tahmin etmek, bundan önceki seçimlere göre çok daha güç. Çok sayıda anket, tutabildiğimiz kadarı ile vatandaşın nabız atışı, "eşyanın tabiatı" denen şey biraraya geldiğinde, bugünkü rejimin değişmemesi, büyük bir mucize olur...

Ama ülkemizde, "eşyanın tabiatı" bu gezegendeki tüm "eşyanın" özelliklerinden çok farklı bir nitelik taşıdığından, yine de çok büyük bir iddiaya girmezdim kendi adıma. Bugünden yarına nelerin değişebileceğine, gerek cumhurbaşkanlığı seçiminde gerekse milletvekili seçiminde ittifakların kendi içinde de, karşıt ittifakların birbirlerine yönelik hamlelerinde de neler yaşanabileceğine ilişkin öngörülerin mantıklı bir sınırının bulunmadığı bir ülkede yaşıyoruz.

En basitinden, ben bu yazıyı yazdığım saat itibariyle Memleket Partisi Genel Başkanı Sayın Muharrem İnce’nin durumu, adaylıkta ısrar edip etmeyeceği, "çekilmesi yönünde, CHP’den kaynaklı bir telkine/teklife muhatap olup olmadığı" konusu bile netlik kazanmamıştı. Bu konunun bile, öncelikle cumhurbaşkanı seçiminde oy pusulasının alacağı şekle, bunun da dolaylı olarak seçimin sonucunda ortaya çıkacak tabloya, bu tablonun "ikinci tur" gerekliliği doğurup doğurmayacağına dair, kesin ve net bir resim yoktu.

Kaldı ki, bunun da ötesinde milletvekilliği aday listelerinin oluşmasında her partinin kendi içinde, her partinin tek tek il örgütlerinde, farklı ittifakların kendi aralarında devam eden olağanüstü hareketlilik, bir sonuca ulaşmanın da ötesinde daha "yeni yeni" fokurdamaya başlamışken, bu da hem yerelde hem de ülke genelinde pek çok farklı unsuru etkiliyecek iken, bugünden yarına, hatta bugünden bu geceye kesin bir yorum yapabilmek için henüz çok erken.

Tabii ki gönlümüzden geçen; ülkenin bu denli ağır bir siyasi ve ekonomik buhrana sürüklenmesinin, her anlamda bir enkaz yığını haline gelmesinin, dünya çapında içine düştüğümüz yalnızlığı baş sorumlusu olan Recep Tayyip Erdoğan rejiminin sandıktan çıkacak sonuçla değişmesidir. Sorunların bir gecede, bir günde hatta bir değil birkaç yılda bile ortadan kalkmayacağını bilmekte birlikte, en azından derin bir nefes almamızı beraberinde getirecektir, bugünün otoriter ve beceriksiz ve hattâ "ağır suçlu" iktidarının değişmesi.

Ancak önümüzde "tâmirat, tâdilât, terakki ve tekâmül" için çok uzun bir süre olduğu âşikârdır.

Benim dikkat çekmek istediğim bir başka ve çok önemli konu da, bu seçimin özelinde Türkiye Solu’nun belki de uzun süredir bugüne kadar olmadığı kadar daha yaygın ve daha iddialı biçimde, farklı partiler ve farklı ittifaklar içinde de olsa, bu seçimde ağırlığını hissettirme ve "iktidarı değiştirme potansiyeli taşıyan en büyük partinin ve ittifakın adayına" Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na destek duruşudur.

Bu duruşun arkasında yatan en önemli motif de, son 21 yılda olağanüstü boyutlarda boğazlanmış olan özgürlüklerin nefes alması, emeğin ve örgütlenmenin ellerine - ayaklarına vurulmuş zincirlerin kırılması, toplumdaki laik ve demokratik hak savunuculuğunun özgürleşmesi olarak özetlenebilir. Adaletin ve hukukun üstünlüğünün sağlanması umudunun artmasıyla, otoriter rejimin zindanlarda tuttuğu hak ve özgürlük savunucularının da serbest kalması umudu, her zamankinden daha fazla yeşermiştir.

İşte, tam da yukarıdaki paragrafta sıraladığım bu unsurların, yani "Toplumsal - ulusal nefes alma umudunun" güçlenmesi, Türkiye Sağı’nı, irili ufaklı tüm faşist unsurları, hattâ Millet İttifakı içindeki faşist unsurları ziyadesi ile rahatsız etmektedir. Onları rahatsız etmesi tabiidir. "Eşyanın tabiatı" ile de uyumludur. Ama bu rahatsızlık ve önümüzdeki dönemde "seçimle bugünkü otoriter iktidar kovalansa dahi" bu rahatsızlığın sürmesi ihtimali hiç de zayıf değildir.

O nedenle, Türkiye’nin tüm sol güçlerinin bu tarihi dönemeci önemli ve değerli bir fırsat olarak görmesi, bu seçimde kendi dışındaki faktörlerin yardımı ile de olsa oluşan bu "silkiniş ve dirilişin" güçlendirilip ileri taşınması hayati önem taşımaktadır.

Bu iradenin üzerine yeni bir toparlanma dinamiğinin inşa edilmesi için, "14 Mayıs, tarihi önemli bir kilometre taşı olarak değerlendirilmelidir.

Yapılacak şey, olası iktidar değişikliğinin hemen ertesi sabahı toplumun her kesiminin "Emek mücadelesi ve her türlü özgürlüğün genişletilmesi mücadelesi için" örgütlenmesine hız verilmesidir. Başta sendikal örgütlenme olmak üzere, işçi sınıfının haklarına sahip çıkması için çalışmak, kadın hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği, akademik ve mesleki özgürlükler uğruna daha sıkı bir mücadele sürecinin başlayacağı bilincini hep birlikte güçlendirmek görevimizdir.

Bunu engellemek için, seçimde iktidarın (ideolojik anlamda olmasa da) değişmesinde rolü olan başka güçlerin de "solu boğazlamak" için ilk günden itibaren harekete geçeceğini de unutmamak gerek.