Google Play Store
App Store

Birkaç gün önce İngiltere topraklarına ayak bastığımı öğrenen eş dost, hep birlikte aynı lafı kullanmaya başladı:

12 yıl aradan sonra Britanya’da sol yeniden iktidara yürüdü. Yine, 58 yıllık (1966’dan bu yana) bir aradan sonra İngiltere milli takımı ilk kez bir kupa kazanmaya çok yakın.”

Gerçekten tarihi günler yaşıyor bu ülke. 4 Temmuz günü yapılan genel seçimde 650 sandalyeli Avam Kamarası’nın 411 üyeliğini kazanarak iktidara gelen Sir Keir Starmer liderliğindeki İşçi Partisi (Labour Party), 79 yıl sonra ilk kez oyların bu kadar büyük ölçüde kanat değiştirdiğine (İngiliz siyasi jargonunda “swing” derler) tanık oluyor.

Yaklaşık 20 sene bu ülkede mesleğini icra etmiş biri olarak, haliyle çok yakından izlediğim bu ülke siyasetinde, Labour’ın seçim zaferinin analizini (naçizane) biraz daha geri plan bilgisine sahip olarak yapabilecek konumda sayarım kendimi.

Bence soru şu:

İngiltere’de gerçekten “sol”mu iktidara geldi, yoksa sadece ülkeyi yöneten “siyasi parti” mi değişti?

Londra’daki oldukça uzun gazetecilik yıllarımda Margaret Thatcher’ın 11 yıl sonra (gözyaşları dökerek) Downing Street 10 numaradan ayrılışına da tanık oldum, 1994 yılında İşçi Partisi liderliğine Tony Blair’in seçildiği andan itibaren Labour’ın “sol”dan ışık hızıyla uzaklaşmasına da, 10 yıllık Blair Hükümetlerinde Thatcherist politikaların nasıl devam ettirildiğine de, başarısızlığın (maalesef sola mal edildi bu) seçmeni nasıl Labour’dan hızla uzaklaştırdığına da, ve devamında bugünlere nasıl gelindiğine de.

1994 yılında Blair partinin başına seçilir seçilmez yapılan program değişikliğinde ilk iş, Labour’ın “kamucu/devletçi ve özelleştirmeye karşı” anlayıştan uzaklaştırıldığı Kurultay’da da oradaydım. 1997 seçim manifestosunu açıkladığı basın toplantısında Tony Blair’a bizzat (en ön koltuklardan birinde) şu soruyu sorarken de:

“Seçim beyannameniz, bayağı bir Thatcherizm kokmuyor mu?”

Önce bir kahkaha attığını, sonra hangi ülkenin gazetecisi olduğumu sorup, aynen şu cevabı verdiğini anımsıyorum:

“Bizim ülkeyi, bizim gazetecilerimizden daha iyi izlediğiniz belli…”

İşin (sol ve sosyalistler açısından) vahim yanı, şimdiki unvanı ile “Sir Tony” (o aralar ona herkes partinin geleneksel kültürü içinde ‘comrade/yoldaş’ diyordu) ağır bir suçlama içeren bu sorumdan rahatsız bile olmamıştı.

Sonraki dönemde yaptıkları, ülkeyi monetarist politikalarla idare etmesi, özelleştirmenin daha da azgınlaşarak devam etmesi, gelir dağılımındaki adaletsizliğin artmasıi, adeta “yemin billah” yüksek öğretimi asla paralı yapmayacakları yolundaki vaatlerine rağmen, “cart” diye paralı yapması, başta eğitim, sağlık ve ulaştırma olmak üzere kamu hizmetlerinin kötüleşmeden çöküşe, çöküşten enkaza doğru hızla yol alması, “Yoldaş Tony”i, gelmiş geçmiş en başarısız Muhafazakar (Tory), sağ liderlerden biri konumuna getiriyordu. Dış politikada Bush’un ve Clinton’ın peşine takılarak imza attığı emperyalizmin utanç verici adımlarını sanmıyorum bile.

Arada bir tek Nisan 1998 Kuzey İrlanda Barış Anlaşması “başarı çıkıntısı” sayılabilir. Ama onun da esas olarak Clinton’ın başarısı olduğunu, meselenin (Kuzey İrlanda meselesi) bir “terörü bitirme meselesi” olmanın ötesinde ele alınıp çözülmüş sayılmayacağını da bilen bilir.

Özetle, 10 yıllık Blair döneminde, “solun iktidar olduğu” efsanesi de, bugün parti içindeki solu tasfiye ede ede yürüyen Sir Keir Starmer ile “solun yeniden gerçekten iktidara gelip gelmediği” de çok tartışma götürür.

O halde, siyasetin “fundamental”ını bir kez daha önümüze koyup düşünmenin ve hatta bu düşünme egzersizini Türkiye’ye de uyarlamanın gereği ortadadır.

Uluslararası siyasette Britanya’nın “Çok özel stratejik müttefiklik ilişkisi” içinde olduğu ABD ile hem İsrail - Filistin hem Suriye hem de Ukrayna - Rusya meselelerinde aldığı ortak tavrın değişip değişmeyeceği merakla beklenirken. Sir Keir Starmer’ın vergi ve gelir dağılımı politikalarından tutun da, kamu hizmetlerini düzeltmeye kadar hangi konuda ne yapabileceği ya da yapmak isteyip istemediği kocaman soru işaretleridir. Ama millet sağ - muhafazakar iktidardan ve politikalarından o kadar bezmiştir ki, “haydi bir daha , bir kez daha şu Labour’u deneyelim?” mi demiştir, yoksa  “sola yönelmek” midir 4 Temmuz seçiminin sonucu? Bu hala tartışmalıdır.

Size, 31 Mart’ta CHP’yi 47 yıl sonra birinci parti yapan ve Özgür Özel’i “umut gibi” gösteren sandık iradesini hatırlatmıyor mu bu?

“Sol” mu kazanmıştı burada da?

Halkın açıkça “kırmızı kart” gösterdiğini ve bir an önce erken seçim istediğini bir türlü kabullenmeye yanaşmayan Özgür Bey mi, ülkeyi bir erken seçime götürerek “Sol” siyasete yönelecektir? Hala büyük bir soru işaretidir.

Tam da İngiltere seçiminin yapıldığı gün, Sayın Özel’e “parti programı, sol muhteva, bu konuda bir değişiklik ihtimali” içerikli bir soru sorduğumda nasıl rahatsız olduğunu ve soruyu (biraz da agresif bir tavırla) nasıl geçiştirdiğini üzülerek not almıştım.

Tam bir hafta önceki, mezkur mülakatta “Ben sokakçıyım. Sokak adamıyım” diyen Özgür Bey’in bugün “evlerdeki elektrik düğmeleri ile kitle eylemi” aradığını da aynı şekilde izliyoruz. O Özgür Bey’in “buram buram sol alternatif” olabilecek bir 1 Mayıs eyleminde kitleyi nasıl Bozdoğan Kemeri önüne terkedip aracıyla uzaklaştığını not aldığımız gibi.

Biri “sol” mu dedi?