Son bir gayretle koltuğu kurtarmaya çalışıyorlar: Kılıcın üstüne oturdu
Operasyon, gözaltı ve tutuklamalarla istediği sonucu alamayan tek adam iktidarı çareyi ‘‘içeriden’’ devşirdiği isimlerle CHP’nin kurumsal kimliğini ele geçirmekte buldu. Talimatlı yargı kararları ya da kayyum uygulamaları nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, sürecin inisiyatifi artık halkta.

Yarın, 12 Eylül askeri darbesinin 45'inci yıl dönümü. Darbe ve sonrasında yaşananlar, ülkede onarılması zor yaralara yol açtı. Ama en önemli sonucu, hiç kuşku yok ki halkı siyaset sahnesinden çekip almak oldu. Siyaset, yukarıda profesyonellerin yaptığı bir mesleğe dönüştüğünden beri ülkenin yüzü gülmedi. Siyasi Partiler Yasası'ndan Seçim Kanunu'na kadar her şey böyle bir düzene göre kurgulandı. 12 Eylül'den bu yana siyasetin finansmanı, ülkedeki kirlenmenin temelini oluşturdu. Bir hafta içinde yaşadıklarımız, 12 Eylül darbesinin hem ürünü hem de devamıdır. Türkiye’nin OHAL, kayyum ve darbelerle geçirdiği 45 yılın arkasında, hiç kuşku yok ki 12 Eylül darbesinin derin izleri var.
BURAYA NASIL GELDİK?
Son bir haftadır yaşadıklarımızın da AKP'nin 23 yıllık iktidarında yaptıklarının da çıkış kaynağının 12 Eylül olduğunu unutmadan bugüne dönelim. Erdoğan-Bahçeli ikilisi yaklaşık bir yıldır tüm enerjisini sadece CHP'yi sınırlamak, dağıtmak ve etkisiz hâle getirmek için harcıyor. CHP'nin mevcut yönetimini kurmak istedikleri düzene engel olarak gören iktidar, parti içinden de devşirdikleriyle süreci hızlandırdı.
Yargı eliyle yürütülen kısım:
• 4 Mart 2025: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 2023 kongresine yönelik “hile” ve Seçim Kanunu ihlali iddiaları üzerine soruşturma başlattı.
• 2 Eylül 2025: İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi, Özgür Çelik ve mevcut yönetimi görevden aldı; yerine Gürsel Tekin başkanlığında 5 kişilik bir kayyum heyeti atandı. 196 delege de tedbiren görevden uzaklaştırıldı; kongre süreci durduruldu. CHP Genel Merkezi, kayyum atamasına tepki göstererek İstanbul’daki il başkanlarını toplantıya çağırdı ve Gürsel Tekin’in partiden ihracına karar verdiklerini duyurdu.
• 6 Eylül: YSK, İstanbul'da kongre sürecinin devam etmesine karar verdi.
• 7 Eylül: İstanbul İl binası polis ablukasına alındı. Giriş çıkışlar yasaklandı.
• 8 Eylül: Kayyum Gürsel Tekin, 5 bin polis eşliğinde, milletvekillerine biber gazı kullanarak il binasına girdi.
Türkiye Cumhuriyeti'nin en eski partisi, 102. yaşını kutladığı hafta iktidar darbesiyle karşı karşıya kaldı.
Hiç kuşku yok ki bu mesele CHP içi iktidar mücadelesi değil, Saray rejiminin tüm muhalefete karşı giriştiği operasyondur. Bir anlamıyla da 15 Eylül'de gerçekleşecek genel merkez kongresine dair görülecek davaya hazırlık olarak görülebilir.
Bir anlamda AKP, yürüttüğü operasyonla CHP'yi kurumsal olarak ele geçirmek için çalışıyor. Tabii, parti içindeki Truva atlarının desteğiyle.
OPERASYONUN NEDENİ
Çokça söyledik, tekrar edelim: Rejim tıkandı, halkın rızasını almaktan çok uzak. Başta ekonomi olmak üzere memleketin hiçbir sorununu çözecek yeteneği kalmadı. Önümüzdeki yıllar içinde yapılacak seçimlerde tek bir şansı var; o da muhalefetin Erdoğan’a ve AKP’ye yenilecek bir parti ve aday çıkarması. Tek adam rejimi, 19 Mart ve sonrasında yapılan operasyonlarla bu amacına ulaşacağını düşündü. Ama halkın gösterdiği muazzam tepki, iktidara istediğini vermedi. Onun da ötesinde, cezaevi tehdidine rağmen mukavemeti güçlenen bir muhalefet varlığı gelişmeye başladı. Rüşvet ve yolsuzluk operasyonları da istenilen çözülme sonucunu üretmeyince tek bir seçenek kaldı: CHP’ye çökmek.
KILIÇDAROĞLU NE YAPACAK?
İktidarın hedefi çoktan ifşa olmuş durumda. CHP’yi doğrudan CHP’liler eliyle adım adım tasfiye etmeye çalışıyor. Tek adam rejimi, baskı, tutuklama ve operasyonlarla CHP'yi etkisiz kılmak için elinde tuttuğu yargıyla birlikte girişimde bulundu. Ama kısa süre içerisinde CHP içinden yardım almadan bu süreci tamamlayamayacağını da gördü. Bu kez kendisi arkada durup yargıyla birlikte işbirlikçileri öne sürdü.
İzlediğimiz sürecin arkasında bu var. Mahkeme kararının, sonrasında atanan kayyumun, binlerce polisle parti binasının işgali; ülkede demokrasi isteyen herkesin vicdanını rahatsız ettiği görülüyor. Sadece CHP örgütü değil, başta sol siyasi partiler, TMMOB, DİSK, KESK, TTB ve Baro gibi kurumlar saldırıya karşı aktif tutum aldı. Bununla birlikte, sanki partilerine kayyum atanmamış, polisle işgal edilmemiş, 15 Eylül'de başka bir darbe yeme ihtimali yokmuş gibi davranan CHP’liler de var.
Başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere, eski İstanbul il başkanları ve 20’ye yakın milletvekili bunlardan bazıları. Dünün 'hızlı demokratlarının', büyük bir hışımla memleketin üzerine çöken rejimin saldırısını yok sayarak tümüyle parti içi iktidar kavgasına odaklanmaları, ibretlik bir vaka olarak tarihte yerini alacaktır.
CHP İstanbul il binası meselesinin İçişleri Bakanlığı ve Valilik tarafından sürüncemede bırakılması, tüm hesabın 15 Eylül'de görülecek mahkemeye göre yapıldığını gösteriyor. Alınan olağanüstü kongre kararı, bu konuda YSK'nın “devam” beyanına rağmen mahkemenin vereceği kararın artık hiçbir hükmünün kalmadığını ortaya koyuyor. Bu bilgiye rağmen CHP içinde koltuk hesabı yapanların bulunması ve bunun için susmaya devam etmeleri, “iktidarla çok önceden kararlaştırılmış yargı darbesi” güvencesi mi alındı sorusunu akıllara getiriyor.
Tekrar etmekte fayda var: Türkiye, ABD emperyalizminin çizdiği yol haritasıyla İslamcılık temelinde, etnik ve dinsel ayrımlara dayanan bir rejim dayatmasıyla karşı karşıya. Tek adam rejimi, bir anlamda 12 Eylül Cuntası'nın yarım bıraktığı işi bitirip Cumhuriyet’in sonunu ilan etmek istiyor. Barış süreci dâhil her şeyi araçsallaştıran AKP ve MHP’nin bütün hesabı, Erdoğan’a ömür boyu başkanlık yolunu açmak ve iktidarlarını devam ettirmektir.
Bugün ülkesine karşı sorumluluk hisseden herkesin bu kritik dönemeci iliklerine kadar hissetmesi, her şeyden önemli.
Tek adam rejimi de onun ürünü olan kayyum ve mutlak butlan yönelimi de halkı yok sayan, o olmadan da yönetimde kalabileceğini düşünen bir aklın ürünü. Ama Türkiye gibi, neredeyse nüfusunun yüzde 70’inin kararını değişim yönünde verdiği ülkelerde bu mümkün değil. Halka rağmen, onunla kavga ederek ancak kısa süreli “Pirus zaferi” elde edebilirsiniz.
İktidar, eli açık masada oturuyor: “Trump, yargı, polis, mafya, işbirlikçi elimde ne varsa sahaya süreceğim” diyor. Oyunu o başlatsa da ne zaman biteceğine karar verecek durumda değil. Sürecin nasıl sonuçlanacağı kararını verecek olan, muhalefetin direnci ve basireti olacak.
∗∗∗
O KONULARLA BİZİM FETHİ İLGİLENİYOR!
Geçen haftanın ilk ilginç ziyareti Hikmet Çetin'in, Meclis'te Bahçeli'yi ziyaret etmesi oldu. Ziyaret sırasında Çetin'in CHP'ye karşı başlayan yargı süreçlerini gündeme getirdiği bunun üzerinde Bahçeli'nin “O işleri bizim fethi bakıyor” dediği kulislerde konuşuldu.
Çetin'in sonraki görüşmesini fethi Yıldız'la yapması bu kulisi doğrular nitelikte. Dikkatle takip edilecek iki önemli sonuç var. Birincisi memleket yargısının geldiği durum, ikincisi ise CHP'nin bitmeyen Bahçeli umudu.
∗∗∗
‘SADECE BİRKAÇ AYIMIZ KALDI’
Kayyum Gürsel Tekin'le ilgili iki haber ortaya atıldı. Birincisi Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ'dan geldi. Özdağ, avukat Rezan Epözdemir'in 'casusluktan' gözaltına alınmasına gerekçe olarak gösterilen fotoğrafa ilişkin "O masanın ucundaki avukatı casusluk ile suçlayıp o masanın başında oturan ve o avukatı da masaya davet eden kişiyi kayyım olarak atıyorsanız ben size sorarım: Napıyorsunuz?" dedi.
İkinci haber ise meslektaşımız Ozan Gündoğdu'dan geldi. Geçen yıl çağrısı üzerine Tekin ile görüştüğünü söyleyen Gündoğdu, kurulacak yeni parti için genel başkanlık teklifi aldığını belirtti. Teklifi reddettiğini söyleyen Gündoğdu’nun aktardığına göre Tekin, “yeni bir devlet düzeninin kurulduğunu ve devletin Ekrem İmamoğlu'na ya da CHP’ye iktidarı devretmeyeceğini” ifade etti. Gündoğdu, Tekin ‘2-3 ay sonra bir şeyler olacak’ iması yaptıktan sonra, Akın Gürlek’in İstanbul’a atandığını dile getirdi.
∗∗∗
SAĞ PARTİLER NEREDE?
DEVA, Gelecek, Saadet, İYİP ya da Zafer. Bunca yaşananlara karşı “itidal” çağrısından öteye gitmeyen tepkilerinin hiç kuşkusuz bir nedeni var. Muhalefetin halkın talepleriyle birleşmesinden, değişimin bu talepler etrafında şekillenmesinden en az iktidar kadar korkuyorlar. Eğitimden, sağlığa, ekonomiden adalete, laiklikten kadın haklarına, barışa kadar halkın taleplerini alt alta yazmaya başlayıca suskunluğun nedeni net anlaşılacaktır.


