Bu hafta sonu Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nin son turuna katılıp oylarımızı kullanacağız. Sandıktan kimin çıkacağını pazar akşamı erken saatte öğrenmiş oluruz. O öğreneceğimiz sonuca bağlı olarak pazartesi sabahı piyasaların nasıl hareket edeceğini de hep birlikte göreceğiz.

Ancak, seçim sonuçlarını henüz görmeden önce piyasada yaşananlara baktığımızda ekonomide işimizin pek kolay olmayacağını şimdiden söyleyebiliriz.

Döviz piyasasında çoklu kur, kredi piyasasında daralma ve piyasa faiz oranlarında inanılmaz bir artışın yaşandığı bir haftayı geride bırakıyoruz. Bu durum bize ne söylüyor?

Hali hazırda uygulanmakta olan ekonomi politikası ülkeyi ciddi bir finansal kırılganlık içerisine soktu ve benzer politikaların devam etmesi durumunda daha ağır sorunlarla karşı karşıya kalacağız. Göstergeler bunu bize yüksek sesle söylüyor.

Mesela faiz oranları. Dün Merkez Bankası’nın faiz kararı açıklandı ve bir değişiklik yapılmadı, yüzde 8,5’lik oran sabit tutuldu. Üstelik “ülke risk primlerindeki düşüş, ters para ikamesinin ve döviz rezervlerindeki artış eğiliminin sürmesi ve finansman maliyetlerinin kalıcı olarak gerilemesi yoluyla makroekonomik istikrarı ve finansal istikrarı olumlu etkileyecektir” diyen MB, tüm bu unsurların söylediklerinin tam tersi yönünde geliştiğini hiç dikkate almamış.

Peki, MB faizlere dokunmazken piyasalarda faizlerin durumu nedir? “Finansman maliyetleri(gelin biz buna kısaca faiz diyelim) kalıcı olarak geriliyor mu ona bakalım. Bugün finansmana erişmenin neredeyse imkânsız olduğu, erişme imkânı bulanların da yüksek faiz ödemek zorunda kaldıklarını biliyoruz. Siz bakmayın MB’nin faizleri sabit tuttuğuna. Kredi faizleri çok yükseldi. Kredi faiz oranlarının aylık yüzde 4’ün üzerine çıktığını biliyoruz. Bu oranın yıllık bileşiği yüzde 60’a tekabül eder.

Ortalama TL mevduat faizinin yüzde 35’e yükseldiğini, Kur Korumalı Mevduat’a teklif edilen faiz oranlarının ise çok daha acayip bir hal aldığını görüyoruz. Döviz bozdurarak KKM’ye geçenlere “prim” adı altında yüklü bir ödeme yapılıyor. Burada ödenen “primin” yüzde 40’lara çıktığını okuyoruz. Efektif faiz oranı oldukça yükseliyor. Bütün bunlar, “Makro ihtiyati tedbir” adı altında bankalara yapılan baskıların sonucunda oluyor. Ya vatandaşın dövizini bozdurarak TL’ye geçmesini sağlarsın ya da getirisi yüzde 8’lerin bile altına gelen minimum dört yıl vadeli devlet iç borçlanma senedi alırsın deniliyor. Bankalar ne yapsın? Uzun vadeli risk almak yerine “Şu üç ayı bir geçirelim, sonrasına bakarız” diyorlar.

Döviz rezervlerindeki “artış”  işine gelince. PPK’nin faiz kararının açıklandığı güne denk gelen resmi veriler herhangi bir artışa işaret etmiyor, aksine çok ciddi azalışa işaret ediyor. Döviz rezervleri ekside. Üstelik swaplar dahil edildiğinde de ekside. Bir de swapları çıkarınca, veriler daha da korkunç bir hal alıyor. 

Bütün bunları dikkate alınca MB’nin finansal istikrarı “olumlu” etkileyecek dediği herhangi bir şey olmadığı ortaya çıkıyor.

İlk turda seçmen olmaktan kaynaklanan gücümüzü yeterince kullanamadık. Bu açık. Ama bütün bu olumsuz gelişmeleri değiştirmek için bir fırsatımız daha olacak. Pazar günü sandığa gittiğimizde, yaşadığımız tüm ekonomik problemlerin sorumlusu olanlara sandıkta, “Artık yeter” diyebileceğiz.

Unutmayın, kullanacağımız “sadece bir oy” değil, önümüzdeki beş yıllık dönemde nasıl bir ülkede yaşamak istediğimizin ifadesi olacaktır.

Bu fırsatı kaçırmayalım derim. Haydi, eksiksiz, firesiz sandığa gidelim.