Son rönesans figürü: Fredric Jameson
Jameson, Marksist bir düşünürdü, ütopyayı dışlamayan bir Marksizmdi onunkisi. Ütopyacılığını mümkün kılan ise gerçekçilikti, ya da tersinden söylersek gerçekçi olması ütopyacılığı sayesindeydi.
Kurtul GÜLENÇ-Önder KULAK
Yaklaşık bir ay önce Fredric Jameson’ı kaybettik. 90 yaşındaydı. Ölümünden iki gün önce bile hastanede yatarken ailesinden birkaç kitap ve bir not defteri istemişti. Ömrü boyunca diri kalan bu tutkusu sayesinde onlarca eser kaleme aldı. Çalışmalarının ilgisi ve bilgi ağı öyle geniş bir alana hitap etmekteydi ki ölümünden hemen sonra yayımladığı yazısında Slavoj Žižek, düşünürü “son Rönesans figürü” olarak tarif ediyordu (1).
Rönesans’ın sentetik, katmanlaşan ve sarmal karakteristiği baskındı eserlerinde. Kapitalist iş bölümüyle günden güne yoğunlaşan analitik uzmanlaşmadan pay almamıştı. Fahrenheit 451’de yok yer’de toplanarak devletin kitaplara yönelik imha politikalarına direnen ve kitapları yaşatmak amacıyla okuyup ezberleyen kitap insanların vücut bulmuş hali gibiydi Jameson.
Sanki yayımlanmış tüm önemli eserleri okumuş, zihnine kazımış ve bizlere okunacak hiçbir şey bırakmamıştı. Wilhelm Dilthey, Hayden White, Kenneth Burke, Jacques Lacan gibi düşünürlerle hesaplaşmasından Aijaz Ahmad’le yürüttüğü üçüncü dünya edebiyatında ulusal alegori tartışmasına, merak duyduğu bilimkurgu romanları ve dedektiflik anlatılarının çok boyutlu çözümlemelerinden yüksek kültür ürünlerinin dilsel-tarihsel yorumlarına uzanan bir entelektüel yelpazede kalem oynatmıştı. Tüm eserlerinin doğrudan ya da dolaylı olarak (görünürde veya arka planında işleyen) ortak bir teması vardı: Ütopya. 2002 yapımı The Wire dizisine ilişkin yazısında bile dizinin statik bir toplumsal yapı sunan kültür endüstrisi ürünlerinden farklı olarak taşıdığı dinamik temsillerin praksise dair beliren temsile eklemlenmesi sonucunda ütopyacı bir dürtüyü tetiklediğini ileri sürüyordu (2).
Jameson ütopyacılığın en uzun soluklu düşünürüydü. En yozlaşmış kültürel eserlerde veya yaşam alanlarında bile kolektif özlemin izlerini ortaya çıkarma arzusu çalışmalarının merkezinde yer aldı. Maddi düzendeki kötülüğün metafizik bir görünüm kazandığı, kapitalizmin tarihsel alternatiflerinin gerçekleşmesinin olanaksız olduğu duygusunun kök saldığı bir çağda bizleri inatla “radikal farklılık üzerine, radikal ötekilik üzerine ve toplumsal bütünlüğün sistemsel doğası üzerine temsili bir düşünme” (3) olan ütopyanın tınısıyla buluşturmaktan vazgeçmedi.
Eleştirel Teori ve özellikle Adorno’nun bu çabadaki yeri azımsanamaz. Adorno’nun “körleşmiş bir öfke nöbeti olarak kolektivite” düşmanlığına ve tüm toplumsal antagonizmaların uzlaştırıldığı bir geleceğin ön-belirlenimini yasaklayan materyalizmine rağmen, Jameson ütopyacı düşünceyi canlandırmak için Adorno’yu yaratıcı bir şekilde yeniden okudu. Elbette Blochcu bir umut jestine başvurarak. Adorno’nun herhangi bir geçerli bilginin ancak varolandan elde edilebileceği için kaçmaya çalıştığı sefalet ve çarpıklığın izlerini taşımaya yazgılı olduğu iddiasını “hiçbir kültür ürünü yoktur ki kendi tarihselliğinden daha fazlasını barındırmasın” diyerek kültürel-fazla’nın, ütopik tınının alanına doğru taşıdı.
Jameson Marksist bir düşünürdü, ütopyayı dışlamayan bir Marksizmdi onunkisi. Ütopyacılığını mümkün kılan ise gerçekçilikti, ya da tersinden söylersek gerçekçi olması ütopyacılığı sayesindeydi. Bu yönelimine okurları için yer yer anlaşılması oldukça güç metodolojisi eşlik ediyordu. Düşünürün metodolojisinde biçim ile tarihin iç içe geçen diyalektik icrası biçimselleştirici eleştirilerin “öteki uçtan dışarı çıkacak kadar eksiksiz” şekilde içlerinde yatan gizli tarihsel boyutları kat etmek anlamına geliyordu. Kendisinin Marksizm içindeki konumu da böyleydi. Perry Anderson’un dediği gibi: Jameson bir yandan Batı Marksizmi geleneğinin görkemli bir finali gibiydi, bir başka açıdan da bu geleneği önemli ölçüde aşmış bir düşünürdü. (4)
Bu anlamsız hayata ütopik itkiyle anlam katanın bizler olduğunu savunan, bunun da ancak başka sistemlerin hala mümkün olduğunu hatırlatan tarihle gerçekleşebileceğini ileri süren bir düşünür.
1- https://terrabayt.com/dusunce/yasamdan-buyuk-fredric-jamesonin-olumune-dair-bir-not/, 26 Eylül 2024.
2- Jameson, Antikler ve Postmodernler, “The Wire Dizisinde Gerçekçilik ve Ütopya”, 2018, YKY.
3- Jameson, Ütopya Denen Arzu, 2017, Metis.
4- Anderson, Postmodernitenin Kökenleri, 2021, İletişim.
***
Kurtul Gülenç
Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü’ndeki lisans eğitimini tamamladıktan sonra yine aynı üniversiteden yüksek lisans, Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden doktora derecelerini aldı. Çalışma ve ilgi alanları toplum ve politika felsefesi, sosyal bilimler felsefesi, Frankfurt Okulu, Aydınlanma felsefesi ve çocuklar için felsefedir. Gülenç, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde görev yapmaktadır.
Önder Kulak
Lisansını Maltepe Üniversitesi, yüksek lisansını Sussex Üniversitesi ve doktorasını Hacettepe Üniversitesi felsefe bölümünde tamamladı. Sofya Üniversitesi’nde çağdaş kültür endüstrisi üzerine çalışmalar yürüttü. İlgi alanları arasında Marksizm, Frankfurt Okulu ve felsefe tarihinden birçok figür bulunan Kulak’ın, felsefe ve medya çalışmaları alanında pek çok çeviri, makale, derleme ve kitabı var.