Geçtiğimiz birkaç ayda geniş muhalif kitlelerin zihnini meşgul eden bir soru vardı. O soruyu “Erdoğan ve AKP sessiz, bu durum neye alamet?” diye özetlemek mümkündü. Kimileri Erdoğan’ın sessizliğinin arkasında ‘nasıl olsa yine kazanırım’ inancının yattığını iddia ederken kimileri de AKP’nin yenilgiyi kabul ettiğini ileri sürüyordu. Hâlbuki mesele bundan çok daha çetrefilliydi. Zira ne Erdoğan “bana müsaade” diyecek bir siyasetçi ne de seçimi çantada keklik görüyor.

İktidar aslında seçim sürecinin ilk ayağını “Türkiye Yüzyılı” başlığıyla geçen sonbaharda ilan etmişti. Program hem içerik olarak sönük hem de yaratması beklenen etki açısından zayıftı. Ancak elde başka bir malzeme yoktu; seçim kampanyasını, bir devlet projesi şeklinde lanse ettikleri “Türkiye yüzyılı vizyonu”nun üzerine inşa etmeye karar verdiler. Doğal gaz “müjdesi”, TOGG’un asfaltla buluşması, TCG Anadolu gemisinin suya indirilmesi vs. 2023’ün ilk günlerinden seçime dek uzanan bir takvime bağlanmıştı. Arada şayet fırsat bulunursa daha büyük hamleler, örneğin sınır ötesi askeri operasyonlar da muhtemelen masanın üzerinde hazır duruyordu. Lakin 6 Şubat depremi iktidarın rotasını kaydırdı; takvim alt üst oldu. Bu şartlarda Erdoğan ve Cumhur İttifakının yapabileceği tek şey, depremi takip eden günlerde tanık olduğumuz basiretsizliği ve beceriksizliği örtbas etmeyi denemekti. Bu uğurda siyasi tansiyonu yükseltmekten de gocunmadılar.

***

Mart ayı başından itibaren ise İktidar bloku sanki görünmezlik pelerinine büründü. Akşener’in masadan kalktığı esnada bu gündemi kendi lehine kullanacağı tahmin edilen Erdoğan’dan etkili bir hamle gelmedi. Akşener masaya dönüp Kılıçdaroğlu resmen aday ilan edildiğinde de iktidar cenahında gözle görülür bir hareketlilik saptanmadı. Hâlbuki aylardır Kılıçdaroğlu’na “adaylığını açıkla” baskısı yapan AKP’lilerdi. Bu baskı Kemal Bey’i zayıf rakip olarak gördüklerine yoruluyordu. Ancak sallanan masanın ayakları yeniden – ve eskisinden daha sağlam- yere basınca bu sefer iktidarın dengesi bozuldu. Saray, Kılıçdaroğlu’nun “kazanabilecek aday” haline gelmesi karşısında ittifakı en gerici siyasi çizgiye çekmek ve yeni müttefiklerine vekillik dağıtmak dışında yeni taktikler bulmakta epey zorlandı.

AKP kadroları, Anadolu’nun en muhafazakâr yerlerinde Kemal Bey’i kastederek “biliyorsunuz o Alevi” demenin seçimi kazanmak için yeterli olduğuna inanmış gibiydi. Mart ayının tümünde ve Nisan’ın ilk on beş gününde siyasi rüzgâr Saray’a ters istikametten -üstelik giderek de güçlenerek- estikçe ve Kılıçdaroğlu’na destek arttıkça fısıltılarla seçimi garantilemenin mümkün olmadığını gördüler. Defanstan hücuma geçmek şarttı, hele hakemler Saray üniformalıyken… Nitekim geride bıraktığımız bir hafta içinde Erdoğan ve ortakları, İslamcılığın tüm ezberlerine başvurarak Kılıçdaroğlu’nu hedef almaya başladı. İktidar sözcülerinin seccade vakasını, bir Kabataş fantezisine ya da “camide içki içtiler” teranesine çevirme gayretkeşliği bir sinyaldi. Arkası gelecekti ve de geldi.

***

Adıyaman’da Kılıçdaroğlu’na karşı peşi sıra provokasyonlar tertiplendi. Mezarlıkta dua eden Kılıçdaroğlu’na “Bu Fatiha okumayı bilmiyor ki” diyerek sataşılması, Samsat yakınındaki türbe ziyaretinde “Kılıçdaroğlu’na burada yer yok” denerek bağırılması, CHP konvoyundaki bir araca tekmeli yumruklu saldırı, Kahta’da AKP’lilerin yolu kapama girişimleri… bunların “münferit” olduğuna Türkiye’de yaşayan bir insanın inanması mümkün değil. Şayet Kılıçdaroğlu ve yanındakiler, mutedil ve sağduyulu davranmasalar belki de Çubuk’taki linç teşebbüsünün bir benzeri Adıyaman’da tekrarlanmaya çalışılacaktı.

Görülüyor ki, Kılıçdaroğlu’nun Alevi videosuyla kendisine yönelik aylardır devam eden kimlikçi saldırıya meydan okuması iktidarın şirazesini iyiden iyiye kaydırmış. Nitekim trolünden yandaş akademisyenine iktidar cenahında maskeler düşmüş; en ilkel, en barbar yüzler meydana çıkmış vaziyette. Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nu “istismar siyaseti” yapmakla suçlarken “Reis sevdalıları” Yavuz’lu, Madımak göndermeli paylaşımlar yapmaya devam ediyor. Camiler miting alanına çevriliyor, “seccade, secde nedir bilmeyenlere” gözdağı veriliyor, küçücük çocuklar seccade siyasetine alet ediliyor. Hasılı çok ama çok tehlikeli bir oyun oynanıyor.  

İktidarın seçim meydanlarına yurttaş taşıyacak, tüm kaynaklarını sandık uğruna sömürecek İBB ve ABB’si artık yok. Anlatacağı hikâye, ikna edeceği yeni seçmen, vaat edeceği bir gelecek de yok. Geriye yalnızca toplumun sinir uçlarına basan cilasız bir İslamcılık, muhalefete karşı bir tür SADAT’çı operasyonculuk kaldı. Bu aparatlar, 7 Haziran – 1 Kasım benzeri bir mekanizmayı tetikleyerek toplumsal barışı dinamitleme riskini taşıyor. İktidarın CB seçimini İkinci tura bıraktırma planını muhalefet işte tam da bu yüzden bozmalı. Birlikte davranmak, sakin ama kararlı hareket etmek, değişimin yakın olduğunu ve bunun tüm toplumun yararına olacağını anlatmak ortak sorumluluğumuz.