Bir yılı daha geri bırakıyoruz ve gazetemiz yeni yıla tepeden tırnağa yenilenerek girecek.

Bu vesileyle ülkenin bu gün geldiği durumla ilgili olarak geçmişte yaşadığımız tartışmalar üzerinde bazı kısa notlar düşmek istedim.
Ümit ediyorum ki bu yazım (bütün bu tartışmalar hakkında olduğu kadar) gazetemizin eski haliyle yazdığım “son” yazı olacak.
 
TÜRKİYE NEREYE…
Türkiye son çeyrek yüzyıl içinde, dünya çapındaki küreselleşme süreci doğrultusunda bir neoliberal değişim süreci yaşadı. Ülkenin bütün ekonomik, siyasi ve askeri yapıları “serbest piyasa” düzeni doğrultusunda yeniden yapılandırılmaya ve ABD’nin Dünya ve Orta Doğu politikalarına uygun hale getirilmeye çalışıldı.   
Bu gelişme karşısında takınılacak tavır sorunu (Ergenekon ve darbecilik tartışmaları, 12 Eylül referandumu vb…) bütün politik tartışma ve ayrışmalarımızın temelini oluşturdu.
Bütün bu süreç boyunca ülke siyaseti hemen bütünüyle bu soru çerçevesinde iki kutba bölündü. Bir yanda küresel sermaye güçlerinin yeni liberal sömürü politikaları doğrultusunda ve doğrudan ABD güdümünde geliştirilen bir neoliberal-dinci muhafazakârlık, diğer yanda buna tepki olarak gelişen ve bir bölünme ve şeriat endişesine dayanan milliyetçi bir muhafazakarlık… Kürt sorunu, 12 Eylül referandumu, darbecilik, demokrasi vb, ülkenin hemen bütün sorunları bu çarpık kutuplaşmanın cenderesine takıldı.
Şimdi artık “Türkiye nereye gidiyor” sorusunun yanıtı aşağı yukarı açıklığa kavuşmuş durumda.
Türkiye’de “Darbelere, Kemalizm’e, askeri vesayet düzenine karşı mücadele” adı altında yürütülen politika ve operasyonlar sonucunda eski (Kemalist) rejim tasfiye edilerek dinsel bir örtü altında yeni tipte faşist bir sermaye düzeni kurulması büyük ölçüde tamamlanmış durumda.
Ülkenin temel meselesini sivilleşme ve liberalleşme olarak gören aydınlar kendilerine soldan katılan “yetmez evet” çilerle birlikte (28 Şubattan sonra Türkiye’deki Milli Görüşçü akıma çekilen ayar sonucunda bu misyonla ortaya çıkarılan AKP’ye verdikleri destekle) bu eskisinden beter baskıcı ve adaletsiz düzenin kurulmasına önemli bir “hizmet” sunmuş oldular. 
Şimdi ( Adalet hanımın yaptığı gibi ) “Başbakan bizi kandırdı” demeye kimsenin hakkı yok! 
 
BİR KEZ DAHA DEVRİMCİ SİYASET
Gelişen sürece karşı askeri bürokrasi içindeki darbeci müdahalelerin gündeme sokulduğu iki binli yılların başından itibaren bir darbe seçeneğine açıkça karşı çıktık. Türkiye’nin askeri yapısı ABD’nin soğuk savaş stratejileri doğrultusunda yapılandırılmıştı ve ülkenin yakın tarihindeki bütün askeri faşist darbeler bu politik stratejilerin bir parçasıydı. Bu yüzden soğuk savaş döneminin sona ermesinden sonra ABD’nin ( ılımlı İslamcı) Orta Doğu politikaları doğrultusundaki AKP’ye karşı bir askeri darbe seçeneği söz konusu olamazdı.
Zaten bu yüzden bir türlü yapılamayan darbe senaryolarını konu alan Ergenekon davaları asıl olarak askeri yapının yeni düzene göre reorganizasyonu için yapılmış bir operasyon olarak gündeme sokulmuştur.
Bütün bunlara rağmen mevcut devlet - egemen sınıflar- içindeki kutuplaşmaya karşı devrimci bir üçüncü siyaseti savunanlar bütün bir devrimci geçmişle birlikte sürekli olarak darbecilik, Ergenekonculuk, milliyetçilik gibi suçlamalar ve asılsız iftiralarla değersizleştirilmeye çalışıldı.
Bu (bazıları için bir ikbal ve rant kapısı açan!) yeni tip faşist rejime için sunulmuş bir “hizmet” oldu.
 
ŞİMDİ YENİ ŞEYLER SÖYLEMEK LAZIM
Geçtiğimiz dönem boyunca doğru bir siyasi çizgi izlemesine rağmen ülkedeki hakim kutuplaşmanın basıncı altında sağa sola savrulmalar ve parçalanmalar sonucu büyük güç kaybına uğrayan devrimci siyasi anlayışlar ülke siyaseti üzerinde ciddi bir etkinlik gösteremedi. Devrimci siyasetlere doğrudan müdahalelerin yanı sıra, küreselleşme sürecine paralel olarak dünya çapında gelişen post modern siyaset anlayışlarından kaynaklanan liberal eğilimlerin de sol kesimler üzerinde marjinalizme sürükleyen ciddi bir parçalayıcı etkisi oldu. Adeta büyük anlatılar devrinin sona erdiği söylemlerine paralel olarak, ülke çapında merkezi bütünlüklü politik yapılardan, ülke siyaseti üzerinde hiçbir iddiası ve derdi olmayan, sadece kendisi için var olan küçük yuvarlara doğru bir kaçış eğilimi gelişti. Bu tür liberal eğilimlerin de solun etkisizliğindeki rolü küçümsenmemelidir.  
Bu gün artık yaşadığımız ülke bundan beş yıl on yıl önceki ülke değil.
Şimdi hakim sınıf klikleri arasındaki kamplaşma bir tarafın hakimiyetiyle sonuçlanmış ve eski cumhuriyetin temelleri ortadan kaldırılarak büyük ölçüde ( eski bir CİA Türkiye masası şefinin ifadesiyle) “Yeni bir Türkiye Cumhuriyeti” kurulmuş durumda.
Bu gün eski rejimi yeniden ihya etmenin geçerli bir yol olmadığı, bu gün karşımıza çıkarılan tepeden tırnağa adaletsiz, haksız, baskıcı sömürü düzenine karşı Türkiye’yi devrimci bir anlayış temelimde yeniden kurmaktan başka bir yolun olmadığı daha iyi görülebilir durumda.
Sıkça söylendiği gibi her son mutlaka yeni bir başlangıçtır. 
Bu yüzden şimdi geçmiş tartışmaları aşan ülkenin geleceğini yeniden kazanacak yeni siyasetlere, ona uygun yeni bir dile ve yeni araçlara ihtiyaç var.
Ancak devrimci siyasetler var olan durumlarını aşmadıkça, sadece kendileri için var oluşlarını sürdürmeye dayalı anlayışlardan kurtulmadıkça, bundan beş yıl sonra bu günkü durumu da arayacağımızdan da kimsenin kuşkusu olmasın.