Küresel çapta bir ankette insanların dörtte üçü yaşamlarının iyiye gitmediğini söylüyor. 244 milyon çocuk okula gidemiyor. Yoksul ülkelerde 10 yaşına gelen 10 çocuktan 7’si basit bir öyküyü okuyup anlama yetisinden uzakta.

Sosyal adaletin önemi
Fotoğraf: Depo Photos

Hafta sonu, memleketin içi karartıcı gündeminden biraz uzaklaşayım dedim ve bir uluslararası rapor okudum. Açıkçası, köşe yazımda da biraz Türkiye detoksu yapmayı, başka bir konuda kalem oynatmayı arzuladım. Eğer benzer bir ruh hali içerisinde iseniz buyurun… Yok, ülkenin bunca derdi tasası arasında böyle araştırma raporları neyimize diyorsanız, siz de haklısınız…

Bugün Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) Uluslararası Emek Konferansı’na sunduğu Sosyal Adaleti İlerletmek metnini konu alıyoruz:

Covid-19’dan artan yaşam pahalılığına, aşırı hava olaylarına, jeopolitik istikrarsızlığa ve ufukta beliren borç krizine, dünyada yaşanan olumsuzlukların sosyal adaleti sağlamaya yönelik çabaları eğer tersine çevirmiyorsa bile, en azından geciktirdiği hatırlatılıyor. 

Küresel çapta yapılan bir ankette insanların dörtte üçü yaşamlarının iyiye gitmediğini dile getiriyor. Bu noktada ILO’nun kuruluş bildirgesinde, sosyal adaletin, “tüm insanlar ırkına, inancına, cinsiyetine bakılmaksızın, özgürlük, onur, ekonomik güvenlik ve fırsat eşitliği temelinde maddi koşullarını iyileştirmek ve tinsel gelişimini sağlamak hakkına sahiptir” şeklinde tanımladığına dikkat çekilerek, insan onurunun “emek bir meta değildir” ilkesine dayanması gereğinin altı çiziliyor.

SOSYAL ADALETİN DÖRT BOYUTU

Sosyal adaletin genelde dört boyutu bulunduğu söylenebilir. Birinci boyut, evrensel insan hakları ve kabiliyetleridir. Bu haklar yeterli bir yaşam standardına, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik hizmetlerine erişebilmeyi kapsar. Bu ayrıca örgütlenme özgürlüğünü de içerir. Uluslararası emek standartlarının yerleşmesi ve uygulanması da insan haklarının bir parçasıdır. 

İkinci boyut, istihdam ve üretken faaliyetler için fırsatlara eşit erişimdir. Kişiye ekonomik faaliyetlere katılma olanağı tanınması ve gayreti ölçüsünde ödüllendirilmesi sonucu hem anlamlı bir işe sahip olma, hem de topluma katkı yapma fırsatı doğar. 

Üçüncü boyut, adil bölüşümdür. Ekonomik büyümenin nimetlerinin adil bölüşümü ancak toplumdaki dezavantajlı ve kırılgan kesimlerin sorunlarına özenle eğilinmesiyle olanaklıdır. 

Dördüncü boyut, adil dönüşümlerdir. Küreselleşme, teknolojik, demografik, çevresel ve diğer dönüşümlerin ve sıklaşan krizlerin insanların refahını en az olumsuz etkileyecek şekilde yönetilebilmesidir. 

KÜRESEL ADALETSİZLİKLER DERİNLEŞİYOR

Ne yazık ki raporun bundan sonrasında somut bulgularla küresel sosyal adaletin ne kadar uzağında bulunduğumuz sergileniyor. 244 milyon çocuk ve genç okula gidemiyor. Yoksul ülkelerde 10 yaşına gelen her 10 çocuktan 7’si basit bir öyküyü okuyup anlama yetisinden uzakta.

2020’de 160 milyon çocuk çalıştırılıyordu. Bunların 50 milyon kadarı modern köle konumundaydı. Bu rakamların 2016’ya göre 8 milyon ve 2,7 milyon artışı işlerin kötüye gittiğini gösteriyordu. 

Milyonlarca insan güvenli ve sağlıklı olmayan koşullarda çalışıyor. Her yıl iş kazaları ve meslek hastalıklarından 2 milyon dolayında işçinin hayatı kaybettiği tahmin ediliyor. İstihdam sahibi her beş kişinden birinin işyerinde fiziksel, psikolojik veya cinsel şiddet ve tacize uğradığı biliniyor. 

Her beş gençten biri, ne eğitimde, ne istihdamda, ne de stajda. Dünya istihdamının yüzde 60’ı kayıtdışı ekonomide çalışıyor. Parça başı, geçici, kısmi zamanlı işler toplam istihdamda giderek yaygınlaşıyor.

İşgücü piyasasında toplumsal cinsiyet ayrımcılığı da çok yaygın. Eşit işlerde kadınlar erkeklerin yüzde 20 altında kazanıyor. Gelişmiş ülkelerde göçmen kadınlar ile ülkenin yurttaşı erkekler arasındaki ücret farkı ise yüzde 21’e ulaşıyor. 

2022’de 205 milyonu işsiz, 268 milyonu ise işsiz sayılmasa da istediği tarzda bir işte çalışamayan, örneğin tam zamanlı çalışmak isteyip ancak kısmi zamanlı işlerle yetinen insanların toplamı 473 milyonu buluyordu.

Özetle, giderek derinleşen krizler, sosyal kalkınmaya yeterli yatırım yapılmaması, artan eşitsizlikler, küresel dayanışmanın yetersizliği ve görülmemiş düzeyde yüksek borçlar nedeniyle dünya, sosyal adalet hedefinin çok uzağında bulunuyor. 

Dünyada 4 milyon kişi sosyal koruma ağlarının dışında kalıyor. Herkesin yaşamı boyunca kapsamlı, yeterli ve sürdürülebilir sosyal koruma olanağı altında bulunması ilkesinden giderek uzaklaşılıyor. Pandemide daha açık görüldüğü gibi birçok ülkede her yurttaşın sağlık hizmetine erişimi, hastalık ve işsizlik halinde devreye girecek programlar bulunmuyor.

ILO’nun tahminlerine göre, yaşlı yurttaşlara minimum bir sosyal koruma sağlanması çok önemli ekonomik ve demografik etkiler yaratacak. Düşük ve orta-düşük gelirli ülkelerde 10 yıl içerisinde kişi başına gelirde yüzde 14,8 artış gözlemlenecek. Bu dönüşüm yoksulluğu yüzde 6 azaltırken, toplumsal cinsiyet temelli ücret farklılıklarını da yüzde 3,6 daraltacak. Gelir dağılımı eşitsizlikleri de en alttaki yüzde 40’ın toplam gelirden yüzde 2,5 daha fazla pay almasıyla bir parça azalacak. 

ILO’nun işçiler, işverenler ve hükümetler olmak üzere sosyal diyaloğu geliştirmek, sorunları çözmek üzere “üç taraflı” bir modeli var. ILO benzeri BM kuruluşları, yapıları gereği sorunlara parmak bassa da, bu sorunlarda kapitalizmin rolünü ifade etmekten, adını ağızlarına almaktan çekinirler. Burada da çözüm yolunda sermaye kesiminden lütuf beklemeleri fazlaca iyimser görünüyor.

Sorunların çözümü için yine aynı şekilde IMF, Dünya Bankası, DTÖ gibi uluslararası mali kuruluşlardan medet ummaları da yine dünyaya fazla pembe gözlükle bakmalarının sonucu. 

Yine de sosyal adalet kavramının önemini hatırlattıkları, küresel çelişkileri somut olgular ve rakamlarla yansıttıkları için onlara teşekkür borçluyuz. Ulusal ve küresel sınıf mücadeleleri için bu tarz dokümanların yol gösterici işlevini aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor. (ILO Advancing social, justice, International Labour Conference 111th Session, 2023)