Altı parti başkanı arasında çıkan ve dört gün süren tartışmaya her kesimden her düzeyde insanımız müdahil olmaya çalıştı. Medya moderatörlüğünde yürütülen tartışmada, iki elin parmak sayısını geçmeyen kişi ve ondan daha az televizyon kanalının endüstriyel bilgi tüketen kitleyi rahatlıkla harekete geçirebildiğine tanıklık ettik. Bana göre birkaç saat, en fazla sonraki günün sabahında çözülecek sorunun dört gününe yayılmasını sağlayan medya oldu. Aktif kullanımına bakarak sosyal medyanın gücünü abartmamak lazım. O mecrada tüketilen “bilgi”nin izi birkaç televizyon stüdyosuna çıkıyordu (Onların arka kapısının nereye açıldığı ayrı bir tartışma konusudur). Bu ara televizyonun (en azından Türkiye’de) ölmediğine, sosyal medyanın içeriğini televizyonlardan aldığına da tanık olmakla kalmadık, alternatif, dolayısıyla özgür olduğu söylenen sosyal medyanın kendi başına içerik üretemediğini de görmüş olduk.

İlginç olan, içerik üretmeyen sosyal medya kullanıcısının içeriği ile birlikte takip ettiği üreticiyi de tüketmesiydi. Bu bana, kısa süre önce öğrendiğim iletişim bilimci Elihu Katz'ın "Kullanımlar ve Doyumlar" teorisini anımsattı. Katz "Medya izleyicisinin pasif tüketici olmayıp beklenti, amaç ve bazı ihtiyaçlarını tatmin etmek için kullandığını" savunuyor. Özellikle iletişimin karşılıklı olduğu sosyal medyada, izleyici sandığımız takipçinin, takip ettiği kişiden çıkan ortalama 35 sözcükten işine geleni alıp kalanını çekirdek kabuğu gibi tükürmesi; beğenmediği paylaşımı için de ağız dolusu hakaret etmesi Katz'ın tezini kısmen doğruluyor.

Başta belirtmeye çalıştığım gibi Karşılıklı Kullanımlar ve Doyumlar teorisi gazete, radyo ve televizyon gibi iletişimin tek taraflı olduğu mecralar için pek geçerli değil. Ekran, saçmalıyorsunuz dediğinizi Habertürk yorumcularına aktarmıyor. Sevilay Yılman orda kendini tatmin ederken siz çileden çıkabiliyorsunuz. İletişim teorisi öyle dese de her medya mecrası izleyicisini tatmin etmez.

Twitter öyle değil, fakat burada da inanılmaz bir karmaşa hakim; kim kimi kullanıyor, kim doyuma ulaşıyor anlamak olanaksız. Kimi küfür ederek, kimi benim de bir fikrim var diyerek, kimi takipçi toplayarak kendini tatmin ediyor. Sanırım en zor ve az tatmin olanlar takipçi peşinde koşanlardır; onlar, doyurmak zorunda oldukları takipçileri için yemek ve uyku arasında bile paylaşımda bulunmak zorunda. Sosyal medya onlar için düello meydanı gibi, anlık gecikmeleri kendi nesnel varlıklarını kuşkulu hale getirir korkusuyla belirleyicisi olmadıkları gündeme laf yetiştirmek zorundalar. Açgözlü takipçilerini doyurmak için zamanla yarışırken kaçınılmaz olarak spekülasyonu bilgi diye paylaşıp zırva düzeyinde saçmalamalarına gelen tepkileri satıcı sabrıyla karşılamak zorunda kalmanın tatmin edici bir tarafı olmasa gerek. Levent Gültekin’in, Barış Yakardaş’ın, Yılmaz Özdil’in yerinde olsam herhalde uykum kaçardı.

Altılı Masada yaşanan krizi anlamaya çalışan, nedeni ve sonuçları üzerine akıl yürüten paylaşım ve paylaşımlara gelen olumlu olumsuz tepkiler siyasal tartışmaya dahil olma anlamında değerlendirilebilir. Ne yazık ki yok denecek kadar az kişi bu tartışmaya kendi yargısıyla katıldı. Önüne gelen mesajı birazcık olsun eleştirel okumaya tabi tutmadan onaylamak, başkalarına paslamak kişiyi bir taraf yapar ama siyasal alanın öznesi yapmaz. Kuşkusuz her konuda bilgi sahibi olmak mümkün değil, fakat eleştirel bilince sahipseniz, bagajınızdaki bilgilerle analiz eder, size bilgi diye sunulan şeyin tutarlı olup olmadığını test edebilirsiniz. Aksi halde Fatih Altaylı’nın tespihindeki tanelerden biri olmaktan kurtulamazsın.

Fatih Altay ( kendi deyimiyle) “Kafa bulmak için saçma sapan” bir cumhurbaşkanı adayı anketi yapıyor ve yine kendi yorumundan anlıyoruz ki ankette birinci çıkan Muharrem İnce gaza gelip anketin hemen ardından Ümit Özdağ’la kurduğu ittifaktan ayrılıyor. Saçmalığın sonucuna bakar mısınız! Diyelim ki Muharrem İnce kendi kendini manipüle edebilen bir siyasetçi, peki ankete katılan bir milyon 700 bin kişi ne? Onların anketörlerine söyleyecek bir çift sözü yok mu?

Kimi sosyal bilimciler yeni kamusal alan olarak değerlendirse de sosyal medya kamusal alan değildir. Çünkü o alanın, bir tuşla açıp kapatabilen tek bir sahibi var. O gözünden kaçırırsa hükümetinize yakalanırsınız, kablonun iki ucu da kamusal alanı kontrol etmek isteyen güçlere bağlı. Kamusallık sadece alanla da ilgili değildir, katılımcının özgür olması gerekir. Özgürlüğün ön koşulu ise eleştirel (diyalektik) bilince sahip olmaktır. Bunlara sahip olmadığınızda kimse size bu alanda ne işin var demez, fakat lagalugayla girdiğiniz sahada tarafınız bile sizi ciddiye almaz.