AKP, sosyal yardımları, yoksullara ve topluma Cumhurbaşkanı-Başbakan-devlet-hükümet ve partinin ortak bir sosyal hizmet ve etkinliği olarak, himayeci bir hizmet anlayışı temelinde İslami, muhafazakâr bir motifle tanıttı ve sundu; dahası bunun etrafında bir “ideoloji” yaratabildi.

Sosyal yardımlar ve yoksulların yurttaşlık çağrısı
Fotoğraf: DepoPhotos

Dr. Denizcan KUTLU

Türkiye’de sosyal yardım siyasetinin belirgin bir biçimde güçlendiği, kalıcılaştığı ve dahası kanıksandığı son 20 yıllık zaman dilimi, sosyal politikanın ücretli istihdam ve işgücünün sorunları olarak şekillenen geleneksel ilgi odağında belirgin kaymalara da sahne oldu.

Yoksulluk/en yoksullar şemsiyesi altında işçi sınıfının ve yedek işgücü ordusunun en alt katmanları, dönüşen sosyal politika paradigmasının hedef grubu olarak ilan edildi.

 Ancak bu, sadece, politika ve programların belirlenmesiyle ilgili basit bir hedef grubu seçimi ve değişimi olayı değil, sosyal politikalarla korunan kesimlerle paternalist ve klientalist normlara dayanan bir tarzda ilişki kurma niyetinin de bir yansımasıydı. Bunun için en uygun araç da belliydi. Kapitalizmin tarihten gelen deneyimleri, yoksul yardımlarının, yoksulluğun ve yoksulların kontrol altına alınmasının yanında bir disiplin ve terbiye aracı olduğunu ortaya koyuyordu.

Türkiye deneyimi de bu çerçevenin içine yerleşti. Yardım programları siyasal ve ideolojik yönelimlerle harmanlandı ve yoksullara bu şekilde sunuldu. İşin gerçeği; yoksullar da yapılan yardımları bu sunulma tarzıyla kabul etme eğiliminde oldu. Böylesi bir temelde, Türkiye’de yoksul yardımları, iç içe geçecek şekilde yeni liberalizmle uyumlulaştı, dinselleşti ve siyasallaştı. AKP, sosyal yardımları, yoksullara ve topluma Cumhurbaşkanı-Başbakan-devlet-hükümet ve partinin ortak bir sosyal hizmet ve etkinliği olarak, himayeci bir hizmet anlayışı temelinde İslami, muhafazakâr bir motifle tanıttı ve sundu; dahası bunun etrafında bir “ideoloji” yaratabildi. Sosyal yardımlar, yoksulların kamunun sosyal koluyla yurttaşlık temelinde ağırlıklı ilişki kurma biçimi olarak anlam kazandı. AKP, devlet ve sosyal yardımlar temelindeki ilişkisel birliktelik; himayeci karakterli ve yoksullarla karşılıklılık ilişkisi oluşturan bir klientalizm sacayağı olarak belirdi. 

Sosyal yardımların siyasallaşması

Yardım alma ve siyasal destek verme arasındaki ilişkiyi mutlaklaştıran bir karşı siyasal tutum da sosyal yardım alanları bütünüyle kaybedilmiş bir kitle olarak görüp içerisine çekildikleri bu klientalist sacayağıyla baş başa bırakarak sosyal yardımların iktidarın yeniden üretiminde oynadığı rolü dolaylı yoldan pekiştirdi. Sosyal yardımlar toplumu da derinden etkileyen bir siyasal kutuplaşmanın tam ortasında kaldı, hiçbir sosyal politika aracının başına gelmeyen bir siyasallaşma çapına erişti.

Bu siyasallaşma süreci, ilk olarak sosyal yardımların iktidardan yoksullara ve tüm topluma doğru, yararlanıcıları klientalist sacayağı içerisine itecek bir tarzda sunulmasına dayanıyordu. Bu yukarıdan aşağıya ilişki, 2000’li yıllar Türkiye’sine ait özgün parti-devlet-toplum bütünleşmesine/ayrışmasına ait bir bağlama oturdu. Bu bağlam içerisinde sosyal yardımlar, devlet faaliyeti olsa da kişide temsil olunan bir parti faaliyeti olarak anlam kazandı. Bu durum, yurttaşlık statüsü ile temelden çelişen ilişki, davranış ve düşüncelerin varlık kazanmasına kaynaklık etti.

Sosyal yardımların siyasallaşmasının ikinci boyutunda ise, toplumdan ve yoksullardan iktidara doğru, sosyal yardımların bu sunulma tarzını yeniden üretecek ilişkilerin varlık kazandığı gözlemlendi. Bu alanda, siyasal destek sunan bir seçmen davranışının ötesine geçen özgün davranış örüntüleri açığa çıktı. Sosyal yardım alanların, AKP’nin merkezî ya da yerel boyutta harekete geçirici herhangi bir müdahalesine gerek kalmaksızın kendiliğindenci bir takım davranışlar sergileyerek, sosyal yardım ve siyasal destek bağını güçlendirme eğiliminde oldukları görüldü. “Yardım alıyorsun; ama oyunu vermiyorsun”; “Madem yardım alıyorsun, oyunu da ver”; “Oyunu vermeyeceksen yardımı da alma” şeklinde, yoksullar arası; ama eşitsiz ve dikey bir siyasal dil, klientalist sacayağının özgün dilsel kurgusunu oluşturdu. Bu dilsel kurguya, “haram” vb terimlerle dinsel bir ton da dahil oldu. Böylelikle, Türkiye’de 2000’li yılların yoksulluk yönetimi, klientalist sacayağını kendiliğinden örgütleyici bir karaktere sahip oldu ve sosyal yurttaşlık kurumunu tahrip ederek yoksullar arasında kolektif hareket etme kapasitesini daralttı. 

Hak anlayışı

Bu yapıya, sosyal yardımların hak niteliğine ilişkin yetersiz ve eksikli mevzuat ve uygulama ile bu temelde oluşan ihtiyaç, mecburiyet, alışkanlık ve psikolojik bağımlılık örüntülerinin yanında yer yer verilen oyun karşılığı olarak paternalist “sosyal” devletin, yoksula bakma yükümlülüğü düşüncesine dayalı olarak varlık kazanan yurttaşlık statüsüyle görece uyumsuz sakat bir hak anlayışı da eklendi. Bu anlayış, yoksulun kim olduğunu belirlemeye ilişkin ölçüt getirme ve bu ölçütler ışığında yoksulu belirleme yetkisine sahip olan, yardım yapacak idari örgütlenmeyi kurma, yoksula yardım götürme ve yardım alan yoksulun durumunu izleme görevini üstlenen devletten yetkiye dayalı bir hak talebinde bulunmayı içermiyordu. Sosyal yurttaşlık statüsü dışı bu anlayış, devlete karşı hak ileri sürme/devletten hak talep etme niteliğinden uzak; temsil ilişkilerini yaratamamış, devletle pazarlık olanağından dışlanmış bireysel istek, beklenti, temenni ve yer yer itirazları beraberinde getirmişti. Bu ilişkiler, sosyal yardımları yargısal denetim dışında tutmak isteyen yasa koyucu için adeta biçilmiş kaftandı. Ayrıca, devletin yardım yapma yükümlülüğünü, devlete karşı hak iddia etmeyi zayıflatan, yardım yapmayı ve almayı belirsizleştiren, böylelikle sosyal yardımların hak niteliğini zayıflatan bir etkiye sahip olmuştu. Giderek, sosyal yardımların devamlılığını, iktidar ilişkilerinin devamlılığında gören eğilimler de baş göstermişti.

Klientalist sacayağının sınırları

Bu olguların yanı sıra sosyal yardımlara ait sosyolojik alan, klientalist sacayağının bu oluşum şeklinin bir “mutlak” değil, sınırları olan güçlü bir eğilim olduğunu da ortaya koydu. Sosyal yardımların siyasal bağlılık ve aidiyetleri değiştiremeyen ya da etkileyemeyen bir niteliği olduğu da görülüyordu. Bu gözlem, sosyal yardımların, tek yönlü bir siyasallaşma dinamiğinin ötesinde, farklı eğilimlere açık bir mücadele alanı karakteri taşıdığını ortaya koyuyordu.

Öte yandan, alınan sosyal yardımı klientalist sacayağının dışında, hak statüsüne taşımaya dönük giderek güçlenen bir eğilim de oluşmaktaydı. Bu eğilimin sahipleri, sosyal yardım almayı bir insan ve yurttaşlık hakkı olarak görmeye yatkın düşünceler üretiyordu. Bu eğilimleri, devlete dönük örtük bir sosyal yurttaşlık statüsünün sağlanması çağrısı olarak yorumlamak da mümkün, hatta gerekliydi. Böylelikle yoksulların, sosyal politikanın geleneksel oluşum köklerine vurgu yaparak, klientalist sacayağının örgütleyicilerinden belirgin bir yaklaşım farklılığı içerisinde oldukları da gözlemleniyordu. Bu yaklaşım farklılığı hukuksal yol arayışlarıyla buluştuğunda emsal davalar açma ve bu temelde hak yaratıcı bir sosyal hareketlenmeye dönük ihtiyaç ise kendisini gösteriyordu. Bugünün acil sorusu, sosyal yardım alan/almayan yoksulları kaybedilmiş bir kitle olarak kavramakla, onların yurttaşlık çağrılarına yanıt vermek temelinde şekillenmektedir.