Google Play Store
App Store

“Yeni” Suriye’nin kuruluşuna dair çabaların başlaması ile Türkiye-Suriye sınırını bir doktora tezine konu etmeye çalışan sevgili öğrencim İdris Altın’ın hayata veda etmesi ne yazık ki aynı günlere denk geldi. Kendisi de sınır coğrafyasının bir çocuğu olan sevgili İdris’in ‘sosyolojik sınırlar’a ilgisi sadece teorik nedenlerle değildi. On yıllardır sınırda olmanın türlü etkilerine tanıklık eden Mardin’de dünyaya gelmişti. Sınırı adeta insanın gözünün içine sokan dikenli tellere, mayınlı bölgelere ve nihayet Çin seddini andıran duvarın inşasına da tanıklık etmişti. Bu ürkütücü sınır manzarasının iki yakasında kalan köklü geleneklerin, karmaşık ve gerilimli hallerini yazmak istiyordu. Bazen ‘sinir bozucu’ bile olsa, en küçük ‘sınır bilgileri’ onu müthiş heyecanlandırıyordu. İlginçtir ki kanserle uğraştığı hayatının en sancılı günleri, aynı şekilde Suriye’nin de sancılı günleri oldu.

Bugünün dünyasında ülkeler-devletler arasında kimi yerlerde gerilimlere de yol açan sınırlar, büyük ölçüde dünyanın ‘ulus devletler’ arasındaki anlaşmalarla paylaştırıldığı zamanlarda çizilmişti. Bazı sınırların bir tür cetvelle çizilmiş hali, bu masa başı müzakerelerin sonucuydu. Ancak bu sınırlar, ilgili coğrafyaların sosyolojik manzarasına genellikle uyumlu değildi. Hatta çoğu yerde, sosyoloji adeta yok sayılarak çizilmişlerdi. Modern dünya adına ‘ulus’ denilen sosyolojik kategorilere göre kurulduğu halde, sınırlar, bu kategoriye dahil olabilecek grupların bir kısmını dışarıda bırakmıştı. Bu topluluklar o zamanlardan başlayarak ya göç yollarına düşmüş ya da arzu etmeseler de bulundukları ülkelerde ‘kaderlerine razı olmuşlardı’.

∗∗

Politikacıların konuşmalarında en çok duyduğumuz ifadelerden biri olan “toprak bütünlüğüne saygı”, işte bu ‘ulusal sınır’ kabullerine dayanır. Fakat bütün tarihsel tecrübeler göstermiştir ki ‘ülkeler-devletler’in sınırları ile ‘sosyolojik sınırlar’ arasında bir uyum yoksa kimliksel ve toplumsal gerilimler de olağandır. Zira ‘sosyolojik sınırlar’, hiçbir coğrafi sınıra sığmayacak kadar özgün ve belirleyicidirler. Çünkü yüzyıllara dayanan geçmişleri vardır. Modern insanın inşa ettiği nüfus politikaları ile bir çırpıda ‘halledilebilecek’ olgular da değildir. Bu yüzden her zaman tüm sınır çizme girişimlerinin en önemli değişkeni olmuşlardır. Şimdi de böyledir. Ulus devletleri genellikle teyakkuz halinde tutan da bu ‘sosyolojik sınırlar’ ile ‘ülke-devlet sınırları’ arasındaki mesafe ve temelde uyumsuz olan kuruluşlarıdır.

Bugünlerde yoğun biçimde ülkenin, bölgenin ve hatta dünyanın gündeminde ilk sırayı alan Türkiye-Suriye sınırının sosyolojik hali de bu sınır manzarasının bir örneğidir. Sınırın iki yanında duran Kürt ve Arap nüfus aynı sosyolojinin, parçalanmış hallerini temsil ediyorlar. Aynı dilleri konuşuyor, ortak geleneklere dayalı gündelik hayatları var. Gelgelelim farklı devletlerin vatandaşlarıdırlar.

Söz konusu sınırın içlerine girildiğinde de durum farklı değildir. Her biri geleneksel coğrafyalarında yüzyıllardır yaşayan inançsal-etnik topluluklar (Süryaniler, Aleviler, Ermeniler, Dürziler) önceden çizilmiş ‘ulusal sınırlar’da, resmi olarak genellikle görünmez kalmışlardır. Başka bir deyişle Suriye’de de ‘sosyolojik sınırlar’ ile ‘ulus devlet’in sınırları hiç bir zaman uyumlu olamamıştı. Şimdi de aynı durum devam ediyor ve hatta sosyolojik kategoriler için çok daha tedirgin edici bir siyasal manzara var. Dahası yeni rejimin referansları, bu kesimler için tedirginliği sürekli katı biçimde inşa ediyor.

∗∗

Dolayısıyla Suriye’nin geleceği söz konusu olduğunda, artık ‘toprak bütünlüğüne saygı’ gibi sosyolojik sınırları yok sayan bir örtüden çok, bu sınırların hukukunu dikkate alan yeni bir dil, söylem ve politikayı gerekiyor. Suriye’nin ‘ulusal sınırı’ içinde kalan toplulukların hukukunu güvence altına almayan ‘ulusal sınır’cı tahayyüller, Suriye’yi olsa olsa kendine yeni bir ‘tebaa’ yaratmayı arzu eden bir tür imparatorluk tahayyülüne eklemleyebilir. Bunun da belki politik dünyada bir karşılığı olabilir ama sosyolojik karşılığı yoktur. Dahası barış içinde birlikte yaşam sağlaması imkânsız olduğu için, yeni gerilimlere de davetiyedir. Şu sıralar Suriye’nin sosyolojik sınırlarından yani ötekilerinden yükselen çığlıklar da buna işarettir.