Google Play Store
App Store

İklim aktivistlerinin belirttiğine göre “Filistin’deki sıcaklıklar küresel ortalamadan daha hızlı artıyor” ve yoğunlaşan sellere, sıcak hava dalgalarına, kuraklıklara ve fırtınalara karşı halk hiçbir tedbir de alınamadığı için oldukça savunmasız.

Soykırım, ekokırımdır: Filistin ve iklim değişikliğine çözüm arayışları
Fotoğraf: Depo Photos

Yelda ERÇANDIRLI*

“Bu gezegendeki yaşamın öznesi, bu gezegendeki yaşamdan yoksun göründüğünde ne yaparsınız?” diye soruyor Naomi Klein ve ekliyor: “Yüzyıllar boyunca, egemen küresel güçler, Yeryüzü’nü bitkilerini, hayvanlarını ve beyaz olmayan halklarını dilsiz, eylemsiz, öldürmeye müsait nesneler olarak gördü.” Filistin’de 7 Ekim 2023 tarihinde başlayan soykırımın üzerinden bir yıldan fazla süre geçti. Geçtiğimiz süre boyunca İsrail oldukça sistematik bir biçimde yerleşim bölgelerini bombaladı. Bizler televizyon karşısında, sosyal medyada ortaya çıkan görüntülere dayanamıyor, umutsuzluktan deliriyorken, Filistinliler beyaz ceset torbalarının arasında hayatta kalma mücadelesi veriyor, belki de daha da kötüsü en sevdiklerini her an kaybedebilecek olmanın çaresizliğini yaşıyorlar.

Bir soykırımın eylemini neyin oluşturduğuna dair sosyolojik ya da etik açıdan uzlaşılmış bir tanım yoktur. Buna rağmen yerleşimci-sömürgeci İsrail devletinin şu anda insanlığın bildiği-tanımladığı en kötü suçu işlediği konusunda bizler hemfikiriz, ancak ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya açık bir şekilde İsrail’e silah göndererek, siyasi destek vererek emperyalizmin dilsiz, eylemsiz halklar karşısında nasıl kenetlendiğini gözler önüne seriyor. Soykırım yalnızca liberallerin “ama Hamas, ama Hizbullah, İsrail devletinin kendini savunma hakları” nakaratları ile gerçekleşmiyor, katliamın altında derin küresel politik ve ekonomik faktörler var. Bu politik-ekonomik faktörleri içinde bulunduğumuz ekolojik yıkımdan bağımsız düşünemeyiz.

SOYKIRIM İLE EKOLOJİK YIKIM ARASINDAKİ İLİŞKİ

Andreas Malm 2025’in ilk günlerinde çıkacak olan kitabında “Filistin’in yıkımı, yeryüzünün yıkımıdır” diyor. Başka bir yerde Malm, “Yıkım, siyonist projenin özüdür, ancak bu sefer, 1948 veya 1950’den farklı” olarak, Filistin’in yıkımı farklı ama ilişkili bir yıkım sürecinin ardında gerçekleşiyor: yani, gezegenin iklim sisteminin ardında.” Fosil yakıt şirketleri, fosil yakıtları çıkarırken kimseyi öldürmeyi amaçlamıyor gibi görünüyor olabilir. Bu nedenle ilk bakışta ikisi arasındaki bağlantıyı çözümlemek zorlayıcı görünse de aslında Marksist ekoloji tartışmaları uzun yıllardır, toplumsal olan ile doğal olan arasındaki diyalektik ilişkiye işaret ediyor. Çünkü Marksist ekoloji savunucuları için gerçek olan fosil yakıt çıkarımının dünyanın başka bir yerinde, rastgele, belki Amazonlar’da, belki Afrika’da belki de Bangladeş’te ama en çok Küresel Güney’de, iklim değişikliği, yüksek sıcaklıklar, seller gibi aşırı hava olayları nedeniyle insanların ölümüne neden olacağıdır. Para kazanmak için, kapitalizmin sürekliliğini sağlamak için başlayan bir eylem nasıl oluyor da eko-kırıma neden olabiliyor?

Yerleşimci-sömürgeci devletlerin kapitalist sistemin yasalarına nasıl aracılık ettiğini ve bu sistemin bizzat dürtülerini nasıl taşıdıklarını anlayabilmemiz için Karl Marx’a ihtiyacımız var. Marx’ın ifade ettiği üzere kapitalizm sürekli genişleyen ölçeklerde sermaye üretmek için emekten ve doğadan değer üretir. Üretim tarzı kavramı siyasi, kültürel ve düşünsel faktörlerden ayrılmaz toplumsal ilişkileri içerir. Bu ilişkilerin ekolojik sonucu bu ilişkilerin nasıl şekillendirildiği ile ilgilidir. Kapitalist üretim tarzı yalnızca emeğin değer üretimine odaklandığı için doğadan ürettiğinin katkısını görmezden gelir. Böyle bir sistemde doğanın metalaşması da kaçınılmazdır.

Dahası mantıksal olarak kapitalizm, endüstriyel tarım, madencilik faaliyetleri ile ekolojik yıkıma daha hassas toplumlar yaratır. Sermaye, yalnızca sömürü politikalarını değil, daha kolay sömürebilmek için çoğunlukla savaş hatta soykırımı görünmez kılar. Yerli halklar topraklarından edilir, mülksüzleştirilir, sermaye sağlayacak doğal kaynağın akışı için toplu katliamlar yapılır. Batı’nın “ama”larının altında yatan derin/katmanlaşmış toplumsal yapı budur. Bu açıdan toplumsal sorunlar çözülmeden iklim sorununa kalıcı bir çözüm bulunamayacağı bir gerçekliği ifade ediyor. Bu basit bir önerme değil, bu önermenin altında soykırıma neden olan toplumsal güçlerle ekolojik yıkıma neden olan toplumsal güçlerin aynı olması daha da önemlisi yapısal olarak kapitalizm ve onun zorunlu kıldığı emperyalist-hegemonik mücadeleler var.

NEDEN SOYKIRIM İLE EKO-KIRIM EŞİTTİR?

Filistin’deki durum niteliksel olarak biraz daha farklı görünebilse de geçtiğimiz yıllar artık soykırım ile eko-kırımın birbirinden ayrı kavramlar olarak görülmemesi gerektiğini vurgulamamıza neden oluyor. Ekim 2023’ten çok önce Gazze’nin 17 yıllık ablukası ve askeri operasyonların etkileri, patlayıcı mühimmatlıların yoğun kullanımı sonucunda bölgeye kök salan kimyasal kalıntılar, enkaz ve moloz yığınları, ağaçların canlı çeşitliliğinin yok olmasına neden oldu. Ekim 2023’ten sonra yetkililere göre bölgeye 80.000’den fazla patlayıcı atıldı, tarım arazilerinin dörtte üçü zarar gördü. Halihazırda su sıkıntısının yaşandığı bölgede çeşitli kimyasalların kullanılması sonucu kirletilerek Gazzeliler güvenli olmayan suya mahkûm edildi. En basit neoliberal önlemleri bile alamayan Gazze halkı su arıtma tesislerinden, yağmur suyu toplama sistemlerinden ve tehlikeli atık yönetim sistemlerinden de mahrum kalmaktadır. İsrail, Gazze’nin enerjisinin %90’ından fazlasını kontrol etmeye, dayanışma ağlarını, yiyecek ve suları kesmeye devam ediyor.

Ekim’den sonraki saldırılarda Filistin özgürlük mücadelesinin önemli sembolü haline gelen limon ve zeytin ağaçları çok ciddi hasarlar gördü. İsrail tarafından kullanılan beyaz fosforun ve toksik maddelerin çeşitli solunum hastalıkları, kansere yol açtığı biliniyor. Dahası iklim aktivistlerinin belirttiğine göre “Filistin’deki sıcaklıklar küresel ortalamadan daha hızlı artıyor” ve yoğunlaşan sellere, sıcak hava dalgalarına kuraklıklara ve fırtınalara karşı halk hiçbir tedbir alamadığı için oldukça savunmasız. Kısaca eko-kırım olarak adlandırılan bu durum insani krizi daha da kötüleştiriyor, iklim değişikliğine ek olarak bölge insanları için çevresel tehditleri daha da dramatik hale getiriyor.

COP29’UN ARDINDAN FİLİSTİN

Uluslararası kuruluşlardan bazıları çevre suçlarını belgelemeye ve kınamaya devam ederken geçtiğimiz günlerde, 11-22 Kasım 2024 tarihleri arasında da Azerbaycan’ın Bakü kentinde toplanan Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Konferansı’nda (COP29) da içinde bulunduğumuz ekolojik yıkım kadar en az gündeme gelen sorunlardan biriydi Filistin’deki soykırım. Oysa, yukarıda anlattığım nedenlerden ötürü, küresel ısınma ve sera gazı salınım oranlarını azaltma amacıyla BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne taraf ülkeler, fosil yakıt lobicileri, iklim aktivistleri, insan hakları örgütleri Filistin Soykırımı konusunda en çok söz söylemesi gerekenlerdi.

Konferans sırasında Filistin Çevre örgütlerinden Ahmed Abu Thaher’in sözlerini hatırlamakta fayda var. “COP toplantıları çevreyi korumak için çok istekli, ama kimin için? Eğer oradaki insanları öldürüyorsanız, çevreyi korumak ve iklim değişikliğinin etkilerini en aza indirme konusunda kimin için isteklisiniz?” Dahası fosil yakıtlar hem iklim krizinin hem de soykırımı daha da alevlendiren bir şeyse bu durumda ne yapmalı? Elbette bu soruya yanıt vermek oldukça zor. Şu anda Oil Change International tarafından bizlere aktarılan şey, COP29’da ev sahibi Azerbaycan’ın Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in fosil yakıt savunuculuğu yaptığı konferanstan hemen önce 21 Ekim 2023 ile 12 Temmuz 2024 arasında İsrail’e tedarik edilen ham petrolün %28’inin Azerbaycan tarafından, petrolün Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı aracılığı ile İsrail’e akmasının sağlandığı belirtildi.

İkinci İntifada sonrasında Filistin ile küresel dayanışmanın yükselişe geçmesi bir gerçeği yansıtıyor. Özellikle geçtiğimiz bir yıl içerisinde dünyanın dört bir yanında İsrail’e karşı boykot çağrıları, Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail’e açtığı dava ve ardından Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu hakkında tutuklama emri elbette müthiş ilgi uyandıran gelişmeler oldu. Ancak Gazze’deki savaş tam anlamıyla bir “yakıp-yıkma” politikasıdır. İlk etapta devletlerin Filistin ile gerçekten dayanışması için İsrail ile ticaret yapmaması, İsrail’e fosil yakıt satmaması ve devletlerin koruması altında olan şirketlerin yasadışı işgal altındaki Filistin topraklarından fosil yakıt çıkarmaya son vermesi kısacası fosil yakıt ambargosu uygulaması gerekmektedir.

İnsan yaşamının biyosfere daha özelde belirli iklimsel koşullara bağımlılığı göz önüne alındığında kapitalist sınıfların, sömürü düzeninin insan yaşamı için büyük tehdit oluşturduğu ve bu nedenle soykırımın/eko-kırımın birinci sorumluları olduğu kabul edilmelidir. Gidişat önemli ölçüde değişmedikçe, güç odakları rotayı değiştirmedikçe, fosil yakıt ekonomisinden, sömürgecilikten kısaca kapitalist sermaye birikimin zorunlu kıldığı tüm ilkelerden kapitalizmin kendisinden vazgeçilmedikçe tüm insanlık için ama daha çok ekolojik yıkıma daha hassas toplumlar -Küresel Güney’deki insanlar ve canlılar- için büyük bir facianın eşiğindeyiz. Silahlanma yarışı ve savaşlar yerine daha umut vadeden bir alternatife geçilebilir mi sorusu karşısında oldukça karamsar olsak da Filistin’de soykırıma/eko-kırıma neden olanları eylemlerinden, destekleyenleri ve sessiz kalanları tüm bu felaketten sorumlu tutmak, daha yüksek sesle konuşmak daha fazla ekolojik ve insani felaketi önlemek için hayati öneme sahip.

* Doç. Dr. Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi; Doktora sonrası araştırmacı, Leeds Üniversitesi