Google Play Store
App Store

…ama gel gör ki çoktan unuttum şaşıp kalmayı.

Şaşkınlık, alabildiğine yuvarlak açık ve alabildiğine genç gözleriyle bırakıp gitti beni.

Yazık...

Nâzım Hikmet Ran

Yine erkek şiddetini protesto ediyoruz, erkek şiddetini konuşuyoruz. Son zamanlardaki infiale sebep olan olayların benzerleri bu topraklarda arada sırada değil, sürekli olarak gerçekleşmekte. Türkiye 1,5 ay sekiz yaşındaki bir çocuğun nasıl öldürüldüğünü konuştu, hala konuşmakta. Nüfusu 100 kişi bile olmayan bir köyde öldürülen Narin’in katil/katilleri hala bulunamadı. Ekim ayı henüz bitmedi ama bu ay erkeklerin öldürdüğü kadınların sayısını bilmiyoruz. Savaş rakamları ile karşı karşıyayız. Şiddetin dozu o kadar yüksek, başvurulan yöntemler o kadar fecaat ki. Öte yandan, en korktuğumuz durum hâkim olmaya başladı: Şiddet görünmezleşiyor, normalleştiriliyor. “Böyle bir haberin sonrasında Ortalığın yıkılması lazım!!” Kaç kez kurduk bu cümleyi? Ama yıkılmıyor. Bir de, konuyu ele almak adı altında zemin kaydırmalar baş gösterdi. Patriyarka değil, madde bağımlılığı, ayin, vs. Ve tabii idam ve hadım tartışmaları yapanlar da var. Her zaman o köşelerinden çıkıp aynı sözleri söylerler. Türkiye’de kadınlarla ilgili her türden hukuki mevzuatın adeta askıya alındığını, infaz yasası ile kuşa döndürülen cezaları, yaptırımsızlığı ise görmek istemezler. Her erkek şiddeti ertesi devlet erkânından gelen sözler ise hep aynı.

Parti genel başkanlığı titrine Cumhurbaşkanı yetkisini de ekleyen Erdoğan:

“En ağır ceza için sürecin takipçisiyim.”

“Konunun sonuna kadar takipçisiyiz.”

“Sürecin bizzat takipçisi olacağım.”

“Cinayet üzerinden siyaset yapıyorlar.”

“En ağır cezayı almaları için mücadele edeceğiz.”

“İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmemizin kadına şiddetle mücadeleye bir etkisi olmadı.”

“Kadın hakları konusunda bize ders verecek hiçbir muhalefet partisi yoktur. Kadının statüsünün güçlendirilmesinde elimize su dökecek kimse de yoktur.” Görüldüğü üzere, iletişim danışmanları pek yaratıcı değil.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Göktaş: “Kadın cinayetlerinin kökünü kazıyacağız.” Bu açıklama yeri göğü inletti!

Kökü sizsiniz zaten. Ayrıca ‘kadına şiddet’ ne? Öznesi yok mu? Kimden geliyor bu şiddet? Ne tuhaf ki, kimi ‘kadın hakları savunucularının’ kurduğu dil de böyle. Söylemekten imtina etmeyin; faili erkek, faili patriyarka.

AKP adaletinin bakanı Tunç: “Kadına şiddet bizim kırmızı çizgimizdir.”

Çok sert açıklamalar bunlar! Ha ama kırmızıda anlaşıyoruz, çünkü ortalık kan kırmızısı.

Muhalefetin kullandığı kalıplar da var. Mesela: "Böyle bir şey kabul edilemez!" Bir de, “Bıçak kemiğe dayandı!” da var, o da çok etkili olmakta.

Laf, laf, laf! Sonsuz bir laf çöplüğü. Erkek şiddeti erkeklerden kaynaklanıyor, erkekliğin bugün geldiği noktada şekilleniyor, iktidar partisi buna karşı herhangi bir önlem almıyor, cezasızlık politikasından vazgeçmiyor ve patriyarkanın sırtını sıvazlamaya devam ediyor. Döne döne aynı yere geliyoruz. Sürekli aynı şeyi yapıp farklı bir sonuç beklemek ise ahmakça. Hatırlarsınız, 2021’de İstanbul Ataşehir’de gündüz Başak Cengiz isimli genç bir kadını samuray kılıcı ile öldüren katil Can Göktuğ Boz, yakalandığında “Maktulü tanımıyorum. Kadın öldürmek daha kolay olduğu için kadın öldürmeyi tercih ettim” demişti. Şiddetle mücadelede sıfır tolerans diyen AKP Türkiye’sinde “kadın öldürmek en kolay” iş! H.K.G davasının duruşmasından evvel, HKG’nin yanında olan kadınlara adliye önünde azgın azınlık diye bağıranlar kimlerden cesaret aldı? Siz hiç aynaya bakıyor musunuz? “Toplumdaki cezasızlık algısını kıracağız.” diyor partili Cumhurbaşkanı. Algı mı? Bu bizim yaşadığımız bir durum, bir olgu. Mevcut olan bir olgu için algı yaratmaya çalışıyorlar demek ise muktedirin çaresizliğinin göstergesidir. Oysa biz çaresiz değiliz. Ve çare, ülkeyi yönetenler değil, onu da iyi bilenleriz.

Var mı başka yolu?

Demokrasi standartlarından kopalı çok oldu. Sosyal medyadaki tepkiler ise genelde yüksek. Toplumda yükselen tepki ile girmesi giren rotaya giren soruşturmalar var ise, mahkemeler neden var o zaman? Hukuktan bahsediyoruz genelde ancak erkek şiddeti ile sadece hukuk alanında kalarak mücadele edemeyiz. Bunun ötesinde ideolojik mücadele araçlarına ihtiyacımız var. Hukukun uygulanması erkek şiddetinin engellenmesinde elbette önemli ve bu da sokakta talep edildi, edilmeli.

Sosyal medyaya değinmişken altını çizmek lazım gelir ki, aşırı-politik görünen bir apolitizm ile karşı karşıyayız. O sosyal medya platformunda, o etikete birkaç cümle yazmakla rahatlama söz konusu. Ne var ki, bu oldukça tehlikeli bir durum. Eylemsel bir apolitizm ile nereye kadar? Elini taşın altına koymak istemeyen, konforundan vazgeçmeyenler ile nasıl olacak?

Geçen hafta üniversiteli ve liseli kadınlar şiddete karşı ayaktaydı: "Yaşamak istiyoruz, adalet istiyoruz" dediler. Benim umudum onlarda, sokağa çıkan herkeste. Biz sokağa taşan öfkemizden başka şeye güvenmiyoruz. Aklımızdan çıkmasın, biz bu zamana kadar çok önemli şeyleri gerçekleştirdik, toplumda erkek şiddetine dair bir farkındalık yaratan, feministlerdir. Olduğumuz her alanda eşitlik ve adalet için örgütlenelim, bu karanlığı birliğimizle, mücadelemizle yıkalım. Var mı başka yolu?