Bundan tam 56 gün önce Suruç’ta bir bomba patladı. Bu bir intihar saldırısıydı. Saldırıda 33 kişi öldü. Hedef, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’nun “Kobane’yi birlikte inşa edelim!” kampanyası için bir araya gelmiş gençlerdi. Bu gençler, Kobane’ye giderek kentin yeniden inşa edilmesine yardımcı olmayı hedefliyordu. Okul ve hastane enkazlarını kaldırmayı, bir binayı kreşe, bahçesini çocuk parkına dönüştürmeyi ve bir orman oluşturmak için fidan dikmeyi planlıyorlardı.

Bu saldırıdan önce Türkiye başka bir ülkeydi. Seçimlerin üzerinden birkaç hafta geçmişti, ülke üzerindeki ‘ölü toprağı’nı atmıştı, çatışmasızlık devam ediyordu, iktidara yakın kesimlerde belli bir hakikatle yüzleşme ve hatta özeleştiri eğilimi, muhalif kesimlerde ise belirgin bir umut ve heyecan vardı. Bugüne göre çok daha sağlıklı bir durumdaydık. Ölümlerden, kandan, etnik çatışma ihtimalinden değil, başka şeylerden bahsediyorduk.

İlk kim kullandı bilmiyorum, ilk olarak 90’larda, televizyonda söylendiğini tahmin ediyorum, “Sözün bittiği yer” diye bir kalıp var Türkçede. İşler ne zaman çığrından çıksa ya da ne zaman milyonlarca insanı üzen bir olay meydana gelse “Sözün bittiği yerdeyiz” denir. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir acıyı, öfkeyi anlatan bu ifade, kendisinin bir söz olması gerçeğiyle beraber, çoğu zaman iki önemli soruyu da örtmeye yarıyor: Sözün bitmesi tam olarak ne demek ve sözün bitmesi kimin işine gelir?

Özellikle 2010 referandumundan itibaren, birbiriyle konuşamayan, konuşmayan bloklar haline gelmek sözün bitmesi değil midir? İnterneti, sosyal medyayı yavaşlatmak ya da sansürlemek sözü bitirmek değil midir? Gazete binasını taşlamak, dergi basmak, yayımlanmamış kitabın kopyalarına el koymak sözü bitirmeye çalışmak değil mi? Kanaat önderlerini korkutmak, politikacılara şantaj yapmak, beğenmediğini hapse tıkmak sözü bitirmek için değil mi? Televizyon dizilerinin senaryolarına, haber kanallarının altyazılarına karışmak nedir? Dokuz gazete aynı başlıkla çıkınca biten söz olmuyor mu?
Tribünlerden gidişata itiraz geldi diye Passolig adında bir tuhaf uygulamayla taraftara nizam vermek ne peki? Sokağa çıkma yasağı ne? Neredeyse sadece Suudi kralı ölünce ulusal yas ilan etmek? Mizah dergilerini kriminalize etmek? Tiyatrocuları işten attırmak, konserleri iptal ettirmek ‘söz’ü bitirmek için değil mi hep?

Suruç Katliamı’ndan sonra da sayısız kez söylendi bu cümle, ama bakın 56 günde unutur gibi olduk orada olanları. Türkiye’nin batısının Kürtlerle gerçek anlamda tanışma, dayanışma ve barışması ihtimali belirdi diye yaşandı bu saldırı. Ve sonrası da bu yüzden bir cehenneme döndü.

Peki, düşünelim, Türkiye tam anlamıyla bir ‘sözün bittiği yer’ olsa bu en çok kimin işine gelir?

Kimin söyleyecek sözü kalmadı?

Kim hakiki sözlerden korkar halde?

Kim 13 yıldır hiçbir siyasi rakibiyle televizyonda canlı tartışmayı kabul etmeyen?

Suruç’ta nefesimiz kesilmiş olabilir, yanmış olabiliriz, aklımızı yitirecek kadar üzüldüğümüz de doğru, ama onlara ve sonrasında gelişen olaylarda hayatını kaybeden tüm insanlara en az şu ikisini borçluyuz: Şu anda olanları doğru anlamayı ve sözün bitmesine asla izin vermemeyi.