Google Play Store
App Store
Spor ve medya

Azamet YAZICI - Spor Eğitmeni

Çocukluğumda evimize iki gazete düzenli alınırdı; Cumhuriyet ve Günaydın. Cumhuriyet’i bizlere babam sevdirmiş yaşım ilerledikçe de iyi bir okuru olmuştum. Yıllar içerisinde Demokrat, şimdi de BirGün Gazetesi okuru oldum. Cumhuriyet gazetesinde kendimi buldum, bugün de BirGün Gazetesinde olduğu gibi…

Gazeteler, ülkemizi ve dünyayı tanımamıza, olaylara doğru güvenilir açıdan bakmamıza neden olur (eğer yandaş bir gazete ve gazetecilik anlayışında değilse). İzmir 68’liler Birliği Başkanı Gazeteci Spor yazarı sayın Okan Yüksel gazeteciyi tanımlarken, “Bir kafa tutan gazeteci, bir de palto tutan gazeteci var” der… Bu anlamda okuyucuyu doyuran gazeteler ve yazarlar olduğu gibi, sistemin çarpıklıklarını,  yozlaşmışlıklarını görmezden gelen, tarafgirlik eden ya da yazarlıkla şovmenliği karıştıran, palto tutan yazarlar da var.  Bu palto tutanları, şovmenleri yazılı basında da, görsel basınında da görebiliriz. Bu değerlendirmeleri kendi alanım olan spor medyası için, genel anlamda dile getiriyorum. Elbette sportif anlamdaki bu yozlaşmışlık genel sistemin dokusundan kaynaklanıyor.

Seyir oranı en fazla olan spor disiplini futbolsa, bu alanda konuşan, program yapan şovmenlerin sayısı hiç de az değil. O programları izleyen taraftarların büyük çoğunluğunun maça giderken gergin olmamaları da mümkün değil. Programlar zaten başlı başına gerginlik ve sinir harbi içinde geçiyor. Saygı düzeyinin en altlara indiği programlar, tribünlere giden seyircinin ruhsal hallerinde etkili. Fanatikliğin en düzeysiz halini bu programlarda görebiliriz.

Aslında spor programları ve gazetelerin spor sayfaları spor yazarlarının olmalı. Geceden futbol jübilesini yapanların, sabahına görsel ve yazılı basında yeri olmamalı… Bu konuda 1980’li yılların ikinci yarısında “spor sayfaları spor yazarlarının olmalıdır“ sloganıyla bir çalışma yapılmış, mesleğe ve meslek onuruna sahip çıkma adına… Hatta dönemin İzmir TSYD Başkanı gazeteci sayın Gürkan Ertaç derneğin faaliyet raporunda, “Düşmana ilk kurşunu sıkan gazeteci Hasan Tahsin‘in memleketi İzmir’de futbolcu eskisi spor yazarlarına 450 imzalı bir şamar indirilmiştir, İzmir bu mücadelede de bayrağı taşımıştır” diyerek yapılan çalışmayı onaylıyor ve dillendiriyordu.

Yine o yıllarda TSYD Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi gazeteci sayın Öcal Uluç İzmir’deki bu girişime ”Sağ olun genç spor yazarı kardeşlerim, mesleğe sahip çıkmanın, mesleğin yozlaşmasına karşı hem de gür sesle karşı koymanın çok anlamlı ve çok önemli bir örneğini verdiniz” diyordu.

İşte bu onurlu, yürekli gazeteciler mesleklerine sahip çıkmaya çalışıyorlardı. Acaba bugünlerde gerek yazılı gerekse görsel basında gördüğümüz bu fanatik ve şovmenler ile spordaki yozlaşmanın nedeni, o dönemde spor sayfaları spor yazarlarının olmalı çalışmasının istenilen karşılığı almaması mı? Ya da yeterince sahip çıkılacak bir direnci oluşturamamak mı, ya da örgütlenmeyi sağlayamamak mı? Kim bilir, ta o dönemden spor sayfaları liyakatli kişilerin elinde olsaydı bugün farklı yazılar ve programlar okur ve izlerdik.! Maçın sonucu için “bıyığımı, saçımı keserim, etek giyerim, sakalımı keserim, gider bir meydanda anırırım“ gibi düzeysiz ve ortamı geren açıklamaları yapanların; spor kültüründen, sporun özünden bihaber oldukları çok belirgin değil mi! Programları izledikçe, yazılanları okudukça bu insanların ne bir spor kültürü, ne de olimpizm felsefesi anlayışına sahip olduklarına inanmıyorum.

İşte bu insanların tribündeki taraftarları, yazdıkları yazılarla yaptıkları programlarla olumsuz etkilediklerini düşünüyorum. Maça mı yoksa savaşa mı gidiliyor! Derbi olarak ifade edilen maçlara gidilirken taraftarlar kışkırtılmış olarak gitmiyorlar mı? O ruh haliyle maçı izlemiyorlar mı? Hele bir de kişisel zaaflar da varsa nasıl bir fotoğraf olur o tribünlerde! Yani şovmen, değil, spor yazarı olanların o sayfalarda o programlarda yerleri olmalı, topluma daha düzeyli mesaj verebilmek için.

Usta gazeteci şair sayın Okan Yüksel, “Spor yazarlığı ağır işçiliktir” derken mesleğin, yazarlığın, programcılığın ciddiyetini ortaya koyuyor aslında.

Yüksel, olması gereken bu durumu, ”Sporda erdemlilik ve Kassandra geçidi” kitabında Spor Yazarları Derneği’nin durumunu da şöyle ifade ediyor: “Spor Yazarları Derneği eski futbolcuları, hakemleri, kulüp yöneticilerini, antrenörleri koruma ve kollama derneği değildir, artık kendi haklarımıza, kendi mesleğimize, ciddiyetle ve hassasiyetle sahip çıkma zamanıdır…”

Birbirine saygıyı, estetiği, zarafeti sadece yarışma alanlarında değil, yazıda da, programlarda da o güzelliği yakalamalı; seyircisinden yöneticisine, hakeminden sporcusuna kadar, sporda kalite, estetik zarafeti düzeyini çağa yakışır şekilde yakalamak spor sayfalarından, görsel medyada verilen mesajlardan başlar. Ancak hepimiz biliyoruz ki bu güzellikten uzağız, elinize aldığınız gazetelerin büyük çoğunluğunda spora ait yazılardan çok iddia ve bahis oyunları mevcut. Dolayısıyla bu gazetelerin, düzeyli bir spor kültürü oluşturma dertleri var mı? Ama ben yine de olması gerekeni savunuyorum.

Her şey hayal etmekle başlıyorsa ben de hayalim olanı söylüyorum. O güzelliği, o dili, insana saygıyı, sporun her alanında da kurmalıyız ve kuracağız. Spor sadece yarışma, rekor kırma değil, aynı zamanda en önemli işlevi eğitimle olan ilişkisi. Spor sayfaları da, televizyon programları da bu eğitimin parçası ve bu alan eğitim almış, liyakatli insanların olmalı. Hayalimiz bu; yazıda da o güzelliği, programda da o zarafeti, mutlaka kurmak gerekiyor. Barış ve sevgi ortamında spor yapabilmek için… İnsana saygının gereği bu olmalı.