28 Nisan günü Özcan Alper’in ‘Karanlık Gece’ adlı filmi vizyona girecek. Filmin pandemiye, depremlere ve seçimlere denk gelmesi, bir açıdan talihsizlik gibi görünse de, içinden geçtiğimiz bu karanlık sürecin temel dinamiklerini yansıtıyor olması da oldukça anlamlı. Karanlık bir geceden geçiyoruz çünkü. Belki 15 Mayıs’ta bu karanlık geceyi dağıtacak ilk ışık huzmeleri görünmeye başlayacak, kim bilir... 

Film, linç, vicdan ve yüzleşme gibi temaları işliyor birbiriyle ilişkiye sokarak. Genç bir orman mühendisinin Anadolu’da bir orman köyüne tayininin çıkmasıyla o köydeki insanlarla yaşadığı çatışmaların bir sonucu olarak linç edilerek öldürülmesinin ardından, lince katılanlardan birinin kendi vicdanına yenik düşerek yaşananlarla yüzleşmesinin sonuçlarını ele alıyor ‘Karanlık Gece’.

Filmin detayına girerek bir sinema yazısı yazma niyetinde değilim. Linç hadisesinde karşımıza çıkan psikanalitik bir kavramı, ‘kötü nesne’yi ele almak istedim. Filmdeki genç mühendis, hayatı her yönüyle olumlayan, bazen kederli olsa da neşeli biri olarak karşımıza çıkar. Dünya görüşü, doğayla ilişkisi, kadın-erkek ilişkilerini ele alışı vs farklı olduğu için köydeki diğer gençlerin ona hasetle yaklaşmasına neden olur. Bu haset duygusunu sezip kullanmak isteyen birilerinin kışkırtması sonucunda, sanki yaşadıkları bütün talihsizliklerin ve yetersizliklerinin nedeni oymuşçasına bir yok etme histerisine kapılır kalabalık. 

SAF İYİ VE SAF KÖTÜ

Melanie Klein, ‘Haset ve Şükran’ adlı kitabında, "Mutlu deneyimlerin yanında kaçınılmaz üzüntü ve gücenmeler de vardır çocuğun yaşamında; bunlar, sevgiyle nefret arasındaki, daha temelde de yaşam ve ölüm içgüdüleri arasındaki doğuştan gelen çatışmayı körükler, bir iyi bir de kötü meme olduğu duygusuna yol açar." diye yazmıştı. Klein’a göre meme bebek için sadece fiziksel bir nesne değil, aynı zamanda ben çekirdeğini oluşturan ve anneyle kurulan psikolojik bağın önemli bir aracıdır. Yaşanan deneyimin iyi ya da kötü olarak algılanması bebeğin ihtiyaçları ve dürtüleri tarafından belirlenir. Yaşanan deneyim iyi ise içe alınır. Örneğin huzurlu ve kesintisiz beslenme deneyimi sık tekrarlanırsa iyi meme içe yansıtılır, ama ona doyum veren bu nesne ondan uzaklaşırsa bu da kötü bir deneyime, meme de kötü bir memeye dönüşür. Eğer bir noktada bebek iyi ve kötü deneyimlerin aynı memeden kaynaklandığını algılamazsa, ‘ben’ oluşurken iyi ve kötü nesneler birleşmemiş kalır. Bunun anlamı, nefretin sevgiyle yumuşatılamaması ve nesnenin bölünmesinden kaynaklı olarak benliğin zayıflaması, haset ve nefretle yıkıcı itkilerin ilk fırsatta harekete geçecek olmasıdır. Aşırı idealleştirme ile zulmedilme kaygısı bir arada olur. Dini, ideolojiyi, lideri vs aşırı idealleştirme ile hasetin ve nefretin yoğun yaşanması, iyi ve kötü nesnelerin birleşmemesiyle ilişkilidir. Saf iyi ve saf kötü... 

Belki uzun ve gereksiz teorik ayrıntılara girmiş oldum bu yazıda, ama sosyal medya ve gündelik hayatta linç hadiseleri öyle çok hayatımıza girmiş durumda ki, bu filmi izleyince ‘kötü nesne’ üzerinde durmanın, en azından kendi içimize bakıp izlerini arayıp bulmanın faydalı olacağını düşündüm. Filmde elbette meselenin nedeni olarak ‘meme’ ya da ‘kötü nesne’ işaret edilmiyor, meselenin sosyal ve siyasal nedenleri masaya yatırılıyor. Siyasal bir olaya psikolojik bir indirgemecilikle yaklaşmak doğru değil. Ama bu ‘kötü nesne’ durumu, hayatımıza ve düşünce dünyamıza dayatılan ‘ikilik’lerle, çocuk yetiştirmeden eğitim sistemimize öyle ince ince işleniyor ki, otoriteryen kişilik dediğimiz şey, sadece toplumları değil, insanları da kendi içlerinde bölerek yok oluşun eşiğine getiriyor. 

YÜZLEŞME CESARETİ

Filmin verdiği mesajlardan biri, bu iyi ve kötü nesnelerin, tıpkı filmin kahramanı İshak’ın yaşadığı gibi, yüzleşme cesaretiyle birleşebileceği... Bunun için önce bir yas süreci yaşıyor annesinin ölümüyle, bu yas süreci hayatını sorguladığı sürecin zeminini oluşturuyor. Melanie Klein’ın yazdığı gibi, depresif bir konuma giriyor, benliğinin bütünleşme sürecinde, ki bu da suçluluk acısını ortaya çıkarıyor: "[D]epresif konum ortaya çıktığında, daha bütünleşmiş ve güçlenmiş benin suçluluk acısını taşıma ve buna uygun savunmalar geliştirme -esas olarak, onarım yapma- yetisi de daha büyük olacaktır." İshak da bastırma ya da inkâr yerine, onarım yapmayı tercih ediyor, türlü tehlikeleri göze alarak. Bunun için de filmde sık sık karşımıza çıkan, İshak’ın Ali’nin cesedini aramak için devasa obrukların içine girmesi, psikanalitik açıdan oldukça anlamlı. Başka yazılarda, filmin diğer temalarına da değinmek iyi olacak.