Google Play Store
App Store

Hamuru iyilikle yoğurulmuş olanlar gördükleri zulme tepkilerini de iyiliği öne çıkararak veriyor. Cezaevi ve işkencenin insana etkileri üzerine gözlemim bu. Bilimsel geçerliliği olup olmadığını Selçuk (Candansayar) söylesin, çünkü galiba psikolojinin alanına giren bir şey. Hamuru kötülükle yoğrulmuş olanlar, maruz kaldıkları kötülüğe daha fazla kötülük, daha fazla kin ve nefretle tepki veriyorlar.

Haksızlık ve şiddet mağduru günün birinde güç sahibi olduğunda bu daha net görülüyor. Aklıma ilk gelenler Gandi, Mandela ve dünyanın en yoksul başkanı Pepe. Kendilerine çektirilen onca acıya karşın bir intikamcı olmadılar.

Bunları yazmama neden olan Demirtaş’ın “Sürecin Muhasebesi” ve aldığı tepkiler. Sosyal medya bataklığında söylenenleri düşünebiliyorum, en hafif eleştiri “naif” olmuştur.

Beni “naif” bulan da çoktur, ama ben onu “kötülük düşünmeyen, iyi niyetli, dürüst biri” anlamında anlar, üzerime alırım. “Kolay kandırılabilen, deneyimsiz biri” anlamındaki naifliği ise Demirtaş’a kondurmam.

Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”nun Öcalan’la görüşüp görüşmemesi tartışması, oradakilere “PKK sevdalısı” sataşması saçma. Silahlar sussun, kan dökülmesin, bu ülkenin çocukları ölmesin, anaları ağlamasın derken samimiyseniz, buna kapı aralayacak hiçbir şeye karşı çıkmazsınız.

Artık kan ve gözyaşı olmasın diyorsak, bunun için Öcalan bir şans, şimdiki söylemiyle Bahçeli de!

Hiçbir iyi insan kanın durmasına yönelmiş bir sürece karşı olmaz. Ancak, her iyi insan, eğer kolay kandırılabilen anlamında “naif” değilse, böylesi bir sürecin belirsizliğine, farklı niyetlere ve amaçlara örtü yapılmasına, gerçek barış ve kardeşliğin zemini olacak bir demokratikleşmenin aleyhine yürütülmesine karşı çıkar!

Demirtaş’ın “süreç muhasebesi” bu nedenle kıymetli.

Çatışmalar, çatışan tarafların bir anda gelen vahiyle çatışmaktan vazgeçtikleri için sona ermez, genellikle çatışan tarafların çatışmayı artık sürdüremeyeceklerini görmeleriyle çözüm sürecine girerler.

Ancak, iç ya da dış nedenlerle çatışmayı sürdüremeyecek noktaya gelmek, çatışmasızlığın garantisi değildir. Çatışan taraflar katılaşmış, çatışma sürecinde yaşanan travmalarla da “ötekine karşı” kimlikleri perçinlenmiştir. Bırakın bu kimliklerin birbirini “öteki görmeyen bir üst kimlik”te birleşmesini, konuşmaları bile zordur. Bunun için “kolaylaştırıcılar”, bunu mümkün kılan “aracılar” gerekir. Hep olmuştur.

Çatışmasızlıktan çok daha fazlası olan barış, ancak çatışan tarafların geçmiş travmalarını aşmalarını sağlayacak kadar parlak ve müreffeh bir ortak gelecekte, gönüllü olarak bir ortak kimlikte anlaşmalarıyla mümkündür.

Demirtaş’ın süreç muhasebesi, bu “mümkün”e giden yola ve o yoldaki mayınlara işaret ediyor: “sürecin kilit kavramı ‘silah’ değil ‘kardeşlik’tir.Kardeşliğin … yasaları önce yüreklerde yapılmalı ki …. yasalar yapılırken yeni kırılmalar, ayrışmalar olmasın. … muhalefete yönelik ve özellikle CHP’yi hedefe koyan operasyonlarla ayrışma iyice derinleştirildi. Kürt-Türk kardeşliği pekiştirilmeden, üstüne Türk-Türk ayrışması eklendi.

Bir de; Kayseri’de, Trabzon’da, Diyarbakır’da maçlar yapma, izlemeye gelenleri evlerde konuk etme önerisi var. Bunu “naif” bulanlara da, adını Mandela’ya cezaevi günlerinde ilham ve direnme gücü veren Invictus (Yenilmez) şiirinden alan filmi önereyim.

Kendi kaderimin efendisi benim, / Kendi ruhumun kaptanı benim.” diye biten şiir, Clint Eastwood’un yönettiği 2009 yapımı Yenilmez filmine de adını vermişti. Biliyorum, naif bir öneri ama eğer bulup izleyebilirseniz, belki o film bir maçın çatışanları nasıl kucaklaştırabildiğini anlamaya yardımcı olabilir.