Google Play Store
App Store

1945-46’da Fransa’dan bağımsızlığını kazanan, 1961’de Birleşik Arap Cumhuriyeti’nden ayrılan, 1963’te Baas tarafından yönetilmeye başlanan ve 37 günlük bir süre hariç 1971’den beri de baba ve oğul Esad’ların yönettiği Suriye’de rejim, 12 yıllık bir iç savaşın ardından, hemen herkesin şaşkınlıkla karşıladığı bir hızla 11 günde çöktü.

Şimdi, bundan sonra ne olacağı, cihatçı grupların belirleyici olduğu bu rejim değişikliğinin nasıl bir Suriye yaratacağı ve sınırımızda bir Afganistan doğup doğmayacağı soruluyor.

Emperyalizmin ve dış güçlerin birbirinden çok farklı vekillerinin etkin olduğu süreçten Suriye halklarının ve bölgenin yararına bir sonuç beklemek saflık olur.

Bu aşamada, “vekil”lere dayanarak bir ülkenin içinde iş tutmanın sonucunu İran, dış güçlere dayanan iktidarın sonucunu da Esad belki anlamıştır. Onlar için geç, kısa vadede kazanmış görünenler de geç olmadan ders alacak gibi görünmüyor.

Kuşkusuz Suriye’de yaşananlardan çıkarılacak pek çok ders var, ancak başlıkta “bir” dememin nedeni kendimce önemsediğim “ders”e işaret etmek.

Nasıl oldu da bir zamanların “güçlü” lideri-devleti-ordusu hiçbir direniş gösteremeden 11 günde düştü? Kuşkusuz bu 11 günün öncesindeki 12 yıllık iç savaş, dış güçlerin müdahalesi, o güçlerdeki konjonktürel değişim de önemli, ancak hiçbiri ya da hepsi birden bir rejimin 11 günde çöküşüne “şaşırmaya” engel değil.

İster Orta Doğu’ya ister dünyanın farklı noktalarına bakın, ciddi bir muhalefet/kalkışma karşısında diktatörlerin fazla direnemediğini görürsünüz.

Filipinler’i 1965’ten 86’ya kadar yöneten ve yıkılmaz sanılan Marcos 4 günde devrilmişti. Orta Doğu’da, “Arapların ablasıMısır’ı 1981’den 2011’e kadar yöneten Mübarek 18 günde, Tunus’u 1987’den 2011’e kadar yöneten Zeynel Abidin 28 günde…

Libya’yı 1969’dan 2011’e kadar 42 yıl yöneten Kaddafi’nin devrilmesi de, Saddam’ın da 2003 Mart’ındaki ABD işgali ardından devrilmesi de çok sürmedi.

Saddam’ın ordusunun İran’la savaş, Kaddafi’nin ordusunun da NATO operasyonları nedeniyle zayıf düşürüldüğünü ileri sürebilirsiniz ama bunlar da rejimi/lideri savunan bir “halk direnişi”nin ortaya çıkmayışını açıklamaz. Dışarının müdahalesi bir yana, diktatörleri ilk fırsatta terk eden kendi halkları oluyor.

Emperyalist güçlerin müdahalesi ve karşısında cihatçı grupların olması da yarım yüzyıla yakın aynı aile tarafından yönetilen Suriye rejiminin demokrasiyle uzaktan yakından ilişkisi olmayan niteliğini değiştirmiyor. Bu hızlı çöküşün önemli bir nedeni işte o niteliktir!
En mütevazı demokrasi bile, saldırılar karşısında, en azametli diktatörlüklerden daha dirençli oluyor! Suriye’den alınması gereken birinci ders, dışarıya karşı güçlü olmanın en kestirme yolunun içeride demokrasinizi güçlendirmek, halkın tümünün rejimi yürekten kucaklamasını sağlamak olduğudur.

İktidarı tek elde topladıkları için “çok güçlü” oldukları yanılsamasını yaratan diktatörlükler; bastırılmış halkları, sevgi ve saygıya değil korkuya dayanmaları, merkezileşmiş ve katılaşmış karar alma mekanizmalarının hata payının yüksekliği ve uluslararası meşruiyet sorunları nedeniyle, herhangi bir demokrasiyle kıyaslanamayacak kadar ani çöküşler yaşıyorlar.

Meşruiyetleri, kapsayıcılıkları, farklı düşüncelere açıklıkları ve hatalarını düzeltme yetenekleri ile demokrasiler, uzun vadede, kendilerinden çok daha güçlü görünen diktatörlüklerden daha direngen, sorun çözmede daha başarılı, zorluklarla başa çıkmada daha donanımlı ve çok daha uzun ömürlü oluyorlar.

Bugün Suriye’de artık Esad diye biri yoksa önemli bir nedeni de bu dersi almamış olmasıdır.

Ne yazık ki, bu aşamada, ardında kalan boşluğu dolduracak, bu dersle donanmış bir aktör de görünmüyor.