Suriye, kurucu üyesi olduğu Arap Birliği’nde ‘boş kalan’ koltuğuna kavuştu. Biden yönetiminin sızlanmaları ve Arap devletlerine aba altından sopa göstermeleri fayda etmedi. 12 yıl önce ABD’nin bölge projesinin vagonuna atlayıp Suriye’de bin bir katakulli çeviren Arap devletleri tükürdüklerini yaladılar. Arap Birliği 7 Mayıs’ta Şam’a koltuğunu ‘iade ettiğini’ duyurdu. Tam da Biden’ın danışmanı Jake Sullivan Cidde’de veliaht prens Muhammed bin Salman ile görüşürken…

10 Mayıs Çarşamba günü itibarıyla Suudi Arabistan’ın Ürdün büyükelçisi Suudi kralı Salman bin Abdülaziz el Suud’un 19 Mayıs’ta toplanacak Arap Birliği zirvesi için davetiyesini Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’a teslim ettiği haberi düştü. Artak hangi bildirinin hangi detayına atıf yapılırsa yapılsın, sonuç değişmiyor. Suriye treni kalktı.

SURİYE’NİN ‘İLGİYLE KARŞILAMASI’

Suriye, Arap Birliği tarafından 16 Kasım 2011’de ‘askıya alındığı’ duyurulan koltuğuna Riyad’ın proaktif diplomasisiyle döndü. Suudi Arabistan, İhvancı Katar ile Kuveyt gibi Körfez üyeleri, ABD’den her yıl bolca para alan Mısır’ın ‘oynak’ söylemleri veya Fas’ın ‘Batı Sahra’ mazeretine filan aldırmadı. Suriye ile ikili ilişkileri göstere göstere inşa etti. Suudiler Körfez blokunu Cidde’de toplarken, Ürdün’ü de Amman toplantısı için seferber etti, kendileri de katıldılar. Sonunda 7 Mayıs’ta Kahire’de ‘acil koduyla’ düzenlenen toplantıda karar ilan edildi.

Doğrusu teslim etmek gerekir ki, Suriye’nin özenli ve sağlam bir devlet diplomasisi geleneği var. Resmi açıklamada kararın ‘üzerine atlanmadı’, Şam çok da ‘etkilenmiş’ izlenimi vermedi. Suriye Dışişleri Bakanlığı açıklamasında, Arap Birliği kararının ‘ilgiyle karşılandığı’ belirtilirken, bunun ‘Arap coğrafyasındaki olumlu eğilimler ve etkileşimleri takip ettiği ve tüm Arap ülkelerinin yararına istikrar, güvenlik ve refahı desteklediğine inanıldığı’ vurgulandı. Suriye'nin ‘Arap Birliği’nin kurucu üyesi olduğu ve her zaman ortak Arap eyleminin güçlendirilmesinden yana güçlü bir tutum sergilediği’ hatırlatıldı. Bir sonraki aşamanın ‘diyalog, karşılıklı saygı ve Arap ulusunun ortak çıkarları temelinde ikili ve kolektif düzeyde etkili ve yapıcı bir Arap yaklaşımı gerektirdiğinin’ altı çizildi.

İSKENDERİYE PROTOKOLÜ

Geçen hafta araştırmacı yazar Emir Aşnas isabetle anımsattı. Zaman içinde 22 üyeye genişleyen Arap Birliği’nin kurucu İskenderiye Protokolü Ekim 1944’te imzalandığından beri gevşek ve eşit egemenliklere dayalı bir yapı. Üyelik ‘gasp etme’ filan yok. Protokolde, Arap devletleri arasında ‘ilişkileri güçlendirme amaçları’ sayılırken, ‘bir üyenin bağımsızlığına müdahale etmemek ve bir üye devlete ve egemenliğine saldırı halinde bunu uygun araçlarla koruma sözü’ bile vurgulanıyor. ‘Hiçbir durumda, bir üye devletin politikasına zarar verebilecek bir dış politikanın benimsenmesine izin verilmeyeceği’ gibi unsurlar bile var! Elbette Araplar bu türden vaatlerini ilk kez 2011’de bozmadı. Amerikan istihbaratının raporlarında açıkça yer aldığı üzere 1980’li yılların başında da Suriye’de İhvancı isyan örgütlenmesinde aktif rol oynamışlardı. Tarihin azizliği o yıllarda olduğu gibi 21’inci yüzyılda da başarılı olamadılar.

Arap Birliği, kararları üyelerin inisiyatifine bırakan yapısıyla kolayca ‘hafifsenebilir’. Ancak Suriye’nin koltuğunu ‘iade etme’ kararını küresel ve bölgesel gelişmeler ile ABD’ye nispete başlamış çok kutupluluk eğiliminden hareketle önemsememek doğrusu zor.

ABD diplomasisi artık ‘hoşuna gitmeyenlere yaptırımı bastırmaktan’ ibaret bir hale gelmişken, Amerikan Dışişleri Bakanlığının baş diplomatı Antony Blinken Arap şeyhlerine açtığı telefonlar ve beyanatlarıyla bu vakada da hazin bir görünüm çizdi. Sonunda da ABD Dışişleri Bakanlığı, ‘Suriye'nin Arap Birliği'ne yeniden kabul edilmeyi hak etmediğini, ancak ABD ve Arap ortaklarının çatışmaya siyasi çözüm bulmak ve insani yardımı genişletmek de dahil aynı uzun vadeli hedefleri paylaştığını’ beyan etmek durumunda kaldı. Yalan tabii. ABD Suriye’de yarı bağımsız bir Kürt devleti kurmak istiyor; Arapların çok da derdi değil. ABD Suriyelileri ezen vahşi ‘Sezar yaptırımlarından vazgeçmem’ diyor; Araplar yeniden inşa ve sığınmacıların dönüşüne odaklanıyor. ABD Suriye’yi kanırtan statükonun devamını nasıl kanırtırım hesabında; Arapların ‘tahammülleri kalmamış’ görünüyor. Karambolde bir de ‘captagon’ başlığı bile açtılar. Suriye dosyasında sallanan bunca yalan dolanın ardından artık yerseniz!

BM 2254 SAKIZI… ÇİĞNE ÇİĞNE BİTMEZ

Laf olsun beri gelsin hesabı, BM’nin Suriye komplosu IŞİD’la savaşa dönmüşken çıkardığı 2015 tarihli 2254 sayılı karara atıf yapan yapana. Arap Birliği ‘sığınmacılar’ deyip, görüntüyü bununla kurtarıyor. Blinken ‘BM 2254’ün savaşı sona erdirmek için tek uygulanabilir çözüm olduğunu’ söylüyor. AB derhal yankılıyor. Türkiye deseniz, dilinden düşürmüyor.

BM 2254’ün ‘yaratıcı muğlaklığı’ doğrusu müthiş! Nereye isterseniz çekiştirin. Suriye’yi BM’de temsil eden Şam’a zeval getirmediği gibi o dönemde ‘Esadlı/Esadsız’ tartışmalarına noktayı koyduğu için ABD bu karardan pek hazetmemişti. BM 2254 aynı zamanda ‘Esad gitmeli’ şiarını gömmüştü. Misal İdlib’deki el Kaide, HTŞ bu karara göre herkesin mücadele etmesi gereken ‘teröristler’. Arap Birliği dışişleri bakanları Ekim 2019’da Türkiye’nin Barış Pınarı harekatını eleştirirken BM 2254’ün ihlal edildiğinin altını çizmişlerdi. Rusya Federasyonu Suriye’yle ikili anlaşmalardan hareketle yardıma koşarken yine aynı karara atıf yapmıştı. Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, "Suriye'de tavizsiz bir şekilde terörle mücadeleye karar veren BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararında yer alan taleplere uygun olarak güç kullanıyoruz" demişti.

Sonra BM’nin 2254 kararı gibi misal bir de 2202 kararı da var. BM Güvenlik Konseyi onaylı Minsk anlaşması yani. Hani ne de olsa ‘kurallara dayalı düzen’ var...

GEÇİNİZ…

Suriye; kurucusu olduğu Arap Birliği’ne Baas hareketinin isminin siyaset sahnesinde ilk kez işitilmesinin 80’inci yılında dönüyor. 2011 sürecinde az üzerinde tepinilmemişti. Görünüm çarpıcı. ABD tarafından kolayca harcanabileceğini ‘Kaşıkçı vakasıyla’ deneyimlemiş genç veliahtın kararlı duruşu var. Çin ve Rusya’nın arka plandaki teşvikleri var. İran’ın hem cüretkar hem pragmatik diplomasisi var. İran Cumhurbaşkanı İbrahil Reisi’nin geçen haftaki Şam ziyaretinde bahsettiği mali yardımlara Suriye ile ilişkileri yeniden tesis eden Suudiler eklenirse, ‘oyun değiştirici’ olacağı açık.

Arap Birliği’nin Suriye meselesinin ‘Arap meselesi’ olduğunu mütemadiyen vurgulaması eşliğinde pek tuhaf ama kimileri ‘ABD neocon’larının İhvan projesinin yerini pan-Arabizm alır mı’ diye bile sormakta. Temkinli olmakta fayda var. Ve Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un “Edindiğimiz verilere göre ABD'liler, Rakka kırsalında yerel Arap aşiretlerin, IŞİD militanlarının ve diğer terör örgütlerinin üyelerinin yer aldığı sözde özgür Suriye ordusu kurmaya başladı" sözlerini de not etmeli. Rusya’nın meselenin Türkiye ayağında ‘yol haritası’ için bastırmasını daha dikkat çekici kılmakta.

Bir de geçen hafta Axios’ta çıkan haber var tabii ki. Jeopolitik goller yiyen ve Sullivan’ı Suudilere yollayan Biden’ın Ortadoğu ile Hindistan’ı odak alarak Güney Asya’ya uzanan ‘demiryolu ağı projesinin’ sızdırılması. Bu esnada Pakistan’ın ABD desteğiyle devrilen fakat mücadeleyi bırakmayan lideri İmran Han’ın derdest edilivermesi hakikaten göze giriyor.