Suriye ve Türkiye’de birbiriyle kesişen süreçler: SDG silah bırakır mı?
Ortadoğu’nun sancılı ikliminde Türkiye ve Suriye’de birbiriyle kesişen iki süreç var; Ankara-İmralı, SDG-Şam müzakereleri. Eşzamanlı yürütülen iki sürecin de ana öznesi Kürtler. AKP rejiminin “terörsüz
Türkiye” olarak kodlamaya çalıştığı süreç ile Kürtlerle HTŞ arasındaki müzakereler birbirini etkileyerek, belirsizlikler içerisinde, ağır aksak ilerliyor.
Rojava’daki Kürt kaynaklar da Suriye’deki görüşmelerin Öcalan’ın yürüttüğü süreçten bağımsız ele alınmaması gerektiğinin altını çizerken, sürecin bir bütün olarak birlikte yürütüldüğünü kaydediyor.
Haliyle oldukça grift meselede neler olup bittiğine dair pek çok soru işareti söz konusu.
Bakü dönüşü konuşan Erdoğan, Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Şam ile mutabakat şartlarını yerine getirmediğini, oyalama taktiklerine devam ettiğini ileri sürerek "Bundan vazgeçmeleri şart" dedi. Suriye'nin toprak bütünlüğü ve üniter yapısının mutlaka korunması gerektiğini kaydeden Erdoğan, varılan mutabakatı da olumlu karşıladıklarını daha önce ifade ettiklerini söyledi.
Erdoğan’ın "Alınan kararların uygulamasını yakından takip ediyoruz" dediği o mutabakat neydi?
ŞAM’DA ENTEGRASYON MÜZAKERELERİ
HTŞ’nin 8 Aralık’ta Şam’ı ele geçirmesinin ardından başlayan yeni dönemde Kürtlerin statüsü tartışılırken SDG ile HTŞ arasında 10 Mart’ta 8 maddelik bir anlaşma imzalandı. Alevi katliamlarının gölgesinde SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi ile HTŞ Lideri Ahmed el Şara’nın (Colani) imzaladığı anlaşmada şu üç madde öne çıkıyordu:
• Kürtlerin Suriye’nin ayrılmaz bir parçası olarak tanınması ve anayasal haklarının garanti altına alınması,
• Kuzeydoğu Suriye’deki tüm sivil ve askeri kurumların, sınır kapıları, havaalanları ve petrol ile gaz sahaları da dahil olmak üzere devlet yönetimi altında birleştirilmesi,
• Suriye’nin, ülkenin güvenliği ile birliğine yönelik tüm tehditlere karşı mücadelesinin desteklenmesi.
Anlaşmanın yılsonuna kadar uygulanmasını sağlamak amacıyla uygulama komitelerinin çalışmalara başlaması da bir başka maddeydi.
Washington anlaşmayı "Ülkenin kuzeydoğusunu birleşik bir Suriye'ye entegre edecek" sözleriyle memnuniyetle karşılamıştı.
Tam da bu madde kapsamında SDG heyetinin Erdoğan’ın açıklamasından bir gün önce Şam’a gideceği açıklandı.
Kürtlerin yeni sürece nasıl entegre edileceğine ilişkin anlaşmazlıklar giderilmeye çalışılsa da süreç kırılmalara gebe. SDG ile HTŞ yönetimi arasında anlaşmaya rağmen ciddi pürüzler söz konusu.
Silahların susmasına rağmen gerilimler aşılamazken Colani’nin 13 Mart’ta kabul ettiği 53 maddelik yeni anayasa yeni bir kriz yarattı. Kürtler anayasaya tepkili. Uzlaşıya rağmen Ahmet Eş-Şara’nın (Colani) bir oldu bitti ile kendilerini kapsamayan anayasayı dayattığını kaydeden Kürtler, anayasayı kabul etmeyeceklerini duyurdu.
Devlet Başkanı'nın Müslüman olmasını zorunlu tutan, İslam kanunlarının yasamanın temel kaynağını teşkil ettiğini vurgulayan, ülkenin resmi adının Suriye Arap Cumhuriyeti olarak kalmasını öngören anayasa beyannamesi “geçici” olsa da kalıcı tahribat yarattı.
Kürt yönetimi anayasayı “tehlikeli bir gelişme” olarak niteledi.
ANKARA’NIN ‘HAYALİ’ BEKLENTİSİ
AKP iktidarı, Öcalan ile varılan anlaşmanın YPG-PYD ve SDG’yi de kapsadığı iddiasında. YPG-SDG ile eşitlediği PKK’nin silah bırakmasının diğer örgütleri de bağladığı temennisi içerisinde. Ankara’dan, AKP yönetiminden ısrarla gelen “PKK’nin bütün kolları ile birlikte silah bırakması” açıklamalarının arka planında da bu okuma bulunuyor.
Ancak gelişmeler, dengeler ve Suriye’deki mevcut durum Erdoğan rejiminin beklentilerinin ham hayal kalacağını gösteriyor.
SDG, PKK’NİN UZANTISI MI?
Gelişmelere yakından bakılacak olursa;
Suriye sahasında uzun bir süredir bambaşka bir gerçeklik var. Bu ülkedeki silahlı yapılardan YPG’nin PKK ile doğrudan bir ilişkisi olsa da, bu yapının tüm ağırlığına rağmen aynı şey SDG için söylenemez. Suriye’yi yakından takip eden Serhat Erkmen’in de aktardığı gibi SDG, PKK’yi de aşan bir güce kavuştu. ABD ile kurulan ilişki sayesinde SDG, artık sadece Kürtlerin olduğu bir yapı değil.
ABD’nin doğrudan devreye girmesiyle birlikte, SDG Fırat’ın doğusundaki diğer topluluklardan, halklardan katılımlarla birlikte farklı bir hüviyete kavuşmuş durumda.
Türkiye, SDG'nin omurgasını oluşturan Halk Savunma Birlikleri'ni (YPG) ve bağlı olduğu Demokratik Birlik Partisi'ni (PYD), PKK'nin uzantısı olarak görüyor ve "terör örgütü" olarak nitelendiriyor.
SDG’nin ısrarla “Biz PKK değiliz” açıklamasının arka planında da bu gerçeklik var. Evet, Kürtler SDG içinde önemli güç, ancak başka bileşenler de söz konusu. SDG'nin bazı kaynaklara göre 60-80 bin savaşçısı olduğu ve bunların 30-40.000'inin YPG'li olduğu tahmin ediliyor.
Haliyle SDG ve de YPG, Türkiye’deki sürecin kendilerini bağlamadığını, Türkiye’nin bir sorunu olduğunu ifade ederek kendisini bu durumun dışında tutuyor.
ANKARA, KÜRTLERLE ŞAM UZLAŞISINI BALTALIYOR
Konuştuğumuz Kürt kaynaklar SDG-Şam görüşmeleri ve Suriye’deki sürecin engebelerle dolu olduğunu aktarırken, Kürtlere ilişkin sürecin bu yaz bir şekilde netleşeceğini kaydediyorlar.
Kaynaklara göre; “Burada silah bırakma gündemi yok, Türkiye ne yapsa da böyle bir gündem olmayacak. Şam yönetimi dahi böyle bir şey söylemiyor. Biçim değişebilir ancak silahlar teslim edilmeyecek.
PKK’nin fesih ve silah bırakma kararından sonra Meclis’te gerekli yasal zemin hazırlanıp, hukuki adımların atılması gerekiyordu. Fakat şu an adım atılmış değil. Rojava ve Suriye’de görüşmeler tekrar başlıyor ve bazı durumlar netleşmeden Türkiye’de bir adım atılması imkansız gibi.
Hakan Fidan’ın geçtiğimiz haftalardaki ‘Bu yazı YPG’ye karşı diplomatik hamle yazı yapacağız’ sözü önemli. Bu yaz savaş yaşanma ihtimali az da olsa masada.
Türkiye dışında Kürtlerin biçimi ne olursa olsun Rojava’da bir statü elde etmesi konusunda tüm aktörler; ABD, İngiltere, Fransa, İsrail vb. bir uzlaşma halindeler. Fakat Türkiye işi bozduğu için sürekli olarak yapboz oluyor. Bu yaz Rojava’nın resmi olarak tanınacağı bir statüsünün oluşması bekleniyor.”
ÖZERKLİK Mİ, OTONOMİ Mİ, FEDERASYON MU?
Suriye çok aktörlü bir nüfuz mücadelesinin sıcak cephesi. ABD, Kürtler, İsrail, İngiltere,
Türkiye, Suudiler hepsi yeni sürecin ana aktörleri.
Gücünü azaltma kararı alsa da ABD, Suriye’den tamamen çekilmiyor, varlığını korumayı sürdürecek.
İsrail güneyde Dürziler üzerinden fiili bir durum yaratmanın peşinde. Şimdilik başardı da. Türkiye, Colani ve yeni Şam yönetimi üzerinden alan tutma arayışında. Kürtler, yeni denklemde önemli birer aktöre dönüşürken ABD ve Fransa’nın “fiili koruyuculuğu” altındalar. İsrail’in de bu yönde niyet beyanı olsa da şimdilik kabul görmüş değil.
Hesaplar, oyunlar, kapışmalar… Çok oyunculu Suriye her an yeni bir kapışmaya sahne olabilir. ABD Dışişleri Bakanı Rubio’nun gözdağı içeren “Suriye birkaç hafta içinde yeniden iç savaşa sürüklenebilir” sözleri pek çok şeyi anlatıyor.