Google Play Store
App Store

Suriye hakkında yazmamak mümkün mü? Suriye hakkında yazmak ne kadar zorunluysa yazmaya kalkmak da o kadar riskli. Sokaktaki “çocuğun" bile kanaatinin olduğu Suriye hakkında yazmamak gerçeklikten kopmak demek. Suriye hakkında yazmaya kalkmak ise “bilgi”ye değil de kanaatlere göre yazma riski taşıyor. Medyanın her türünde Suriye hakkında yazılıp çizilenlerle, vileda sopalarıyla yapılan analizlerle, sokaktaki çocuğun kanaati arasında bir fark olup olmadığı ise meçhul.

Kanaatler hakkındaki kanaatlere göre kanaatlerimiz gelişiyor. Kanaatlerimizi bile biz geliştiremiyoruz, etken değil edilgeniz. Durumu herkesin kafası karışık diye açıklayamayız. Muvazzaf subaylığının büyük bölümünü NATO görevlerinde geçirmiş, ağzından Atatürk sözünü düşürmeyen emekli general, sanki ömrü NATO karşıtlığıyla geçmiş gibi analizler döktürüyor. Sanki yıllardır aldatıldığını anlayan saf sevgili gibi sitemkâr. Daha kötü bir açıklama ise olayların bizim aklımızın bir türlü ermediği bir “üst akılın” planına göre işlediğini sanmak.

İnsan zihninin bir kusuru ile ilgili bu sanı. Anlayamadığımız, açıklayamadığımız belirsizliklerin ardında “her şeyi bilen ve her şeyi kontrol eden bir güç var” inancına tutunma eğilimimiz var. İnsan aklı, bu inanç insanı tökezlettikçe, gerçekliğe çarptırıp kafasını gözünü yardıkça evrimleşen bir zihinsel ürün. İnançlarımız kanaatlerimizi oluşturuyor, aklımız ise “bilgilerimizi”.

Suriye özelinde çoğu kişi, somut insanların ürettiği bir üst aklın her şeyi çok önceden planladığını ve olup bitenlerin bu plana uygun işlediğini düşünmeye yatkın. Bu yüzden de ekranlardakilerin çoğu Vizontele’nin Deli Emin’i gibi, “şerefsizim benim aklıma gelmişti” havasında. RTE’nin 2012 yılında “Emevi Camii’inde namaz kılacağız” dediği görüntüleri paylaşıp, “bak demişti!” diyenler de o havada.

Yine de Suriye hakkında düşünmemek mümkün değil. Bütün bu belirsizlik girdabı altında kesin olan bir şey var; Suriye’de olup bitenler bizim yakın ve uzak geleceğimizi dolaysızca belirleyecek. Hem yanı başımızda olduğu ve neredeyse “devletlerarası” sınırlar fiili olarak kaybolduğu için, hem de gelişmeler tüm dünyayı da etkileyeceği için durum böyle.

Suriye’de olup bitenler ve olmaya devam edecekler milyonlarca insanı etkiliyor, etkileyecek. Dahası orta ve uzun vadede tüm insanlığın geleceğini de etkileyecek. Milyonlar ya da milyarların ise bu konuda ne söyleyebilecekleri bir sözleri, ne de kendi kaderlerini belirleme güç ve imkânları yok gibi görünüyor. Oysa bu süreçte en çok onlar ölecek.

Eşitsizliğin derinleştiği, geleceğin belirsiz ve tehdit edici hale geldiği dönemlerde sıradan insanların ruhları olağandışılaşır. Ruhtan kastım duygu, düşünce, olayları muhakeme etme, kanaat geliştirme, tutum alma ve davranma tarzlarının tümü. Özellikle yoksullarsa ve yoksulluktan kurtulma umutları bile yok gibi hissediyorlarsa. Hele de yoksun bırakılmışlarsa; eğitimden, adaletten, eşitlikten, insanca yaşama, barınma hakkından mahrumlarsa. Üstüne bir de iktidarı ele geçirmek isteyen ya da elinde bulunduranların propoganda aygıtına biteviye maruz bırakılırlarsa.

Herkes bir zamanlar ne kadar da güçlü olduğu anısını saklar belleğinde. Çocukluğumuzun dertlerinin şimdi gözümüze çok küçük, basit sorunlar gibi görünmeleri bir bellek kusurudur. Çocukluğumuzu hayal edebiliriz ama çocuk halimizi hatırlayamayız; bugünkü halimizle hayal edebiliriz. Otuz yıl aradan sonra ilk kez gittiğimiz ilkokulumuzun bahçesini görünce “aa bu kadar küçük müydü” diye şaşırmamız da bu yüzdendir. O bahçeyi 7 yaşındaki halimizle değil 37 yaşımızın cüssesiyle hatırlarız çünkü.

Dünya(sı)nın başına yıkılmak üzere olduğunu ama yıkıma karşı durabilecek gücü olmadığını içten içe sezen, aklı yerine inançlarıyla yaşamak zorunda bırakılmış insan, yaklaşan yıkıma karşı “güç düşleri" kurmaya eğimlenir. Tehdit edici ve ölümcül bir dünyaya karşı kendisindeki kahramanca savaşabilecek gizli güçleri aramaya başlar. Şimdiki halinde yoksa, o zaman geçmişte vardır, olmalıdır.

1980 Darbesi’nden bu yana geçen ve ilerleme denilen süre halkın büyük çoğunluğu için derinleşen eşitsizlik, eğitimsizlik, adaletsizlik, yoksunluk, yoksulluktan başka bir yıkım getirmedi. Bu yıkıma katlanılmasını kolaylaştıran en önemli etkenlerden biri de “yeni osmanlıcılık fantezisiydi”. Halep, Musul, Kerkük’ ten girip, Şam üzerinden Kudüs’e, hızını kesmezse de Mekke, Medine’ye gidecek ve bir zamanlar bizim olan ve “emperyalistlerin” çaldığını, içimizdeki hain laiklerin de teslim ettiğini  (tabi ki dini değil petrolü) geri alacaktık.

Benzeri fantezilere tarihte kapılan halklar oldu. Sadece örgütlü sol kapılmadı, şimdi de öyle. Tam da bu fantezinin gerçekliğe toslamak üzere olduğu bir ekonomik yıkım sırasında Suriye “düştü”! Tarih, yıkım tehditine karşı akıldışı güç fantezileriyle gelişen onarım çabalarına kapılan kitlelerin daha büyük ve kesin bir yıkıma sürüklendiğini “öğretiyor”. Tarih öğretiyor ama geniş kitleler de tarih eğitiminden mahrumlar…