Google Play Store
App Store
Suriye’de hesap içinde hesap

Suriye sahası yeniden hareketlenmeye başladı. Hareketliliğin adresi şimdilik ülkenin kuzeybatısı. İdlib’i yöneten IŞİD-El Kaide tandanslı Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) adlı cihatçı örgüt, kuzeye doğru saldırıya geçerek Suriye’nin en önemli kentlerinden Halep’i ele geçirdi ve gözünü güneydeki Hama’ya dikti. Orijini ÖSO olan AKP destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) da Halep’in az daha kuzeyindeki Tel Rıfat’ta omurgasını YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) karşı üstünlük sağladı. SMO’nun YPG’nin kontrolünde olan bir başka kent olan Menbiç’e doğru hamle yapacağı söyleniyor. Bu gerçekleşirse, Kürt hareketi Fırat’ın batısındaki tüm yerleşimlerini kaybedebilir.

Cihatçıların Suriye’deki taarruzu Türkiye’de AKP-MHP iktidarı ve ona yakın çevreler tarafından coşkuyla karşılandı. Esad ve Suriye Kürtlerinin cihatçılara alan kaybetmesi karşısında mutluluğunu gizlemeyen şürekâ, “82 Kudüs, 83 Şam, 84 Mekke, 85 Medine, 86 Kahire” diyerek plaka taksimi bile yaptı. Böylece Türk sağının fetihçi fantezilerden; Emevi Camisi’nde namaz kılma hayallerinden sıyrılamadığı bir kez daha anlaşıldı. Lafa gelince “Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız” diyen ama 13 yıl önce ne kadar fanatikse hâlâ o kadar fanatik olan mezhepçi akıl, ülke insanı ay sonunu zor getirirken yine dış politikadaki maceraları güzelleme derdine düştü.

Erdoğan’ın iktidar ortağı Bahçeli de dünkü grup toplantısında olan bitenden hayli memnun gibiydi. Halep’in “iliklerine kadar Türk ve Müslüman” olduğunu savunan Bahçeli, kentin kalesine (Türkiye vatandaşlığı alan ve Gaziantep’ten lüks aracıyla Halep’e gelen bir Suriyeli Türkmen tarafından) asılan Türk bayrağının bunun kanıtı olduğunu söyledi. Bahçeli, vitesi biraz daha yükselterek Halep’i sıradan bir Türkiye şehri gibi göstermeye çalıştı: “İstanbul’un Kapalı Çarşısı neyse Halep’in Kapalı Çarşısı odur. Ankara Kocatepe Camisi’nden yükselen aminlerimizle Halep Ulu Camiinden yankılanan aminlerimiz aynıdır.”

Suriye’de yaşananları sadece Suriye’deki gelişmelerle sınırlı görmek elbette imkânsız. Bugün Suriye’de taşları yerinden oynatan, Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’i hedef alan Aksa Tufanı Harekatı’ndan sonra Ortadoğu coğrafyasında gelişen yeni sürecin dinamikleridir. Suriye 2011’de başlayan iç savaş sonrası parçalı bir ülke haline gelse de hâlâ İsrail karşısındaki Direniş Ekseni ittifakının önemli bir aktörü. Gazze’yi yıkıma uğratarak Hamas’ı etkisizleştiren, Lübnan Hizbullahı’na ve İran’a da art arda darbeler vuran İsrail, şimdi Esad’ı zayıflatarak Suriye’de de durumu mümkün olduğunca kendi lehine çevirmek istiyor. Bu nedenle Lübnan’daki ateşkesten ve Netanyahu’nun Esad’ı tehdit etmesinden hemen Suriye’deki cihatçı grupların harekete geçmesi tesadüf olarak görülmemeli.

ABD ve Batı, HTŞ’yi “terör örgütü” olarak kabul ediyor ama Esad’ı da “diktatör” sınıfına koyuyor. Dolayısıyla “terör örgütü”nün “diktatöre” yumruk sallamasından gayri memnun sayılmazlar. Esad’ın aldığı darbeleri, dolayısıyla İran ile Rusya’nın örselenmesini ve güç dengelerinin kısmi değişimini kârdan sayıyorlar. Ancak muhtemel ki bunun da bir sınırı olacaktır. HTŞ kontrolsüz bir güç kazanır ve çatışmalar YPG’nin Fırat’ın doğusundaki kazanımlarını tehdit eden bir boyuta gelirse, Washington, sahadaki partneri olan Kürt güçlerini korumak için düdüğü çalabilir. Bu arada Trump’ın Beyaz Saray’da göreve başlayacağı 20 Ocak’a kadar Kürtlerin elinin zayıflaması, Erdoğan’ı da yeni ABD yönetimiyle çalışma konusunda daha avantajlı bir konuma getirebilir ve Ankara da bir ihtimal, bunun üzerine plan kuruyor olabilir.

Peki, tüm bunların Türkiye’de adı bir tür konulmayan ve kapalı devre ilerletilen süreçle bir ilgisi var mı? İktidar, Kürt siyasetini Öcalan üzerinden Erdoğan’ın yeniden seçilmesi ve anayasa değişikliği için kendisi açısından uygun bir lokasyona çekmeye çalışıyorsa, Kürtlerin Suriye’deki varlığının bu plandan bağımsız değerlendirildiğini düşünmek mantıklı olmaz. Dünkü konuşmasında “Kürtler bizim canımız, PKK/YPG/PYD can düşmanımızdır. DEM ya Türkiye partisi olacak ya da tükenmekten ve derdest edilmekten başka seçeneği kalmayacaktır” diyen Bahçeli de söz konusu gerçekliğin bütününe yönelik bir mesaj vermiş olsa gerek. İktidar, Erdoğan’ın hükümranlığını korumak için, Suriye sahasında Kürtlerin de parçası olduğu mevcut denkleme doğrudan dahil mi olmak istiyor yoksa Kürtleri, Öcalan’ın serbest bırakılmasının koşulu olarak, kendi kırmızı çizgilerine riayet eden bir siyasi revizyona mı çağırıyor? Esas soru bu gibi görünüyor.

Cevap ne olursa olsun Türkiye’de geçim krizi her gün derinleşip milyonlar gün geçtikçe daha da yoksullaşırken, iktidarın bu şartlarda dahi, hele hele de fiyasko üzerine fiyaskoya imza attığı dış politikadan güç alarak nasıl siyaset kurabildiğini, gündemi buradan nasıl şekillendirdiğini etraflıca tartışmak gerek. Gerçek şu ki, rejimin hegemonik anlatısı yıkılıp topluma yeni bir hikâye anlatılamadıkça, milliyetçi ve dinci söyleme yaslanan sağ siyaset, devlet mekanizmasını kontrol etmenin de geniş olanaklarını kullanarak en zorlu koşulda bile kendini ayakta tutmanın bir yolunu bulmaya devam ediyor. Hem de tek ayak üstünde…