Google Play Store
App Store

Bugün ortaya çıkan, AKP’nin kimlerle müttefik olduğunun ve kimlerin çıkarına taşeronluk ettiğinin tablosudur. Suriye’yi İsrail’e ve ABD’ye teslim ettikten sonra hâlâ Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyor olmasıysa hazin bir çelişkidir!

Suriye’den Türkiye iç siyasetine

Suriye’de Esad yönetiminin çöküş hızı birçoklarını şaşırtmış görünüyor. Bunların arasında bazı devletlerin, kurumsal yapıların ve siyasal partilerin dahi bulunabilmesi belki asıl şaşırtıcı olan şey. Oysa bize göre Esad yönetiminin 2011 sonrasındaki kuşatılmışlığında 13 yıl dayanabilmiş olması daha fazla hayret uyandırmalı.

TARİHİN HIZLANMASI

Batı Anadolu’yu yıllarca işgali altında tutan iyi silahlanmış Yunan ordusunun iki haftalık bir son harekat sonucunda İzmir’den denize dökülmesi, koşullar olgunlaştığında tarihin hızlandığının bir başka örneği değil miydi? Tarihte belli uğrak noktalarında bazen olaylar aşırı hızlanabilir. Ama belirli bir tarihi olayın ortaya çıkması için çok daha uzun bir toplumsal/ekonomik/siyasi/askeri hazırlık veya kuluçka döneminin çalışmış olması gerekir. Suriye örneğinde olduğu gibi iç ve dış (nesnel ve öznel) koşulların buluşması da gerekli olabilir. Ama her durumda bir toplumsal/ekonomik formasyonu ve özellikle onun siyasi/askeri/idari üstyapısını içten çökertme/çürütmede belirli bir mesafe alınmış olması şart olur. Suriye bu açıdan da “olgunlaştırılmış” bir örnekti.

Ama daha şaşırtıcı örnekler de görüldü dünya tarihinde. Sovyetler Birliği’nin çok kısa sürede tarihin çöp sepetine atılması çok daha şaşırtıcı değil miydi? Üstelik askeri kapasitesi yerli yerinde dururken ve ekonomisi de çökmemişken! Bu hızlı çöküşte elbette emperyalizmin ideolojik kuşatması rol oynadı ama içeriden teslim alınmadan “başarılamazdı”.

AKP’nin iktidara taşınması da “şaşırtıcı” bir hızda olmamış mıydı? 2001’de kurulan bir parti 2002’de nasıl tek başına iktidar olabilmişti? 1980 darbesinin dinci sağın önünü açmasını ve bu akımın 1990’lardaki hızlı yükselişini, bu arada “merkez sağ” denilen liberal sağ partilerin ve Erbakan’ın temsil ettiği çizginin tasfiyesi olmadan AKP’nin önü açılabilir miydi? Krize karşı bir IMF istikrar programı uygulamasının tam ortasında iktidardaki son koalisyonun bir erken seçime (yani intihara) zorlanması sağlanmadan bu denli keskin siyasi düşüş ve çıkışlar mümkün olabilir miydi? Dış dinamiği de elbette bunun üzerine eklemek gerekir: Emperyalizmin hizmetinde terbiye edilmiş bir siyasi İslamcı harekete (kadim “yeşil kuşak” projesi dışında) ABD’nin ikinci Irak saldırısının hemen öncesinde acilen gereksinimi bulunuyordu.

Suriye’de bu hızda bir çözülüşün arka planında da uzun bir hazırlık döneminin üzerine gelen 7 Ekim 2023’teki Hamas saldırısının Netanyahu yönetimi tarafından “Allah’ın lütfu”na dönüştürülmesi bulunmaktaydı. Esad, 2011 sonrasında emperyalizmin ekonomik/siyasi kuşatmasından uluslararası neoliberal düzene biat ederek kurtulmayı denedi ama olamadı. Kamucu politikalarla emekçi sınıfları yanında tutmayı denemeye ise ideolojisi izin vermedi; dolayısıyla yenilmeye esasen mahkum bir çizgiyi temsil ediyordu. 2015’te muhtemel bir erken çöküşünü ise lehine dış müdahalelerle engelleyebildi. Rusya ve İran’ın (Hizbullah’ın da desteğiyle) Esad yönetimini yani “Şii Hilali” denilen “direniş eksenini” ayakta tutma hamlesine ABD, 2018’de, “Sezar yaptırımlarıyla” yanıt verdi. 2022’den itibaren Rusya’nın Ukrayna savaşına gömülmesi, İran’ın ekonomik/siyasi ablukalarla zayıflatılması, 2024 sonbaharında İsrail saldırılarıyla yönetici kadroları yok edilen Hizbullah’ın sahadan fiili tasfiyesi, süreci tamamladı.

Rusya, İran, Hizbullah desteğinden mahrum kalan, içerde memur/asker maaşlarını bile ödeyemez duruma düşen Suriye yönetiminin artık direnemeyeceği belli olmuştu. Ekim’den itibaren saldırı planlamalarına artık son şekli verilmekteydi. Bu arada askeri teçhizatı köhneyen, askerleri savaşma iradesini yitiren Suriye ordusuna kıyasla, uzun süredir modern savaş araçlarıyla donatılan ve askeri eğitimlerini ve savaş taktiklerini yenileyen cihatçı güçler (ve SDG/YPG güçleri) aradaki mesafeyi giderek açmaktaydı. Dolayısıyla 27 Kasım’da başlatılan cihatçı taarruzun kısa sürede sonuç alması artık çocuk oyuncağıydı.

AKP’NİN MEZHEPÇİ POLİTİKASININ ÇIKMAZLARI

AKP iktidarı bütün bu süreçlerde kritik rol oynadı. Bir kere 2011’de Esad’la sahte yakınlaşması ardından onu bertaraf etme ve Suriye’yi mezhep temelinde bölme “stratejisi”, Arap Baharının telkin ettiği İhvancı yaklaşım olduğu kadar emperyalizmin/Siyonizmin güdümünü gösteriyordu. Kelle kesen cihatçı artıkları bu mezhepsel bağnazlıkla hoş görüldü ve desteklendi. Onların eğitiminde, silahlandırılmasında, Astana sürecinde kollanmalarında Türkiye kritik lojistik güç yapıldı. Türkiye’nin çıkarı Suriye’nin bütünlüğünü savunmakken, emperyalizmin ve Siyonizmin hedefleri doğrultusunda Suriye bölündü. Bugün ortaya çıkan, AKP’nin kimlerle müttefik olduğunun ve kimlerin çıkarına taşeronluk ettiğinin tablosudur. Suriye’yi İsrail’e ve ABD’ye teslim ettikten sonra hâlâ Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyor olmasıysa hazin bir çelişkidir! Gene bugün nafile çabalarla SMO’yu PYD üzerine sürmesinin de artık bir anlamı yoktur. ABD, gerekirse Dışişleri Bakanını Türkiye’ye yollar ve sahada hakimiyetin kimde olduğu hatırlatır.

Peki Suriye’de cihatçı çetelerin emperyalizm-Siyonizm destekli askeri darbesi sonucunda elde edilen ne? İsrail’in Esad’ın düşmesinden sonra bile Suriye’nin askeri kapasitesini imha etmekle meşgul olması (cihatçıların sırtını sıvazlamak ile onlara güvenmek ayrı şeyler elbette) ve ABD’nin İsrail ile birlikte, YPG’nin ve şimdilik HTŞ’nin hamisi olarak bu ülkeye yerleşmiş olması Türkiye için bir kazanç mı? AKP iktidarının Suriye’yi altın tepsi içinde İsrail ve ABD güdümüne teslim etmesi mi başarıdır? Eğer İran ve Rusya’nın buradaki hakimiyetini sona erdirmeyi başarı olarak sunacaksa, bu güçleri Suriye’ye getiren de kendi politikaları değil miydi? 2011’de Türkiye komşusu Esad’a destek verebilmiş olsa, Rusya, İran ve ABD Suriye’ye adım atabilir miydi?  Aksine, Suriye bütünlüğünü korur ve orada söz sahibi olarak güvenilir komşu Türkiye kalmaz mıydı? Tabii bütün bunlar siyasal İslamcı hareketin meşrebine ve emperyalizmin eteklerinde vücut bulma şekline aykırı olurdu.

CHP’NİN SİYASİ AÇMAZLARI!

Peki ama bütün bunları iktidardaki nesnel ve öznel olarak pro-emperyalist ve nesnel olarak pro-Siyonist gerici bloğun yüzüne çarpmak yerine CHP’nin bugünkü acınası muhalefet tarzına ne demeli? Bula bula ‘sığınmacıların geri gönderilmesi için iktidardan kesin takvim istemek’ gibi zavallı ve yanlış bir çizgiye gerilemek mi? O kadarla kalsa iyiydi; CHP’nin gölge dışişleri bakanı olan genel başkan yardımcısı şu ifadeleri kullanabiliyor: “Fidan-Kalın ikilisi rasyonel gidiyorlar, bizim söyleyeceğimiz şeyleri söylüyorlar, bizi boşta bıraktılar”! İktidarın böyle giderse bir baskın erken seçimi kazanabilecek durumda olduğunu da ekliyor. CHP’deki bozgun ve çaresizlik daha nasıl sergilenebilirdi ki? Aslında anamuhalefet böyle giderse elbette kaybeder. Çünkü eğer iktidardan farklı bir bakışın yoksa neden seçim kazanasın, hatta neden muhalefet olup seçime giresin ki?

Meselenin özü şu: Anamuhalefet, sermayenin ve emperyalizmin Türkiye’ye çizdiği hattan kopamadığı için muhalefet yapamıyor. Ama tam tersine kendi bağımsızlıkçı köklerinden koptuğu için de ABD’nin, AB’nin ve NATO’nun Ortadoğu politikalarına cepheden karşı çıkamıyor. CHP, sermayenin benimsemeyeceği bir emek politikasını ve dış politika çizgisini savunamayacağı için iktidara alternatif bile olamıyor. O zaman da “CHP’nin Türkiye’nin siyasi geleceğindeki yeri” konusu siyasi tartışma gündeminden düşmüyor!