Google Play Store
App Store

Türkiye ABD güdümüyle girdiği bu savaşın sonucunda ABD-NATO ve AB’nin göç hareketini yönetmek üzere kullandığı bir maşa olarak büyük bir krizle yüz yüze kalmış durumda. Esad’la görüşmeler elbette olmalı ama bilinmesi gereken esas nokta şu ki bu krizin kaynağı olan tek adam rejimi, Suriye’nin siyasi krizine de onun parçası olan mülteci sorununa da çözüm olamaz.

Suriye’den Türkiye’ye bu cehennemi siz yarattınız

Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi

Putin’le yapacağı görüşme öncesinde, “daha önce ailece görüştük, yarın olmaz değil yine olur” sözleriyle Esat’la görüşme kapısını araladı. “Kardeşim Esad’ın” “Katil Esed” olduğu on yılı aşkın zamanın ardından Erdoğan’ın rota değişikliği mesajı Suriye yakasında farklı yankılara yol açtı.

İdlib’de Türkiye korumasında bir egemenlik alanına sahip olan cihatçı örgütler, bu görüşme ihtimalinin ortaya çıkmasının ardından bölgedeki Türk askerlerine karşı ayaklandılar. Türlü cihatçı örgütlerden devşirerek oluşturulan Milli Suriye Ordusu adı altındaki çeteler, tankları tahrip ederek, Türk bayraklarını yakarak bu ihtimale karşı tavrını ortaya koymuş oldu. Elbette bu cihatçı yapıların CIA tezgâhlarında yetiştirildikleri de akılda tutulmalı.

Aynı günlerde Türkiye’de ise Kayseri’den başlayarak göçmenlere yönelik ırkçı kitlesel saldırılar gerçekleştirildi. Bir çocuğun taciz edildiği bilgisinin yayılmasıyla başlayan olayların hızla tüm kente yayılarak oradan da birçok şehre sıçraması göçmen sorunundaki çözümsüzlüğün nasıl büyük riskler ortaya çıkardığının bir göstergesi oldu.

Bu iki olay Esad’la görüşmeler başlasa da AKP’nin emperyalizm güdümlü cihatçı politikaları sonucunda yaratılan cehennemin ateşinin hiç de kolay sönmeyeceğinin göstergesi oldu.

İKİ UÇLU KRİZ: İDLİB

Suriye, başlangıçta Amerikan emperyalizminin güdümünde, tüm Körfez ve Türkiye’nin çabalarıyla tarihin en uzun iç savaşlarından birisine itildi. Bu iç savaş kısa sürede ABD-Rusya dengesinde bölgesel ve küresel bir güç savaşına dönüştü. Bugün de gelinen noktada parçalanmış Suriye’de bir savaş sonrasına geçiş de çok aktörlü bir mücadelenin sonunda tayin edilecek. Bu anlamda Suriye’deki sürecin tek bir belirleyeni olmayacağı gibi, Türkiye-Suriye görüşmeleri başlasa da tek başına sonucu tayin etmeyecek.

Rusya, Şam’ın ayakta kalması için verdiği desteğin ardından İran’la birlikte bugün de sürecin en önemli aktörü olmaya devam ediyor. Astana süreci olarak ifade edilen ABD, Türkiye ve İran arasındaki müzakere alanı uzun zamandır bir denge unsuru olarak sürdürülüyor. Öte yandan da ABD, Kürt hareketinin Rojava merkezli olarak oluşturduğu özerk alanın kontrolü ile Suriye’de önemli bir aktör olmaya devam ediyor.

Bu geçiş süreci bütün bu aktörlerin hegemonya mücadelesi zaman zaman iç savaşın da –farklı biçimde– düşük yoğunluklu olarak devreye sokulmaya devam edeceği bir şekilde sürecek. Türkiye ise Suriye iç savaşının parçası olarak tasarladığı İslamcı bir iktidar alanı oluşturmaktan uzak düştü. İdlib’e sıkışan cihatçı örgütler ise tüm bu süreçte hem Suriye yakası hem de içerisi için Türkiye’nin en büyük krizi olmaya devam ediyor.

Esad’ın daha önceki görüşme tekliflerine karşılık olarak önce Suriye’nin yabancı ülkelerin askerî varlığının ve terörün temizlenmesi koşulunu öne sürüyor. Bunun şartları esneyebilir ancak bu müzakerenin Esad cephesinden asıl anlamı, İdlib’deki Türk askerî varlığı ile birlikte cihatçı iktidar alanının sona erdirilmesi. Bu da Suriye iç savaşı boyunca cihatçılarla ittifak içinde olan, Türkiye’yi de bir cihatçı merkezine dönüştüren siyasal İslamcı iktidar için iki ucu keskin bıçak anlamına geliyor.

Ülkemiz için daha önemlisi ise İdlib’deki bu güçlerin, Suriye’den çıkarılması durumunda yaşanacak olan yeni cihatçı göç dalgası riskidir.

SURİYE’DE ÜÇ  PARÇALI DENKLEM

Öte yandan da Türkiye’nin Suriye’deki uzun zamandır en önemli varlık nedenlerinden birisi de Kürt hareketinin kurduğu özerk alanın ortadan kaldırılması. Ancak bunda başarılı olunamadı. İçerde de müzakere sürecini bitirerek Suriye’den Türkiye’ye uzanan bir iç savaşa dönüşen yıkıcı süreç AKP-MHP ittifakının da en önemli harcı oldu. Tek adam rejimine geçiş süreçlerinde bu savaşın yarattığı milliyetçi ve cihatçı toplumsal seferberlik ruhu önemli bir koz olarak kullanılsa da Suriye’de Kürt özerk alanın varlığının oluşmasının önüne geçilemedi.

Bu konuda son gerilim de geçtiğimiz ay Rojava’da gerçekleştirilmesi planlanan yerel seçimler üzerinden yaratıldı. Türkiye’nin bir devlet oluşturma adımı olarak görerek tepki gösterdiği seçimler, ABD’nin tercihi doğrultusunda başka bir zamana ertelendi. ABD askerî varlığı ile birlikte özerk bir iktidar alanı oluşturarak güç kazanmış Kürt hareketinin şimdi, Esad’la görüşmeler çerçevesinde tasfiye edilebileceğine yönelik düşünceler ise yeni bir hayal kırıklığından başka bir şey getirmeyecektir.

Gerek ABD’nin yönelimleri gerekse de Esad’ın on yıldan fazladır süren iç savaşın yıprattığı koşullarda bir yenisini yürütecek siyasi, askerî ve ekonomik güçten yoksun olması gerekse de yeni bir birlik arayışını sürdürmesi nedeniyle bu çok mümkün görünmüyor. Rojava’nın geleceğinde Esad ve Kürtler kadar –belki daha fazla– Rusya-ABD dengesinin belirleyici hale geldiği, bugünkü fiilî durumun aşağı yukarı her iki cephe için de kabul edilmiş bir sınırlar olduğunu da söylemek mümkün.

BU REJİM ÇÖZÜM YARATAMAZ

Bütün bunlar tek adam rejiminin her alanda olduğu üzere dış politikada yaşadığı çöküşün nasıl krizleri yarattığıdır.

AKP esas olarak Büyük Ortadoğu Projesi’nin partisi olarak doğdu. Amerika’nın Ortadoğu’da radikal İslamcı örgütlenmeleri kontrol altına almak ve kendi çıkarlarıyla çelişen rejimleri değiştirmek üzere başlattığı bu operasyonların birinci dalgası Afganistan’da Taliban’ın kurulması ve Irak’ın kimyasal silah bahanesiyle işgal edilmesiydi. Türkiye’de AKP’nin iktidara taşınması ve siyasal İslamcı bir rejim dönüşümünün gerçekleştirilmesi de bu planın ikinci ayağı olarak bölgede ılımlı İslamcı bir iktidar kuşağını yaratılması ve Türkiye’nin liderlik etmesi amacı taşıyordu. Arap Baharı ile başlayan süreçte BOP’un ikinci dalgasının Suriye’ye kadar yayıldıktan sonra hızla kırılmaya başlaması, giderek bu ılımlı İslamcı kuşak projesinin de çöküşüne yol açtı.

Bu sürecin bir parçası olarak Türkiye’de siyasal İslamcı rejime karşı oluşan direnç, bunun özellikle o tarihlerde Gezi isyanıyla yarattığı kırılma ile Mısır’da Mursi’nin halk isyanıyla iktidardan düşürülmesi önemli eşiklerinden birisi olarak yaşandı.

Türkiye bu yıkımın ardından ABD ve Rusya arasındaki güç mücadelesinin yarattığı boşluklar içinde kendine yer açmaya çalıştı. Bunun sonucu olarak da kimi zaman Suriye’de askerî müdahale imkânı yarattığı ya da İdlib’de olduğu üzere Suriye topraklarında bir iktidar alanı oluşturacak şekilde boşluklar bıraktığı bir dönemin de şimdi sonuna gelindi.

Türkiye ABD güdümüyle girdiği bu savaşın sonucunda ABD-NATO ve AB’nin göç hareketini yönetmek üzere kullandığı bir maşa olarak büyük bir krizle yüz yüze kalmış durumda. Esad’la görüşmeler elbette olmalı ama bilinmesi gereken esas nokta şu ki bu krizin kaynağı olan tek adam rejimi, Suriye’nin siyasi krizine de onun parçası olan mülteci sorununa da çözüm olamaz.

Çözüm bu tek adam rejiminin yıkılması ve anti-emperyalist, barışçıl bir dış politikanın hayata geçirilmesiyle mümkün.