Google Play Store
App Store

Napolyon I’in zaferlerini anmak için Paris’teki Vendome Meydanı’na 1806-1810 arası bir sütun dikilmişti. 16 Mayıs 1871’de Komün’ün emri üzerine bu sütun işçiler tarafından yerle bir edildi. Komün, Fransız askeri gururunu yansıtan bu sütunu -Bonaparte ordusunun gözleri önünde- yıktı. “Ölümsüz bir dava için ölme onuru”nu Paris’teki tüm yabancılara sunan Komün, Leo Frankel adlı Alman işçisini “çalışma bakanı”, Polonya’nın oğulları J. Dombrowski ve W. Wroblewski’yi ise üst idaresine almıştı (Marx, Fransa’da İç Savaş, 71). Bu sembolik yıkım, insan türünün “yeni bir çağ”a girdiğinin ilânıydı. Paris’te sıradan işçiler -bundan böyle- emekçileri ayıran ne milliyet, ne din, ne de başka -sahte- bir bağı kabul edeceklerdi.

Geçen yüzyıl ise başka türden yıkımlara sahne oldu. Karada ve denizde yüzyıllardır hüküm süren çarlar, “taçlarıyla beraber” yıkılıp gittiler. Yüzyılın başındaki ulus devletleri, yüzyılın ortasında sosyalist tiptekiler izledi. Bu sonuncular hanedanlardan, imparatorlardan, krallardan, çarlardan, hatta burjuvalardan kalan ne varsa -başta kendi ülkelerinde- onu yıktılar, tarihin sahnesini yeniden temizlediler.

“Kendi ülkesinin sütunlarını yıkmak” bahsinde herhalde hiç kimse Japonlarla kıyaslanamaz. II. Dünya Savaşı sonrası, ülkenin “tarihsel siyasal miras”ına saldırı, Japonların kendisinden geldi. Bu, Komününki gibi bir işti.

∗∗

Japonya’nın, 20. yüzyılda Asya ülkelerine karşı işlediği suçları ifşa etme amacıyla kurulan örgütün adı Doğu-Asya Japonya Karşıtı Silahlı Cephe idi (Oysa cephenin bütün üyeleri Japon’du). Örgütün ilk eylemi, Aralık 1971’de Koa Kannon mezar sütununu yıkmak oldu. Bu anıtla onurlandırılan 7 savaşçı, Japonya’nın faşist savaş girişimlerinin liderleriydi ve Tokyo’da savaş suçları mahkemesinde, “birinci sınıf savaş suçlusu” ilân edilmişlerdi (ve aslında cephe -taştan bir sütuna değil- Japon toplumunun sessizliğine saldırmıştı). Ertesi yıl -Nisan 1972’de- Kore’de ölen 5 bin Japon’un anısına dikilen anıt mezar, Ekim’de ise Hokkaido adasının sömürgeleştirilmesinin yüzüncü yıl dönümü için dikilen sütun bombalandı (Michael Hardt, Yıkıcı Yetmişler, 265).

Tarihte herhangi bir taş, demir, mermer veya sütun yıkımı, 2022 Şubat’ından sonra Ruslarınkine yapılanlarla kıyaslanamaz. Bu işin öncüleri Doğu Avrupa ülkeleridir (Bunların, II. Dünya Savaşı’ndan, Hitlerle işbirliğinden, Kızıl Ordu’nun direniş ve işgal döneminden uykuda -bitmeyen- travmaları var).

Rusya Ukrayna’yı işgal edince, işte bu ülkelerdeki tarihsel küçük düş-ürül-müşlük, hınç ve öfke birden uyandı. Yıkım, Stalin anıtından başlayıp Avrupa’daki Sovyet sütunları, Sofya’daki Sovyet ordu anıtı, Kiev’deki Puşkin heykeline vardı. Akla uygun yorumu imkânsız - bu yıkıcı kampanya ancak, komünizm nefretinin -kim bilir belki- “16 Mayıs 1871’in öcü”dür.

Komün’de, ulus devletlerde veya 20. yüzyılın sosyalist devletlerinde en azından asil bir amaç, estetik bir kaygı veya sanatsal içerik vardı. Evet, yıkıyorlardı, ama yerine yeni ve daha ileri olanı inşa ediyorlardı. Buna, ancak “yaratıcı yıkım” denebilir.

∗∗

Doğu Avrupa’daki -ve diğerleri- hadi sınıf -ve derin Rus- nefretidir ve ortada bir savaş ve işgal de vardır. Ya “Müslüman dünya”da olan bitene ne demeli? IŞİD’le başlayan tarihi eserleri, iki bin senelik Roma tapınaklarını yıkma, mezarları açma, ölüleri çıkarma ve yakma, kent meydanlarında dolaştırma bahsinde hiç kimse Araplardan/Müslümanlardan mahir olamaz. “Medeni dünya” arkasında- Beşar Esad’ın sütunlarından hırsını alamayıp Hafız Esad’ın mezarını açan ve yakan Şam’daki Selefi çeteleri nasıl adlandırmalı? İnsanların eşitliği ve haysiyeti gibi temel değerleri dahi tanımayan -ve militanlarına cennet ve huri için (son derece onursuz) bir ölüm dışında hiçbir şey sunamayan- bu güruhun yarattığı yıkım -yüzyıllar içinde ulaşılan sosyal, siyasal, felsefi veya hukuki kavramlarla- anlaşılamaz.